Türkiye’de 50 yıldır milliyetçilik duygularını istismar eden, kendilerine ülkücü demelerine karşın nasıl bir ülkülerinin olduğu bilinmeyen partinin, adam yokluğundan olsa gerek, 25 yıldır değişmeyen başkanının son yıllarda ve dönemde manşete düşen bazı beyanları şu şekildedir:
Bahçeli:“HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesinin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır. HDP’nin kapatılması, AYM’nin adalete, tarihe, millete görevidir.”
Bahçeli,Anayasa Mahkemesi’ni de hedef aldı: “HDP kapatılmalıdır, hem de vakit kaybetmeksizin. AYM’nin zamana oynama teşebbüsü terörün değirmenine su taşımaktır.”
Bahçeli, CHP’yi de FETÖ ve PKK’yla iş birliği yapmakla suçladı: “Terörist Demirtaş’ı serbest bırakacağım diyen bir cumhurbaşkanı adayı terörle mücadele değil, terörle müzakereden başka hiçbir şey yapmaz.”
Bahçeli:“CHP ile İYİ Parti’ye verilecek her oy Kandil’e gidecek. Kılıçdaroğlu, özerklik hedefinin ümididir.”
Bahçeli:“Bugünkü CHP yönetimi, PKK ile ittifak halinde! CHP ve İYİ Parti, PKK ve FETÖ ile aynı bataklıkta. DEM’lenen CHP tehdittir!”
“DEM’in otobüsüne binip fitne ve fesat çığırtkanlığı yapan CHP Genel Başkanı siyasi istikbalini PKK’nın hunhar emellerine ve mağara deliklerine devretmiştir.”
Bahçeli, Kılıçdaroğlu’nu PKK’yı muhatap almakla suçladı, Çeviköz’ü hedef gösterdi.
Bahçeli:“Türkiye’de Kürt sorunu diye bir sorun yoktur. Var diyen, olduğunu ısrarla dayatıp iddia eden kim varsa kalbi Türk milletiyle bir atmayan namertlerdir.”
Bahçeli:“DEM Partili vekillerin maaşları kesilerek şehit ailelerine aktarılmalı, Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır.”
Yukarıda sadece bir kısmı verilen aşırı ve ağır söylemlerden sonra aynı ağız, 22 Ekim 2024 tarihinde Meclis’te duyanların inanmakta zorlandığı şu sözleri sarf etti: “Terörist başı Meclis’e gelsin DEM grubunda silah bıraktığını ilan etsin.”
Bu sözleri bir başkası söylemiş olsaydı eminim anında gözaltına alınır, türlü eziyetler edilir ve adliyeye sarı ceset torbası giydirilerek götürülürdü!
Bunu bir tarafa bırakalım işin kamuoyundaki yansımasına bakalım. Ziraat Bankası’nın kredileriyle ve havuza toplanan kirli paralarla satılan medya organlarına ve ülküsü bilinmeyenlere göre bu yeni bir çözüm sürecidir. Başbuğ sanılan zat, yaptığı çağrıyla çok büyük isabet buyurmuştur. Yapılan iş beka meselesidir, olmazsa olmazdır ve karşı çıkanlar vatan hainidir!
Şimdi biraz geriye gidelim. Türkiye Cumhuriyeti 40 yıldır bölücü terörle mücadele ediyor. Bu sorunun çözümü için bugüne kadar siyasi iktidarlar geniş kapsamlı düşünüp uzun vadeli ve sonuç alıcı bir plan ve program yapmış değiller. Olay tamamen askerin sırtına yüklenmiş ve asker de kendine göre mücadele etmiştir. Bataklığı kurutmak yerine sineklerle mücadele etmek tarzındaki bu mücadelede maalesef binlerce asker, korucu, polis, diğer kamu görevlileri ve sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
1999 yılında PKK elebaşının yakalanıp mahkum edilmesiyle bitme noktasına gelen terör, her nedense(!) biteceğine 2004 yılında tekrar yükselmeye başlamış hatta 2017 yılında Trabzon’a ulaşmıştır.
2013 yılına gelindiğinde demokratik açılım/çözüm süreci adı altında faaliyetler yapılmaya başlandığını gördük yaşadık hatta Meclis’ten, 10 Temmuz 2014 tarihinde, Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair 6551 Sayılı Kanun çıkarıldı. Bu kanunla çözümde görev ve karar alacaklara dokunulmazlık dahi getirildi.
Örgüt elebaşıyla yapılan görüşmelerden sonra 21 Mart 2013 tarihinde Diyarbakır’daki Nevruz etkinlikleri sırasında terörist başının mektubu hem Türkçe hem de Kürtçe olarak okundu. Mektupta örgütün silahlı güçlerinin Türkiye topraklarından çekileceği ve silahlı mücadeleye son verildiği bildirildi. Örgüt de çağrıya uyacağını açıkladı ancak “davullu zurnalı” bayram havası 2015 yılındaki genel seçimlerde Akp’nin tek başına iktidarı kaybetmesiyle hızlıca sonlandırıldı. Ardından asker bu sefer dağda değil iktidarca şehre indirilen teröre karşı Hendek/Şehir Savaşları başlattı. Yine yüzlerce hayat son buldu.
İktidara göre günümüzde terörle mücadele son hızla devam etmektedir. Bu yolda büyük başarılar kazanılmış örgütün sonu gelmiştir. Hatta bakanların ve emrindeki komutanların beyanlarına bakarsanız terör yıllar önce bitmiştir. Ülke içinde terörist kalmamıştır yurt dışında da kaynağında imha edilmektedir. Pençe, kilit, kartal, atmaca bilmem kaç operasyonları bilmem kaç yıldır devam etmektedir.
Gerçekten de MSB’nin açıklamalarına göre son beş yılda binlerce terörist etkisiz hale getirilmiştir. Örneğin, etkisiz hale getirilen terörist sayısı 2023’te 2.032, 2024’de ise 3.070’tir. Görev alanına yurt dışı da eklenince şahlanan MİT, Gara’daki askerlerin kurtarılmasında çuvallasa da, her gün nokta operasyonları ile bir gün Kuzey Irak’ta ertesi gün Suriye’de bilmem ne renk ya da statüdeki teröristleri Kurtlar Vadisi tadında haklamaktadır. Buna karşın bazıları oralardan kalkıp Emniyet’in önünde veya TUSAŞ’ta saldırı yapsa da hatta bazıları bir anda Suriye ordusunda general olarak elinden kurtulsa da o kadarı kadı kızında da olur, takılmayalım!
Diğer taraftan iktidar partisi başkanı bu süreçte diyor ki; “teröristler ya silah bırakacak ya da silahlarıyla gömülecekler. Onlar için üçüncü bir seçenek yoktur.”
Burada değinilen ve diğer açıklamalardan şunları anlıyoruz: Silahlı Kuvvetler ve MİT çok başarılı operasyonlarla teröristlere göz açtırmıyorlar. İHAlar, SİHAlar, tanklar, toplarla her türlü askeri üstünlük kazanılmış durumda. Örgüte katılım neredeyse sıfıra düşmüş. Amerika ve Avrupa örgütü eskisi kadar desteklemiyor. Irak ve Suriye topraklarında yapılan operasyonlara ses çıkarmıyorlar. Son dönemde terör etkisiyle hayatını kaybeden asker veya diğer kişi sayısı sıfır olmasa iki elin parmağına kadar düşmüş durumda. Teröristler silah bırakmazsa bu onların sonu olacak, pazarlık şansları yok.
Şimdi bazı sorular soralım:
Terör örgütü neredeyse bitmişken ve çok başarılı operasyonlar yapılıyorken bu sürece ihtiyaç var mıdır?
Teröristlerin teslim olma ya da yok olma dışında bir seçenekleri olmadığına göre iktidarla pazarlık yapma şansları var mıdır?
25 yıldır cezaevinde tecritte olan terör örgütü kurucusunun hâlâ örgütte etkin olması mümkün müdür?
Bu sorulara verilecek cevap elbette hayır olacaktır. Bu durumda sorarız nereden çıktı, neden icap etti bu çözüm süreci?
Bizce cevap şudur: 1969’dan bu yana planladığı her şeyi 15 Temmuz 2016 bahanesiyle gerçekleştiren siyasi partinin yapamadığı tek şey yeni Anayasa’dır. Tüm darbeciler anayasa yapmasına karşın iktidar, 20 Temmuz 2016 OHAL Darbesi’nden sonra ancak kısmi değişiklik yapılabilmiştir. Siyasi iktidar, kanuni ve fiili kazanımlarını değiştirilmesi pek mümkün olmayan bir Anayasaya değişikliğiyle sağlama almak istemekte ve fiili rejim değişikliğini kalıcı hale getirmek istemektedir. Türkiye artık ne cumhuriyettir ne devletçidir ne halkçıdır ne milliyetçidir ne laiktir ne de hukuk devletidir. Bir partinin çok büyük çiftliğidir. Rejim değişikliğinin hukuki temele bağlanması ve kalıcılığının sağlanması için iktidarın desteğe ihtiyacı vardır ve o desteği verenin kim olduğu önemli değildir. Zira onlar için amaca giden her yol mübahtır.
Bu planın amaçlarına hizmet etmeyeceği ortaya çıktığı anda plan anında rafa kaldırılacaktır. O zaman ortaklar da aktörler de pul gibi harcanacaktır. Sonra hamaset söylemleri, vatan-millet naraları tekrar atılacak, “savaş” tekrar başlayacaktır. Olan ise süreç başarılı olursa ülkeye ve hepimize, başarısız olursa hayatını kaybedecek asker ve diğer vatandaşlara olacaktır.
Hatırlanırsa önceki çözüm sürecinden sonra kardeşim Yüzbaşı Ali ALKAN’ın Osmaniye’deki cenaze törenindeki haklı söylemim iktidarın çok zoruna gitmiş ve 20 Temmuz OHAL Darbesi’nden sonra “şehit” kardeşi “terörist” ilan edilmiştir. O günden bu yana şahsıma türlü yaptırımlar uygulandı ve uygulanmaya devam ediliyor.
İşine geldiğinde şeytana melek, meleğe şeytan diyenleri, varsa, vicdanlarına havale ediyorum. Unutmuyorum, Ali’nin ve daha nice canların ahı ve günahı, silah bırakmamış terör örgütüyle müzakere eden siyasilerin boynundadır. Siyasi emelleri için Ali’nin ve benim hakkıma girenlere hakkımı helal etmiyorum!