Cumartesi günkü Trump-Zelensky buluşması sırasında yaşanan skandal polemik ve Trump ile yardımcısının sergilediği siyasi nezaketsizliğin magazin kısmını bir tarafa bıraktığımızda aslında bütün bunlar, yeni Amerikan dış politika konseptinin kararlılığını ortaya koyması ve diğer taraftan da peş peşe aynı gece Ukrayna’ya destek mesajları yayınlayan Avrupalı liderleri adeta “Ukrayna’yı ABD’ye karşı koruma” teması ile alarm durumuna geçirmesi yönüyle önemli göstergelerdir. Zelensky’nin Salı akşamı (dün) sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşım bir nebze yumuşama sağladıysa da bu daha çok savaş diplomasisinde örneklerine rastladığımız tarzda temenniler içeren bir paylaşım oldu. Genel durumu değiştirmiyor.
ABD’nin gerilemekte olan Avrupa’yı gözden çıkarıp üstelik önlerine de bu denli agresif bir biçimde Rusya ile mutabık olduğu yeni Ukrayna paylaşım planını koyması Çin’e karşı mücadele kapsamında bugün için çok doğru bir politika olmayabilir zira Avrupa son kartını henüz oynamadı. En zayıf kaldıkları alanda, savunma alanında atacakları adımlarla Rusya’yı Ukrayna’da durdurabilirler ve bunu başarabildikleri takdirde olayların seyri değişir.
Ayrıca mevcut dengelerin değişmek üzere olduğu şu dönemde varlığı ve üstlenmiş olduğu misyonu bizzat ABD tarafından bile sorgulanan NATO’dan ayrı olarak, Avrupa’nın alternatif yeni bir güvenlik arayışında olması da gayet anlaşılır bir durumdur.
●●●
Bütün bunların yaşandığı bir sırada her zaman daha aktif rol alma potansiyeli taşıyan Türkiye’nin oldukça geç kalınmış bir Avrupa Ordusu projesine tam da Rusya-Ukrayna savaşının devam ettiği bu aralıkta doğrudan müdahil olması doğru olmaz. Bazı çelişkili durumlar ortaya çıkarmış olsa da Türkiye’nin savaşın başından beri sürdürdüğü politika genel olarak doğrudur. Bu pozisyonunu koruyabilmesi, savaşın daha Avrupa’nın çıkarına olacak biçimde bitirilebilmesi yönünden önemlidir.
Daha ortadan ve dengeleri gözetici politikalardan bahsetmişken, örneğin Türkiye’nin Pazar günkü zirvede Dışişleri Bakanı tarafından temsil edilmesi de aslında çok yanlış sayılmaz. Sonuçta Türkiye, bulunduğu konum ve Rusya ile ilişkileri bakımından sözgelimi bir Hollanda’dan farklıdır, en azından onun kadar rahat olma lüksüne sahip değildir. Dolayısıyla politik yaklaşımlarının da farklı olması doğaldır ve şayet bilmediğimiz başkaca bir sebebi yoksa Hakan Fidan’ın orada olması şimdilik daha isabetli olmuştur.
Bir diğer taraftan bu temsil elbette Kanuni Sultan Süleyman’ın Avusturyalı Ferdinand’ı kendi sadrazamına denk gösterdiği gibi, bizim trollerin heyecanlanacağı türden bir diplomatik meydan okuyuş hiç değildir. Yeri gelmişken onu da belirtelim; yine de anlamamakta ısrar eden, Osmanlı dizilerinin toksik etkileri altındaki bu kimseler, dilerlerse sınır kapılarında bunu deneyebilirler. Bizzat Türk polis tarafından vize gerekçesiyle geri çevirdiklerinde belki o hayal kırıklığı bir ömür boyu ders olabilir kendilerine.
●●●
Sadece ilkesel duruş ve hakkaniyet noktasından değil menfaatler temelinde de yaklaşıldığında Putin’in tek başına Ukrayna’da hak iddiasında bulunuşu veya ABD ile bir paylaşım zemininde buluşması kabul edilemez. Benzer şekilde Amerikan yönetiminin savaş boyunca yaptığı yardımları gerekçe gösterip fatura çıkarması da anlamsız çünkü üç yıl içerisinde gerçekten bedel ödendi ise bu, gerek coğrafi konumdan ötürü Rusya tehdidiyle burun buruna kalınarak gerekse ambargo ve boykotun neticesinde yaşanan enerji kriziyle Avrupa ülkeleri tarafından ödendi. Avrupa Birliği açısından bakıldığında şu durumda daha mantıklı olan, en az kayıpla bir ateşkesin sağlanarak işgal altındaki topraklarıyla birlikte bir bütün olarak tanımlanan Ukrayna’nın birliğe tam üyelik müzakerelerine başlamasıdır. Geçmişte böyle bir şey Kıbrıs’ın birliğe üyeliği sırasında yaşandı. Elbette o üyelik, tüm hukukun çiğnendiği kötü bir örnekti. Oysa Ukrayna’nın durumu daha haklı gerekçeler içeriyor. Ayrıca birçok eski demir perde ülkesinin, Yunanistan’ın ve Rumların üye olduğu topluluğa bu talihsiz ama iyi eğitimli halkın zarar değil fayda sağlayacağını söylemek de abartı olmaz.
●●●
Kıbrıs’tan bahsetmişken, Türkiye’nin Kıbrıs’taki haklı davasından da konumuzla alakalı olarak Rusya’nın tecavüzüne cevap niteliğinde bir çıkarımda bulunabiliriz. Türkiye, hatırlanacağı üzere 1974’teki harekâtı yaparken elinde 1960 anlaşmalarının garantörlük hakkı vardı ve o hukuki zeminle müdahale yapabildi. Elbette sonrasında soydaşlarını korumak ve ulusal menfaatleri için bütün dünyayı karşısına alarak bu politikayı devam ettirdi fakat Rusya’nın bugün yaptığı şey çok başka. Geçmişte Ukrayna’ya bırakılan topraklardan dolayı Lenin ve Kruşçev dönemlerini kötülemesi zaten absürd ama daha kötüsü, hiçbir çekince göstermeden irredantist saplantılarla yürüttüğü siyasetin yaşattığı sıkıntılar. Nitekim bu saplantıların ve geçmişi kabullenmeyişin bir sonucu olarak Ukrayna’yı öteden beri ayrı devlet olarak görmediklerini de her fırsatta belli ediyorlar. Hiç kuşkusuz, NATO genişlemesini kendilerine karşı bir tehdit olarak değerlendirmelerinde haklılık payları var; ancak Ukrayna’nın da bağımsız bir devlet olarak istediği politikayı geliştirmeye, istediği ittifaka üye olmaya hakkı var.
Edip Akbayram susmaz türküler yanmaz
Halkın sanatçıları, eserleriyle olduğu kadar belki daha çok yüksek toplumsal duyarlılıklarıyla kendilerini zamanın ötesine taşırlar. Edip Akbayram, işte o duyarlılığı eserlerindeki coşku kadar dolu dolu hisseden ve hissettiren cesur bir aydındı. Eserleriyle ve zor zamanlarda gösterdiği dayanışmayla hep hatırlanacak ve aramızda olmaya devam edecektir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Türk halkının başı sağ olsun.