Hüseyin Çelik, Abdülhamit ve Erdoğan…
Önceki hafta “parti içi muhalif (!)” AKP’li Hüseyin Çelik, katıldığı bir televizyon programında epey Abdülhamit eleştirisi yaparak gündeme geldi.
Hüseyin Çelik, AKP kurucusu olmasının yanında, önceki yıllarda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Millî Eğitim Bakanlığı makamlarında da bulunmuş bir isim. Siyasetçi kimliğinin yanı sıra akademisyen de olan Çelik’in basına yansıyan Abdülhamit tezlerini, daha kapsamlı olarak ele aldığı, yakın zaman önce yayımlanmış “Sultan Abdülhamid” adlı bir kitabı da var.
Tabii ki siyasette hiç kimse, hiçbir adımı durduk yere atmaz, kimse sırf aklına öyle estiği için konuşmaz ya da o gün canı öyle istediği için tarihten bir sayfa açıp eleştirel tezlerini kamuoyuna arz etmez. Dolayısıyla Hüseyin Çelik’in Abdülhamit eleştirilerinin de elbette güncel bir anlamı ve nedeni var. Nitekim Çelik’in eleştirilerinin görünür Abdülhamit seviyesinin bir alt katmanına baktığımız zaman gördüğümüz şey, kendisinin Tayyip Erdoğan’a karşı gelişen eleştirel tavrıdır.
II. Abdülhamit’in ülkeye en çok yol, köprü vs. yapmış padişah olduğunu ama bunun insanların baskı altında tutulmasını örtemeyeceğini vurgulamaktan çekinmeyen Çelik, bugün yaşananın da çok benzer bir istibdat rejimi olduğunu belirtmekten imtina etmiyor. Abdülhamit istibdadı ve benzeri rejimlerin, “Yedi düvel bize karşı, siz de içeriden parazit yapmayın,” diyerek baskıyı meşrulaştırdığını çok doğru bir şekilde de tespit ediyor. Abdülhamit rejimini ve günümüzdeki karikatürünü karşılaştırdığı rejimlerin ise Rusya ve Çin olması da yine bir o kadar haklı ve isabetli.
Çelik, Abdülhamit ve Erdoğan eleştirisini o kadar ustalıkla harmanlıyor ve vatandaşa sunuyor ki, konuşurken kimi zaman hangisinden bahsettiğini anlamak da güçleşiyor. Ve aslında aynı anda ikisinden birden bahsediyor.
Fakat Hüseyin Çelik’in ne dediğini ve ne yapmak istediğini tam anlamıyla çözebilmek için, Abdülhamit tezlerindeki güncel siyasî göndermelerinin de ötesine geçmemiz şart. Hüseyin Çelik’in kendi İslamcılığı açısından yaptığı Abdülhamit değerlendirmesi, daha doğrusu Abdülhamit’i İslamcılıktan aforozu ile başlayalım…
Çelik: “Dini siyasete alet etmede Abdülhamit’in eline kimse su dökemez…”
Aslında görünüşe göre Hüseyin Çelik’in kendisi de İslam ve Müslümanlık ile İslamcılık arasında bir ayırım yapmakta. Fakat Abdülhamit’in gerçekte tam Batılılaşmış bir figür olması dolayısıyla, İslamcılığı da samimi yapmadığı üzerinde özellikle duruyor. İslamcılığı, zayıflamış ve zor durumdaki Osmanlı Devleti’nin sarıldığı bir ideolojik-politik duruş olarak değerlendiriyor.
Ama burada, bir Saidi Kürdî hayranı olan Hüseyin Çelik’in, üstadının çok sevdiği şekilde bir üslup geliştirerek politika yaptığını görüyoruz. Anlatımı epey bulandırıyor, kendisinin İslamcılığa mı karşı olduğu yoksa sadece Abdülhamit tarzı İslamcılığı mı eleştirdiği ya da onu, kendi standartlarına uygun “İslamcılık adı verilmeyen Nurcu-Saidi Kürdîci İslamcılık”tan uzak bulduğu için mi aforoz ettiği açıkça anlaşılmıyor.
Ama biliyoruz ki, Nurculuk-Saidi Kürdîcilik tam olarak budur. İslamcılık yapıp siyasal İslam’a hatta siyasetin kendisine karşı olduklarını ilan ederler. Tarikatçılığın en halis örneğini uygulayıp tarikat olmadıklarını iddia ederler. Hüseyin Çelik’i ve sözlerini değerlendirirken onun Nurcu altyapısını ve buradan temellenen taktik ve söylemlerini gözden uzak tutmak bizi yanıltabilir.
Çelik’in Abdülhamit ve İslamcılık hakkındaki ifadelerinin bazıları şöyle:
“Mesela Yavuz Sultan Selim’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın İslamcılık yapması söz konusu muydu? Hayır. Çünkü bütün dünyadaki Müslümanlar, onların eline bakıyor. Güçlüydüler fakat bu hilafet politikası ve İslamcılık politikası zayıflamış, çökmeye yüz tutan Osmanlı Devleti’nin ideolojisidir.”
Gerçekten de II. Abdülhamit’e kadar Yavuz Sultan Selim’den bu tarafa gelmiş geçmiş sultanlardan, aynı zamanda halife olduğunu hatırlayıp bunu siyasetinin merkezî ögesi yapmayı seçen kimse çıkmamıştır. Bu açıdan Çelik tamamen haklıdır. Ve aşağıdaki tespitlerinde de haklıdır. Abdülhamit, hilafeti kullanmak için gündeme getirmiştir:
“Osmanlı Devleti dışındaki bütün Müslümanlar, İran’ı hariç tutarsanız esaret altındadır. Ya İngilizlerin ya Fransızların bir şekilde esareti altındadır. Bu esaret altındaki insanları Sultan Abdülhamit, diğer ülkelere karşı bir koz olarak kullanmaya çalışıyor. Yani menfaate dayalı bir politikadır.”
Fakat acaba Abdülhamit gerçek bir Şeriatçılık gütseydi o zaman Saidi Kürdî tilmizi Hüseyin Çelik’in değerlendirmeleri nasıl olurdu? Yine “İslamcılık zaten İslam değildir,” diyerek karşı mı çıkardı? Burası yine belirsizdir. Ve Çelik şu noktaya kadar ulaşıyor:
“Abdülhamit’in hilafet politikası içten, samimi bir politika olarak görülmemelidir. İslamcılıkla Müslümanlık farklı şeylerdir. Dindarlıkla dincilik farklı şeylerdir. (…) Dini siyasete alet etme konusunda Sultan Abdülhamit’in eline kimse su dökemez.”
Kürt Hüseyin Çelik’in Türk padişahtan hoşlanmama refleksi
Hüseyin Çelik, Vanlı bir Kürt aileden yetişmiş biri. Sadece bir etnik köken meselesi de değil bu. Hüseyin Çelik’in Kürtlük damarı epey baskın bir isim olduğunu da biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinde bakanlık yaptığı dönemlerde bile, Barzani’nin televizyon kanalı kendisine Kürtçe soru sorarak mikrofon uzattığında Kürtçe yanıtlamak gibi gayet bilinçli ve sembolik tavırlarla öne çıkmayı da çok iyi bilen bir siyasetçi.
İslamcı bir Kürt’ün ya da bir Kürt-İslamcının, normal koşullar altında Abdülhamit’i savunduğu hallerde bile aslında içten içe halifeliği ve/veya İslamcılığın liderliğini bir Türk padişahın ele almasından pek hazzetmediği açıktır. Dolayısıyla bu kadar Arap/Kürt seyit, Nakşî şeyhi ya da bizzat Saidi Kürdî’nin kendisi dururken bu payenin Abdülhamit şahsında Türkler tarafından ele geçirilmesi elbette Çelik açısından bir rahatsızlık kaynağıdır.
Her ne kadar Abdülhamit, Kürt aşiretlerine Hamidiye Alayları kurdurarak döneminde “Bave Kurdan – Kürtlerin Babası” lakabını edinmiş ve Kürt-İslamcılığın önünü açmış olsa da bu böyledir. Abdülhamit, Kürt-İslamcı ya da Saidi Kürdîci açısından sadece bir geçiş aşaması, Kürt-İslam faşizmine doğru yönelmiş bir atlama taşı olabilir.
Evet, Abdülhamit biz Atatürkçüler, laikler, Türk cumhuriyetçileri açısından makbul bir tarihsel kişi değildir. Kürt-İslamcı Hüseyin Çelik açısından da değildir. Ama gerekçeleri, bizim gerekçelerimizin zıddıdır.
Nurcu Çelik’in, Saidi Kürdî’yi tımarhaneye atan Abdülhamit’e nefreti
Hüseyin Çelik, Abdülhamit eleştirisinde doğru şeyler de söylüyor. Gerçekten, onun da belirttiği gibi Abdülhamit devrinde Osmanlı İmparatorluğu bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzölçümünün iki katından fazla toprak kaybetmişti. Devletin tarihindeki tüm borçların beşte biri onun devrinde alınmıştı. Yönetilemeyen ekonomi, onun devr-i saltanatında IMF’nin şartlarının katbekat ağırlarıyla Batılılara teslim edilmiş, devlet Muharrem Kararnamesi ile iflas bayrağını çekmişti.
Ama Hüseyin Çelik’in tüm bu doğru eleştirilerinin ve bunları dayandırdığı gerçek olguların ötesinde duyduğu Abdülhamit nefretinin kökeninde, bir başka tarikat taassubu ve aşağılanmış şeyhinin itibarı için intikam gayreti var. Evet, mesele Saidi Kürdî ile Abdülhamit arasındaki ihtilaftır.
Saidi Kürdî’nin en büyük hayali, Mısır’daki meşhur El Ezher Medresesi’ne bir kardeş kurum olmak üzere Kürtçe, Arapça ve Türkçe din eğitimi verecek bir medreseyi Van Gölü kıyısında kurmaktı. Bu şeriat okulunun adı da “Medreset’üz-Zehra” olacaktı. Bugün, Vanlı Kürt Nurcu Hüseyin Çelik’in de ilişkili olduğu bilinen Nurcuların Kürtçü kolu Med-Zehra Grubu da adını bu Kürtçü-Nurcu distopyasından alır.
Hayalinin peşinde İstanbul’a kadar gelen Saidi Kürdî, 1907 senesinde bu Kürtçe eğitim verecek “molla fabrikası” projesini Sultan Abdülhamit’e arz eder. Fakat karşısındaki Kürt ırkçısı mollanın ileri derece bir meczup da olduğunu anlamakta gecikmeyen Sultan, kısa bir süre sonra onu (Kürdî’nin kendi ifadesiyle) “tımarhane”ye kapattırır! Hüseyin Çelik’e kadar Nurcular, bu olayı sineye çekip dışarıya karşı durumu kurtarmak adına Abdülhamitçi görünseler de anlaşılan odur ki artık bayrak açmışlar. Ya da en azından Çelik, kendi adına bu tarikat sırrını ifşa etmek pahasına, Abdülhamit nefretini ortaya koymuş…
Çelik’in asıl düşmanı Hamidizm ya da Erdoğanizm değil, Kemalizm!
AKP’den ayrılıp şimdi Tayyip Erdoğan muhalifi olan birçok kesimde Erdoğan’ın diktatörlüğünü Kemalizm’le özdeşleştirme eğilimi, daha doğrusu saptırması var. Bu çarpıtmayı en tekemmül etmiş haliyle Karar gazetesinin kimi İslamcı-“demokrat” kalemlerinin sıkça yazdıklarından takip etmek mümkün.
Bunlar açısından “Erdoğanizm” adını verdikleri bugünkü İslamcı AKP diktatörlüğü, aslında 1930’ların Kemalizm’inin muhafazakâr bir versiyonundan ibaret. İşte Hüseyin Çelik’in “Hamidizm” tezleri de tam da buraya eklemlendiği zaman bir anlam ve işlev kazanıyor. Karar, Davutoğlu, Babacan vs. taifesinin “Erdoğanizm-Kemalizm çizgisi” iddiası, başına bir de “Hamidizm” eklenerek, yere sağlam basacak bir “Hamidizm-Kemalizm-Erdoğanizm” teorik-tarihsel sacayağına dönüştürülmek isteniyor.
Hüseyin Çelik’in ifadeleri şöyle:
“Kemalizm’e bir çeşit reaksiyon olarak Hamidizm ortaya çıkarıldı. (…) AKP kitlesi içerisinde de muhafazakâr bir Kemalizm’e kayan bir hayli insan var.”
İşte Çelik’in kurduğu döngü, absürt tez-antitez-sentez ilişkisi bu: Geçmişte Çelik’in samimi bulmadığı bir İslamcılık olarak otoriter Hamidizm var. Bunun ardından yine otoriter ama laik, cumhuriyetçi, ulusçu Kemalizm geliyor. Bunun da ardından ikisinin karışımı, Kemalizm’in muhafazakâr versiyonu olarak Erdoğanizm ortaya çıkıyor…
Çelik’in, Abdülhamit’le Erdoğan arasında benzerlik kurarak bazı sonuçlara varmasını, Nurculuğu, Kürtçülüğü, Saidi Kürdîciliği dolayısıyla Abdülhamit düşmanı olmasını vs. her şeyi normal karşılamak, kimi zaman da kendi iç mantığı dâhilinde ona hak vermek bile mümkün. Ama işin içine Kemalizm’i karıştırdığı zaman bu Hüseyin Mele’ye “artık yeter” demek şart oluyor.
Saidî Kürdîci-Nurcu gericilik ile Abdülhamitçi, Erdoğancı-Nakşî gericilik arasındaki tarikat kavgasına Atatürk’ün ve Kemalizm’in adını karıştıramazsınız. Buna izin yok!
Kemalizm, geçmişte “Hamidizm”i de “Vahdettinizm”i de tasfiye eden milliyetçi, devrimci, laik ve cumhuriyetçi güçtü. Dış güçlerle denge numarası yapan gericilik de, açıktan tam teslimiyetçilik de, hatta AKP’nin zaman zaman örnek aldığı İttihatçı maceracılık da (ki son tahlilde hepsi de padişahçı, ümmetçi, Osmanlıcıydı…) Kemalist Cumhuriyetçilik tarafından tarihe gömüldü. Önümüzdeki dönemde de Nurcu’sundan, Nakşî’sine, Hüseyin Çelik’inden Tayyip Erdoğan’ına kadar, geçmişin bugünde yaşayan tüm karikatürleri de Kemalizm tarafından tasfiye edilecek. Haberiniz olsun…