Gazetecinin tek bir kutsalı vardır denilir, o da gerçektir. Gazeteci her şeyden vazgeçebilir; makamından, imkânından, maddiyattan, hatta ve hatta hayatından ama hakikatten vazgeçemez. Çünkü gazetecilik, haber dediğimiz şeyi kamuoyuna ulaştırmaktır ki haber dediğimiz de hakikattir. İster bir rakam olsun, ister bir fotoğraf olsun, ister bir bilgi olsun, ister bir olgu olsun…
Bu girişten sonra imtihanımıza geçebilirim.
Olgu: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’un kar nedeniyle felce uğradığı gün bir balıkçıda İngiliz Büyükelçi ile buluşması. Olgunun belgesi olarak da bir fotoğraf var.
Sorum şu: Bu bir haber midir? Haber ise bunu vermek gerekmez mi?
…
Bizim muhalif kesim açısından bakıldığında, hakikat çığlıkları atan muhalif basınımızın ve gazetecilerimizin bunu görmezden geldiğine şahit olduk.
Neden belliydi, iktidar CHP’ye ve İmamoğlu’na saldırırken, bu saldırıyı son derece ahlâksızca yaparken, bu haberi vererek İmamoğlu’nu yıpratabilirlerdi. İmamoğlu belki de AKP’yi yıkabilecek muhtemel cumhurbaşkanı adayıydı. Ve bu adayı yıpratmak olmazdı.
Seçim son derece zordu: Bu adayı yıpratmak ve hakikati savunmak bir yanda, görmezden gelerek gelecekteki bir iktidarı savunmak diğer yanda.
Burası Norveç olsa belki bu bir haber olabilirdi ama artık öyle bir lüksümüz yoktu. Afganistan olmaya doğru giden bir ülkede Norveçli bir gazeteci gibi davranılamazdı.
Bu, çok net bir beka meselesidir.
AKP daha da fazla başımızda kalırsa, bu bütün ülke için büyük bir yıkım olacak, belki de kalıcı bir faşizm başlayacak.
Durum eğer bu ise, yani muhalifler açısından bir beka meselesi ise, bekamız için hakikati bir kez olsun görmesek olmaz mı?
Tabii şunu da sorabiliriz: Bir gazetecinin hakikat aşkı uğruna ülkede belki de faşizmin yerleşmesine yol açacak bir haber yapması belki o gazeteci için temiz bir sayfa ve ahlâk gösterisi olabilir ama ya faşizmin yıkacağı ülke ve yakacağı canlar ne olacak?
İşte böyle düşünüldüğü için, genel olarak gazeteciler kendilerince daha büyük bir ahlâki gerçeklik ve hakikat uğruna bu haberi görmediler.
Doğrudur ya da yanlıştır demiyorum, zaten derdim de böylesi bir hakikat ve ahlâk tartışması açmak değil. Derdim başka…
…
Karşı tarafa bakalım.
İktidarın yaptığı hiçbir yolsuzluğu umursamayan, hiçbir haksızlığa kulak asmayan, iktidar ne derse desin, ne yaparsa yapsın, hepsine evet diyen bir kitle var karşımızda. Kimi zaman bu kitleye “koyun” diyoruz. Kimilerimiz ikna etmeye çalışıyor, kimilerimiz boş verin onlar zaten ikna olmaz diyor.
İşte bu kitle de aslında bir şeyleri görmezden gelirken bizimle benzer bir tercihte bulunuyor. Kendince ortada bir beka meselesi görüyor ve o beka için de gerçeği görmezden geliyor.
Ama onlarınki bir beka meselesi değil diyebiliriz ve haklıyız da. Fakat haklı olmamız bir şeyi değiştirmiyor, kendi yarattıkları ve uydurdukları bir beka meselesi nedeniyle tercihte bulunan bir kitle var karşımızda.
Onların haksız bizim haklı olmamız tercih sebebimizin ve mekanizmamızın aynı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor: Mesele beka ise, gerçeklerin bir önemi kalmaz.
…
Eğer durum bu ise şunu görmemiz gerekir: Biz nasıl ki muhalifler alarak bizim cephemizdeki kimi yanlışları görmezden geleceksek iktidar kitlesi de aynısını yapacak demektir. Yani iki cephe de aynı şekilde tavır alacak, iki kesim de tarafını değiştirmeyecek.
Daha önemlisi: İki taraf içinde de belli bazı hakikat aşıkları çıksa dahi durum değişmeyecek. Çünkü bu hakikatlerin insanların beka meselesindeki tavırlarını değiştirebilme imkânı olamaz. Zira iki tarafın kitlesinin de bu hakikatleri önemseme lüksü yoktur çünkü ortada bir beka meselesi vardır.
…
Mesela Sedef Kabaş tutuklandı. Diyelim ki bunu iktidar yanlısı kimi kesimler bile yanlış buluyor. Bunların büyük kesimi beka meselesi nedeniyle bunu söylemeyecektir. Çünkü onlar için korunacak en büyük mevzi olan cumhurbaşkanına hakaret cezasız kalırsa herkes aynısını yapabilir. Cumhurbaşkanı seçimi kaybederse her şey biter. O halde içlerinde bu tutuklama yanlıştır diyenler çıksa bile –ki bunlar da çıkacaktır– tercih değişmeyecektir. İnsanlar oylarını aynı sebeple aynı şekilde verecektir.
Bizim kesim açısından bakarsak, durum hemen hemen aynı. Bizler Ekmeleddin İhsanoğlu’na bile oy vermedik mi? AKP’den kurtulmak için kim aday olursa olsun vermeyecek miyiz? Hatta muhtemel adayımız ne yaparsa yapsın, hangi hataları yaparsa yapsın AKP’den kurtulmak için oy vermeyecek miyiz?
Elbette Ekrem İmamoğlu’nun bir “balık yemesi” ile AKP’nin yaptığı tüm bu yolsuzlukları, zulümleri aynı kefeye koyuyor değilim. Haydi hakikat uğruna Ekrem İmamoğlu’na savaş açalım da demiyorum. Hatta şunu söylüyorum: Hakikat uğruna bu haberleri versek, eleştirsek dahi tabanın tercihi değişmeyecek.
Asıl meselemiz ve sorunumuz tam da bu: Sözün ve hakikatin anlamının kalmadığı bir yerdeyiz.
Bu bir kısır döngü ve buradan çıkış yok.
Sözün bittiği yerdeysek eğer o zaman buradan nasıl çıkacağımızı tartışalım derim…