Einstein’ın meşhur sözü; “İki şey sonsuzdur. Birincisi insanoğlunun aptallığı, ikincisi evren. Fakat ikincisinden çok emin değilim…”
Evet, aynı şeyleri tekrar edip sürekli farklı sonuçlar bekleyen entel-dantel, liboş, kürtçü, romantik solcu, dönek solcu, dinci, yandaş, satılmış, aldanmış ve bilimum saftirik tiplerin gündemi meşgul eden şu saçmalık hususunda öncelikle iyi anlamaları gereken birkaç detay var.
Her şeyden önce, tartışmaların mantıklı bir çerçevede yapılabilmesi için olmayacak hayalleri ve dar zümrelerin hezeyanlarını bir kenara bırakalım. Federasyon-Özerk yapı, ülke adının değişmesi, yeni kimlik tanımı vs. bunlar mevzuyu sulandırmaktan, ülkeye zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramaz. Şu durumda sorun ya da sorunlar her ne ise tamamen mevcut üniter yapı içerisinde ve ulus devlet modeline tezat oluşturmayacak biçimde çözümlenmek zorundadır. İyi niyetle dahi olsa başka formüllerle “devlet kurtarma” çabaları ayrı bir yazının konusudur ancak birçok durumda çözümü değil çöküşü hızlandırır.
●●●
Hem teröristler hem de acziyet içerisindeki rejim, öteden beri aynı yere işaret ediyor: Anayasa!
Ulus devlet ve üniter yapıyla sorunu olanların bir şekilde konunun etrafından dolanıp her seferinde anayasa tartışmalarını ortaya atmaları manidardır.
Esasında ideal bir anayasanın modern toplumda ne ifade ettiği bellidir: Mümkün olduğunca az ödev ve en geniş özgürlük alanı. Tabii bunun öncesinde devletin rejiminin tüm özellikleriyle açık bir biçimde tanımlanması ve kamu düzeninde bir tıkanıklığa mahal bırakmayacak şekilde statünün belirlenmesi de beklenir. Bu, bir anlamda devletin kendi varlığını da sigorta altına almasıdır. Yoksa her şeyin içine katıldığı çorbaya dönmüş metinler anayasa olmasa gerek.
Türkiye özelinde süren anayasa tartışmalarının ise “Türklük” tanımı üzerinden olduğu ortadadır ama bunu daha açık söylemelerini beklerdim. Tarih okumayı bilmeyen yarı cahil güruh, “Cumhuriyet yanlış temelde kuruldu” tezleriyle bu kavgayı zaten sonuna kadar sürdürecek, buna kuşku yok fakat bazı soruları hiç sormayacaklar…
Örneğin, bir ülkenin adı Türkiye ise yurttaşları nedir ?
“Türk” geniş manada ne anlama gelir?
Daha somut bir örneği irdeleyelim: Bir ya da iki nesil önce aile büyükleri Suriye’den Arjantin’e göçmüş bir adam (Carlos Menem), niye ülkesinde El Arabico, El Assuriyo ya da El Ottomano değil de El Turco¹ diye anılır?
Ayrıca, yeni neslin ihtiyacı diyerek yeni anayasa talebinde bulunmak da müthiş fantastik bir çaresizlik! Anayasalar öyle nesillere göre sürekli değiştirilmez. Batı’da birçok ülkede ulusların milli günleridir aslında ve geleneği temsil etmesi bakımından çok önemlidir.² Elbette bir takım tadilatlar yapılabilir ancak en küçük krizde çözüm yolu olarak kimsenin aklına yeni bir anayasa yapma fikri gelmez, gelmemelidir. İşgal, kurtuluş, iç savaş vb hadiselerde veya sonrasında yeni anayasaya ihtiyaç olabilir.
Türkiye’de de böyle bir ihtiyaç hasıl oldu ama bu, tamamen gasp rejiminin acil ihtiyacıdır çünkü zeminin altından kaydığını görüyor. Şimdi bu anayasa üzerinden bir hamle yapmak ve bir taşla iki kuş vurmak istiyor. TBMM’de 400’ü değilse bile 360’i bulmaları olasıdır ve buldukları anda referandum marifetiyle hem anayasayı değiştirmek hem de seçim riskine girmeden muhalefeti yenmek ve onları demoralize etmek niyetindedirler. Açıkçası halihazırdaki savrukluğuyla muhalefetin buna engel olma şansı da pek yok. Şimdiden geçmiş olsun.
●●●
Siyasi saiklerle yürüyen yapay bir süreç ve anayasa tartışmaları devam ederken Türkiye’deki Kürtlerin kültürel aidiyetleri ve duygusal bağları üzerine de düşünmek gerekiyor. Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne, özellikle de ilk zamanlarda Kürt isyanlarının etnisite temelli değil daha çok din temelli vuku bulmuş olması ve son kırk yıldaki her türlü çabaya rağmen istenilen kıvama gelememiş Kürt kimliği talebi şunu gösteriyor ki Türkiye’de halk (ya da anlamsız bir ısrarla “Türkiye halkları” ki aynı şeydir) uluslaşma sürecinde iyi bir yerdedir. Kürtlerin ayrılmak gibi bir talebi hiç olmadığı gibi diğer ülkelerdeki Kürtlerle de duygusal bağları genel olarak tahmin edildiği gibi güçlü değil. Aşırı politik olanları bir kenara bıraktığımızda ortalama bir Türkiye Kürdü, karşı kapı komşusu bir Balkan göçmenini veya mesai arkadaşı bir Laz’ı kendisine daha yakın görüyor. Bilhassa metropollere yayılmış bu etnisiteye mensup insanlar, çarpık da olsa ilerleyen şehirleşmenin etkisiyle daha Türkçeleşmişler, yani Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlığı potasında erimişlerdir. Bu arada çok önemli bir unsur olan Kürtçe de halen anadil olmakla beraber ikinci planda kalmaya başlamıştır.
Şimdi tüm bunlara rağmen Türkiye’deki Kürtler, ağırlıklı olarak bu kadar kendilerini Türkiye’ye ait görüyorken bile Türkiye dışındaki olayların zorlaması ve Türkiye içindeki siyasi mücadeleler neticesinde belki bugün değil ama çok da ileri olmayan bir zamanda “Büyük Kürdistan” ve yeni “Kürt ulusu”nun inşası pek tabii mümkündür.
Silah gücüyle değil, en yakın görünenlerin en masum siyasi tavırlarında gizlidir bu emeller. Bugün konjonktür gereği ya da stratejik olarak dahi olsa Türkiye’ye yakın duranların kullandığı yol ve yöntemler de dikkatle takip edilmeli ve devlet ciddiyetiyle ele alınmalıdır. Örneğin Barzani’nin Rudaw televizyonu ve kullanmakta oldukları “Kürdistan” haritası… Böyle bir harita karşısında egemen hiçbir devlet normalde kayıtsız kalamaz. İşte bu tip kritik konularda oldukça duyarlı olunmalıdır aksi takdirde bunun üzerine yenileri eklenecek ve dönüşüm tamamlandığında geriye itiraz edilecek ya da şaşıracak bir şey de kalmayacak.
Dipnotlar
1. Carlos Menem, doksanlı yıllarda Arjantin’de devlet başkanlığı yaptı.
2. Buna tipik bir örnek, Danimarka’dan verilebilir. Ülke, 1953 Anayasası ile yönetiliyor. Önceki anayasa (1849) gibi o da 5 Haziran’da kabul edildi. 5 Haziran Anayasa Günü (GrundlovsDag), ülkenin tek milli bayram günüdür.