6’lı Masa’nın toplumsal dayanağı var mı?
6’lı Masa, kuruluşunu 28 Şubat tarihinde duyurmuş ve ilkelerini açıklamıştı. 24 Nisan’da da üçüncü toplantı yapıldı. Muhalefetin birleşmiş olması gibi çok önemli ve olumlu bir adım sonrasında bu birleşmenin bir heyecan yaratamadığı dillendirilmeye başlandı, ardından Yeni Seçim Yasası’nı aşmak için 6’lı Masa içinde bir ikinci 3’lü İttifak kurulması önerisi yapıldı.
AKP’ye karşı tüm muhaliflerin birleşmesi elbette çok güzel bir şey, hele de bu birleşme AKP’nin bölünmesi ile birlikte olduğu için çok daha iyi. Sonuçta siyaset, dost kuvvetleri arttırma, düşman kuvvetleri bölme sanatıdır. Ama her sanat gibi bunun da incelikleri vardır. Ve sanırım 6’lı Masa’yı kuranlar bu incelikleri hiç hesap etmiş değiller. 6’lı Masa’dan çözüm bekleyenler ise bunun farkında bile değiller.
Öncelikle şunu tespit edelim: 6’lı Masa, güzel bir girişim olabilir elbette ama bu Masa’nın toplumsal dayanağı yok. O nedenle 6’lı Masa’yı toplumsal bir muhalefetin çözümü olarak görmek en büyük yanlış olur. Bu Masa’dan Türkiye’nin toplumsal sorunları için bir çözüm beklenmemeli.
Türkiye’nin temel sorunu, Cumhuriyet’ten uzaklaşmak ise 6’lı Masa’nın toplumsal ayağının da Cumhuriyetçi güçler olması gerekir. Ama Masa’da 3 parti var ki üçü de Cumhuriyet’e karşı. Sadece Davutoğlu ve Babacan hareketlerinin değil Saadet Partisi’nin de laiklik, Atatürk ve milliyetçilik konusundaki tavrını biliyoruz. Sorumuz şu olmalı:
Atatürk’ü benimsemeyen, laiklik gibi bir derdi olmayan, hele de milliyetçiliğe toptan karşı olan siyasal oluşumlar Cumhuriyetçi olabilir mi?
Kimse kendini kandırmasın, bir siyasal hareketin durduğu yeri onun ideolojisi belirler. Cumhuriyetçi olmayan siyasal oluşumlar, siyaseten veya konjonktürel olarak muhalefette olabilirler, muhalefette oldukları için belli bir yolu onlarla birlikte yürümek de mümkündür ve hatta gereklidir ama sadece bu kadar. Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne yani Başkanlık Rejimi’ne karşı olmak kimseyi Cumhuriyetçi yapmaz.
Bölünen kim? Birleşen kim?
6’lı Masa, siyasal bir hedef olarak, Başkanlık Sistemi’nin yıkılması için kurulmuş ise, ortak bir zemin vardır ve bu zeminde ortak hareket edilebilir. Edilmelidir de. Ama bu hedef ve kapsam kamuoyuna açıkça ilan edilmelidir. Böyle yapılmadığı sürece kamuoyu bu ittifakı bir toplumsal ittifak olarak algılayacak ve bu nedenle de sorgulamaya başlayacaktır. Nitekim ittifakı dağıtacak çatlaklar da hemen çıkmıştır ve muhtemeldir ki büyüyecektir. Çünkü bu çatlağın mevcut olduğu bir toplumda yaşıyoruz.
İlk hata Masa’nın çerçevesini belirlemede yapılmıştır. Masa, bir Cumhuriyet Masası gibi sunulmuştur oysa bu Masa’da Cumhuriyetçi bir ittifak yoktur. Üstelik Masa, ilk adım olarak bir “Anayasa Taslağı” hazırlamaya girişmiştir. Bu taslakta Atatürk’ün, Türklüğün ve laikliğin olmadığını gördük. Yani Masa’nın taslağı Cumhuriyet’i kurtarmak ya da ihya etmek gibi bir hedef de beyan etmedi: Tersine Cumhuriyet’i sivil anayasa ile sonlandıracağını açıklamış oldu.
Sonuçta, Cumhuriyetçi güçler Cumhuriyetçi olmayan bir programda birleşmiş oldu. Düşman cephe eğer Cumhuriyet Karşıtları ise, Cumhuriyet Karşıtları içinden iki küçük birlik kopup geldi, Cumhuriyetçi Cephe’nin iki büyük partisi olan CHP ve İYİ Parti’yi teslim aldı. Hem de bütün halinde!
O halde soralım: Kim kimi bölmüş oldu? Siyaset bu mu?
Cumhuriyet Cephesi: Atatürkçü, Milliyetçi, Laik, Sol Güçler
Siyaset, iktisadi, toplumsal çıkarları temsil eder. Bu nedenle ülke siyasetini analiz etmek için öncelikle o ülkenin toplumsal ve iktisadi yapısı analiz edilir. Türkiye’de toplumsal yapı neredeyse 100 yıldır aynı şekilde bölünmüştür. Atatürk’ün Cumhuriyet’i ilanı ile birlikte Osmanlı’nın toplumsal sistemi yıkılmış, ümmet sistemi yerine ulus sistemi gelmiş, bunun temini için laiklik ilan edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlet olarak kurulmuştur.
Ulus devletin yani Cumhuriyet’in iki ayağı ideolojik güçler olarak milliyetçiler ile laiklerdir. Ulus devletin emperyalizm karşıtı doğası nedeniyle aynı zamanda sol bir ideolojiyi içinde taşır. Cumhuriyet’in ilanından bu yana Atatürkçü, milliyetçi, solcu, laik güçler, farklı partilerde temsil edilseler bile Cumhuriyet cephesindedirler. Bu nedenle de CHP ve İYİ Parti’nin kurduğu Millet İttifakı, bir siyasal ittifak değil toplumsal ittifaktı. Toplumsal tabanı vardı. Bu tabanın sınırı da vardı elbette. Zaten siyasetin zorluğu da tam burada başlıyor.
Cumhuriyet Karşıtı Cephe: Kürt-İslamcılar
Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren laik-milliyetçi güçlere karşı Şeriatçılar ve Kürtçüler ittifak kurdu. Bu, aynı zamanda ulus devlet modeline karşı bir Ortaçağ ittifakıydı, açıkça gericiydi ve Sağcıydı.
Kürt-İslamcılık dediğimiz ortak bir akımdır bu. Bu akım kimi zaman farklı siyasal hareketlere bölünse de birlikte hareket ediyor. Türkiye’de Kürt-İslamcı Cephe’nin en büyük partisi AKP ise, ondan ayrılan Davutoğlu ve Babacan hareketleri, içlerinden çıktıkları Saadet Partisi ve HDP de aynı cephenin partileridir.
Kritik sorun da tam burada çıkmaktadır: Kürt-İslamcı ideolojik kimlikleri olan bu partiler nasıl olacaktır da Laik-Milliyetçi bir cephe içinde yer alabileceklerdir?
Aslında bunun imkansız olduğunu şuradan anlayabiliyoruz: HDP bu masanın dışında bırakılmıştır. Çünkü Millet İttifakı’nın bünyesinin, yani toplumsal temelinin HDP’yi hazmedemeyeceğini herkes bilmekte, siyaseten HDP oyuna ihtiyaç duyulsa bile bünye kabul etmeyeceği için HDP dışlanmaktadır. Demek ki, siyaset ne olursa olsun birleşmek demek değildir ve bazı birleşmeler tümüyle bölücü ve dağıtıcı olabilir.
Aslında HDP için sorun olan Davutoğlu ve Babacan partileri için de geçerlidir. Çünkü bu partiler AKP’nin içinden çıkmış olmakla birlikte AKP’den kopmuş değillerdir. Hatta asıl AKP’yi kendilerinin temsil ettiğini söylemektedirler. Asıl AKP’nin ne olduğunu hepimiz biliyoruz: Andımız’ı kaldıran, laikliği yok eden, Atatürk’ü silen bir hareket.
6’lı Masa şunu görmek zorundadır: Bu Masa’ya oturan liderler gerçekten birbirlerini hazmetseler bile bu partilerin tabanları birbirini hazmedemezler. Kimileri, “ama doğrusu bu” diyebilir elbette fakat doğru başka bir şeydir, siyaset ise sonuç almak demektir.
Yanlış matematikle seçim kazanılmaz
Şunu tespit edelim: 6’lı Masa, laik ve sol kimliği ile öne çıkmış bir Cumhurbaşkanı adayı gösterecek olsa, Masa’nın diğer partilerinin tabanı bu isme oy vermeyecektir. Nitekim daha önce yapılan seçimde Saadet Partisi tabanının kendi liderini dinlemediğini, Tayyip Erdoğan’a oy verdiğini gördük. Bu kayıp, en az %50’lik bir kayıp. Üstelik Saadet seçmeninin tabanı AKP seçmeninden örgütsel olarak bağımsız. Şimdi şunu düşünelim, Saadet tabanı dahi kendi liderliğine oy vermiyorsa, Davutoğlu ve Babacan’ın tabanı nasıl versin?
6’lı Masa bir matematik hesap yapıyorsa, Saadet, Deva ve Gelecek partilerinin tabanlarının en az %50 oranında bu ittifaka oy vermeyeceğini bilmeleri gerekir. Aslında bu gerçeği herkes biliyor olmalı ki, adayın muhafazakâr tabandan oy alacak biri olması düşünülmektedir. Demek ki CHP ve İyi Parti oyları ceptedir, mesele Şeriatçı tabanı ikna etmektir!
Bakın, Kürt oyları ve muhafazakâr oylardan bahsediyoruz, bu tabanların toplu oy kullanacaklarını ve ideolojilerine göre oy vereceklerini düşünüyoruz. Neden? Çünkü bu tabanlar Cumhuriyetçi değildir de ondan! Çünkü bu taban için, Cumhuriyet’i kurtarmak diye bir dert yoktur da ondan!
Siyasetin bir yanını AKP seçmeni kilitlemiştir, diğer yanını ise bu muhafazakar seçmen. Elbette Kürt seçmeni de katalım hesaba. Alın size Cumhuriyet Karşıtı Cephe!
Şimdiden uyaralım: Bu cepheyi görmeden yapılacak her matematik hesabı sandıkta yenilecektir.
Tek hedefi cumhurbaşkanlığını kazanmak olmalı
Elbette siyaset bir matematik hesabıdır ama o matematikte denklemler doğru tanımlanmalıdır. 6’lı Masa yanlış bir denklem üzerine kurulmuştur ve bu hali ile sonuç alamaz. Elbette buradan denklemi yeniden kurun demek gibi basit bir sonuca varmak istemem: Madem denklemi kısa vadede değiştiremiyoruz, o halde problemi yeniden tanımlayalım…
Temel tek problemimiz var aslında, öncelikle Cumhurbaşkanlığı’nı kazanmalı muhalefet. Cumhurbaşkanı değişmeden hiçbir adım atılamaz. O halde 6’lı Masa sadece buna odaklanmalı, diğer her şeyi sonraya ertelemeli, diğer sorunların Masa’yı böleceğini bilmeli ve o bahsi hiç açmamalı.
20 yıldır AKP’nin en büyük avantajı ne?
Tayyip Erdoğan. Çünkü AKP, liderine bağlı bir parti. Bu nedenle de bu partiyi değil bu lideri yenmesi gerekiyor muhalefetin.
Peki muhalefetin bu güne kadarki en büyük dezavantajı neydi?
Tayyip Erdoğan’la boy ölçüşecek bir adayının olmaması.
Ama 20 yıl sonra ilk defa muhalefet Tayyip Erdoğan’ı yenebilecek bir değil hem de iki isim bulmuştur. Ekrem İmamoğlu da Mansur Yavaş da, tüm anketlerde Erdoğan’ı aşmaktadır. O halde 6’lı Masa’nın yapacağı tek bir şey vardır: Bu iki isimden birini Cumhurbaşkanı adayı ilan etmek.
Peki 6’lı Masa ne yapıyor? Masa’nın en büyük lideri olan Kılıçdaroğlu, her iki ismin de önünü kesmek için ısrarlı açıklamalar yapıyor. O zaman insan ister istemez şüpheleniyor: 6’lı Masa tek adama karşı mı kuruldu yoksa iki adama karşı mı?
Biliyorum soru mantıksız gibi geliyor, biraz da komplo kokuyor. Ama son 10 yılda Kılıçdaroğlu o kadar çok seçim kaybetti, o kadar çok yanlış aday gösterdi ve bizi de o yanlışları desteklemek zorunda bıraktı ki, insan ister istemez bunları getiriyor aklına.
Akıl, mantık, matematik
Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın seçimi kazanabilme ihtimalleri bu kadar yüksek ise, 6’lı Masa’nın bu isimleri destekleyip desteklemeyeceğini sorgulayalım. Her iki isim de, 6’lı Masa’nın tabanından çok az fire verecek karakterde olmakla kalmaz, AKP’den de en çok oyu alacak isimlerdir. Bunu İstanbul ve Ankara seçimlerinde gördük. Yani elimizde sadece anket sonuçları yok, kazanılmış iki seçim var. Ve bu seçimlerde bu iki ismin de AKP’den çok büyük oranda oy aldıklarını biliyoruz.
O halde siyasetin matematiğine dönelim: Kendi cephende en az fireyi vereceğin, karşı cepheyi en çok böleceğin iki isim var. Akıl da, mantık da, matematik de bu isimleri aday yap der ama görüyoruz ki Kılıçdaroğlu’nun derdi başka!
Ona göre öncelik Meclis’te çoğunluk sağlamakmış. Yahu sistem değişmiş, sen bu sistemin değişmesinden yakınıyor ve tek adam rejimi diyorsun ama hâlâ o tek adamı devirmeyi değil de Meclis’te çoğunluk olmayı düşünüyorsun.
Akıl, mantık, matematik, hangisi eksik?
Benim en büyük korkum, 6’lı Masa’nın en büyük partisinin başında Kılıçdaroğlu’nun bulunması. Diğer 5 partinin lideri de, ideolojik açıdan daha geride olsalar bile onların aklına, mantığına, matematiğine daha çok güveniyorum. Onlar siyaseten kaybetmenin acısını çekecek siyasetçiler, Kılıçdaroğlu ise kaybetme şampiyonu ve kaybettikçe mutlu olan biri sanki.
Bence 6’lı Masa’dakiler de CHP’dekiler de artık Kılıçdaroğlu’nun önüne geçip onu durdurmalı. Çünkü Kılıçdaroğlu yürüdüğü zaman bile muhalefet Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmeyi başarmıştı! Kılıçdaroğlu ile yürümek uçuruma yürümek gibi bir şey olur.
Sağ’ı Sağ ile yenme stratejisi
Şunu biliyoruz: Sol güçler çok zayıf. Milliyetçi güçler MHP ve İyi Parti olarak ikiye bölünmüş durumda. Üstelik sol-milliyetçi güçleri bölmek için Tayyip Erdoğan bir adım daha attı: Ümit Özdağ’ı cepheye sürdü. Muharrem İnce’yi, Mustafa Sarıgül’ü de unutmayalım. Yani Erdoğan, siyasi hamleleri peş peşe yapıyor.
Bu hamlelere karşı 6’lı Masa ve özellikle de CHP, Sağ’ı Sol ile yenemeyiz bari Sağ bir adayla çıkalım ve Sağ’ı bölelim diye düşünüyor. Fena halde yanılıyorlar. Elbette bir Sağcı, başka bir Sağcıya oy verir. Sağ, kimi zaman ikiye bölünebilir. Hatta bizde olduğu gibi AKP’yi iktidara getirecek şekilde dörde beşe bile bölünebilir. Hatırlayın, 2002’de AKP Meclis’i ele geçirirken, MHP, DYP, ANAP, SP vardı karşısında. Yani Sağ gerçekten bölünmüştü. Ama bu Sağ partilerden hiçbiri Sol bir partinin Masa’sından aday değildi!
Bugün, Sol bir partinin, yani CHP’nin liderlik ettiği bir Masa’nın altında yer alacak Sağcı partiler, yeterince sağcı görülmeyecek, Sol’un oyuncağı olarak görüleceklerdir ve bu nedenle de oy alamayacaklardır. O nedenle Sağcı bir aday gösterelim hele de Abdullah Gül gibi bir İslamcı bulalım da oyları bölelim stratejisi intihar olacaktır. Tabii eğer açık bir ihanet değilse.
Aslında Sağcıların nasıl davranacağını yine en iyi onlar biliyor olmalı ki 3’lü İttifak önerisi de onlardan gelmiştir. Seçim Yasası’nın değişmesinden sonra, bu partilerin liderlerinden Karamollaoğlu seçilebilmek için 3’lü İttifak önerisi getirdi. Çünkü CHP çatısı altında bir adaylığa kendi tabanını ikna edemeyeceğini çok iyi biliyordu. Deva Partisi lideri Babacan’ın son çıkışı da benzeri bir gerçeğe dayanıyor. Sağcılar başka bir Sağcıya oy verir elbette ama yeter ki onun gerçekten Sağcı olduğunu bilsinler ve Soldan uzakta görsünler.
6’lı Masa’nın yapacağı şey aslında zor değil: İmamoğlu da Mansur Yavaş da tam aranılan türde adaylar. Pek solcu gözükmüyorlar. Çok laik durmuyorlar. İmamoğlu’nun milliyetçilikle çok az ilgisi var, Mansur Yavaş’ın milliyetçiliği ise daha çok Halkçılık düzeyinde. Yani herkesten, sadece AKP’den değil HDP’den bile rahatlıkla oy alabilecekler.
Anlamıyorum ki daha ne düşünülüyor ve nasıl bir isim aranıyor?
Kürt oyları, muhafazakâr oyları
6’lı Masa’nın özellikle üzerinde durduğu iki nokta var. Muhafazakâr oylar ile Kürt oylarını kazanmak, en azından karşı cepheye kaptırmamak, tarafsızlaştırmak. Bunlar elbette haklı kaygılar ve siyasetçiler bunları göz ardı edemez. Ama asıl siyaset tam da bu durumu kökten değiştirmek olmalı.
Modern bir toplumda siyaseti belirleyen sınıfsal ve ekonomik çıkarlardır. Kimi partiler işçi oylarını kazanmayı ister, kimileri köylü oylarını, bazıları orta sınıflara seslenir. Yani siyaset, iktisadi çıkarlar temelinde yapılır.
6’lı Masa’nın da temel tezi iktidarı tencerenin götüreceği, yani ekonomik muhalefetle seçimin kazanılacağı. Fakat ekonomi ile seçim kazanılacağını düşünüyorlarsa biz neden muhafazakâr oyları ve Kürt oylarını konuşuyoruz? Yoksa muhafazakârlar ve Kürtler ekonomik çıkarlarına göre tavır almıyorlar mı?
Tüm muhalefetini ekonomi üzerinden şekillendiren muhalefet kendi dediğine kendisi de inanmıyor olacak ki Masa’yı ekonomik temellere göre değil siyasal çıkarlara göre kurdular. Ve temel kaygı da Kürt oyları ile muhafazakar oyları kazanmak.
Aslında burada hem bir çıkışsızlık var hem de büyük bir çıkış…
Klasik siyaset teorisi modern toplumlar için geçerlidir. Yani ulus devletler için. Bu tür cumhuriyetlerde dinsel ve etnik bağlar çözülmüş ve laik bir milletleşme yaşanmıştır. Toplum milli bütünlüğe kavuştuğu için de bölünmeler iktisadi düzlemde olur. Partiler de sınıf partileri olur.
Ama bizim gibi modernleşme süreci yarıda kesilen ve geriye döndürülen bir ülkede, iktisadi çıkarlar ile etnik ve dinsel çıkarlar aynı anda yer alır ve siyaset hep bölünmüşlük ve çatışma üretir. Etnik ve dinsel siyaset her zaman için daha kolay ve sonuç alıcıdır. Açıkçası bunlar zaten toplumun temel meseleleridir.
Bizim ülkemizde aç da kalsa ölse de laiklikten vazgeçmeyecek bir toplumsal tabaka var. Ama aynı şekilde aç da kalsa Şeriatçılıktan vazgeçmeyecek bir tabaka da var. Aynı şey Türk milliyetçiliği ve Kürt milliyetçiliği için de geçerli. Tam da bu nedenle biz, işçiler kime oy verir, köylüler ne yapar, emekliler kimi destekler, sanayici kime güvenir demiyoruz, iktisadi çıkarlar hep geri planda kalıyor.
Ekonomik muhalefet sonuç vermediği gibi siyasal muhalefet de sonuç alamıyor. Çünkü siyaset, güçlünün dizayn ettiği bir zeminde yapılıyor. Grup toplantıları ile şekillenen parlamenter bir oyun oynanıyor. Bu nedenle de siyasetin yapısını ve kimyasını değiştirmek ise Masa’larda olmuyor, Meydanlarda oluyor.
Gezi’nin toplumsal sonuçları
Bugün 6’lı Masa varsa, Gezi’de milyonlar meydana döküldüğü için var. Türk siyasetinin belirleyici kırılması Gezi ile birlikte yaşandı. Gezi, siyasal ve iktisadi olarak bölünmüş, ayrışmış muhalefeti bir araya getirdi, tek adam rejimine karşı demokratik bir başkaldırıydı bu ama aynı zamanda bir uluslaşma adımıydı. Siyasal kimlikler arkada bırakıldı, hatta iktisadi çıkarlar bile arkada kaldı; millet ancak böyle dirilirdi. Bu dirilişin temeli ise ulusalcılıktı. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı herkesi birleştiriyordu. O meydanda milyonlar birleşmişti.
AKP’nin kaybettiği 2015 seçimleri bundan sonra oldu! Yani sokağa dökülen milyonlar AKP’lilerin de oylarının değişmesine yol açtı. Masa’da bir araya gelen liderlerin göremediği tam da bu: Bir masadan yapılan çağrı ile birleşme ve beraberlik olmaz, birleşme ve beraberlik tabanda olur sonra tavana yansır. O dönemde MHP ile CHP bir araya gelmişlerdi. Sonra MHP bölündü ve İyi Parti ile CHP ittifakı kaldı. 2018 Yerel Seçimleri’ni de muhalefet bu şekilde kazandı.
Bugün darbe olarak suçlanan Gezi, Türk siyasetini değiştirdi ve dönüştürdü. Şimdi bu değişime uyum sağlamak yerine yeni kanallar açılarak bu değişime tuzak kurulduğunu görüyorum. İktidarın Kanal İstanbul’u gibi bir proje sanki. Doğal Boğaz dururken yapay bir kanal açmak!
Şunu anlamamız gerek: Ulusalcılığı Şeriatçılıkla zenginleştiremezsiniz, böyle yaparak daha geniş bir taban yaratamazsınız. Yapmanız gereken tek şey Şeriatçıların laikleşmesinin önüne geçmemektir! Gezi’den bu yana AKP’nin liderlik ettiği Şeriatçı hareket hep güç kaybediyor, kendi içlerinde deizm tehlikesinden bahsediyorlar, artık İmam Hatiplerden bile laik gençler yetişiyor.
İşte 6’lı Masa, sanki bu laikleşme akımının önüne kurulmuştur ve büyük bir siyasi mühendislik projesidir. Şeriatçılığa güç verme adımıdır. Dağılan Şeriatçı cepheyi toparlama adımıdır. Muhafazakâr kitlelerin bile Şeriatçılığın şerrinden kurtulmak istediği bu dönemde, laikliği yok saymak en başta muhafazakâr denilen kesime yapılan büyük bir saygısızlık ve kötülüktür.
Kılıçdaroğlu, Cumhuriyetçi Dalga’ya karşı
6’lı Masa’da bir siyaset ve sosyoloji var ama o sosyolojiyi ve siyaseti ortaya çıkaran Gezi’dir. Kitlelerin devrimci eylemliliği halkın farklı kesimlerinin birbirini tanımasına ve güvenmesine yol açmıştır. Gezi’de bir araya gelen halk, siyasal etiketleri bırakmıştı. Her yer Gezi’ydi, herkes de Gezici. Şimdi 6’lı Masa’da yeniden bu etiketler takılmaktadır.
Ve daha önemlisi, Gezi büyük bir karşıdevrimci darbe ile bastırılmış olsa bile yarattığı birikim sayesinde 6 partiye de ekmek çıkmıştır. Gezi olayları sırasında halkın karşısında yer alan Davutoğlu ve Babacan’ın bile siyasi geleceklerini kurtarmıştır Gezi.
Türk siyaseti 20 yıldır AKP’den kurtulamıyor. Bu doğru. Ama doğrunun sadece bir yanı. Türk toplumu 20 yıldır gerilemiyor, laikleşiyor, ulusallaşıyor, demokratlaşıyor. Bunu sağlayan ise bugünkü siyasetçiler değil halkın kendisi. Cumhuriyet Mitingleri ile başlayan toplumsal hareket Gezi ile doruğuna ulaştı, ardından darbe ile bastırıldı ama Adalet Yürüyüşü ile gücünü kaybetmediğini ortaya koydu. Sonra yerel seçimler kazanıldı. İktidar bu Cumhuriyetçi dalga karşısında aslında pes etti.
Bu büyük toplumsal dalga sayesinde CHP kendini yenileyebilirdi fakat bunu yapmadı. Ulusalcı siyaset yerine toplumsal statükoya oynadı, seçmeni muhafazakâr ve laik olarak, milliyetçi ve Kürt olarak kompartımanlara böldü ve orada statikleştirdi. Buradan aşiret sistemi geliştirerek her kompartımanın temsil edildiği çok parçalı bir parti haline geldi. Sadece Kılıçdaroğlu gibi etkisiz ve renksiz bir liderin bir arada tutabileceği bir aşiretler konfederasyonu haline geldi CHP.
Bu CHP’nin lideri Kılıçdaroğlu 6’lı Masa’ya da aynı statükoculukla, muhafazakârlıkla, devrim karşıtlığıyla hükmetmeye çalışıyor. Toplumsal her muhalefeti bastırmak için sahte eylemliliklerle ön plana çıkıp o eylemliliklerin toplumsallaşmasının önüne geçmeye çalışıyor.
4 Aralık’ta Mersin mitingi yapılırken ne demişti Kılıçdaroğlu, hatırlayan var mı? Kar kış demeden sürekli mitingler düzenleyecekti değil mi? Ne oldu o mitinglere?
O zaman da tepki çekmek pahasına yazmıştık: Kış gelecek ve CHP o mitingin devamını getirmeyecek diye. Öyle de oldu. Şimdi yaz geliyor göstermelik 1-2 miting daha yapıp yine toplumun dinamizmini yok edecek.
Halk her sokağa çıktığında “aman ha sokağa çıkmayın” diyecek, provokasyona gelmeyelim diyecek ve Türk sosyolojisinin önüne geçmeye çalışacak. Bakmayın siz Kılıçdaroğlu’nun bugün Gezi güzellemesi yapmasına, Kılıçdaroğlu bir eylemsizlik abidesidir, eylem saptırıcıdır, eylem engelleyicidir.
Kendini karanlıkta bıraktığı halde hiçbir ışık saçamamaktadır.
Gezi’yi mahkûm eden mahkemeye takılmayalım derim. Gezi’yi asıl mahkûm eden Kılıçdaroğlu’nun statükoculuğudur.
Masa’dan Meydan’a
Türk siyaseti Masa ile değil Meydan ile çıkış bulabilecektir.
Gezi, 6’lı Masa’yı yaratmıştı şimdi 6’lı Masa’nın yeni Gezi’lere engel olmasına karşı uyanık olmalıyız.
Türk toplumunun ileriye doğru yürümesinin önüne çıkacak her engeli aşmalıyız.
Gezi’de kafamızdaki tüm kalıpların nasıl yıkıldığına şahit olmuştuk, ilk kez halk olarak bir güç olmuştuk. Şimdi de kafamızdaki kalıplara mahkûm olmayalım. Masa’nın, anket şirketlerinin kalıplarını bu ülke çoktan aştı.
Gezi’nin sloganı bugün hâlâ geçerli:
Bu daha başlangıç, Mücadeleye Devam!