Son dönemlerin en büyük zam dalgası gelmişken, düşürüldüğü söylenen enflasyon yeniden artmaya başlamışken bu sürece tepkinin muhalefetten değil, iktidar bloğunun kendi içinden gelmesi Türk siyasetinin durumunu gözler önüne seriyor.
Sıradan muhalif vatandaş “Oh olsun!” diyerek rahatlamaya çalışırken, muhalif partiler de suskunluğu tercih ederek benzer bir tutum içine girmiş durumdalar.
CHP ve İYİ Parti İl Başkanlıklarında yapılan basın açıklamaları gelebilecek eleştirilerin önünü kesmek için yapılmış bir formaliteden öteye geçmiyor.
Muhalefet “gönülsüz” yapıldığı için, öne çıkan şey iktidarın kendi içinden gelen tepkiler oluyor.
Seçimlerden önce “sandığın bir fırsat olduğu, sokak siyasetinin iktidarın işine geleceği” söyleniyor ve muhalefet gündem yaratacak aktif bir siyasetten uzak tutuluyordu. “Sokağın bir tuzak” olduğuna dair yapılan sağcı propaganda neredeyse bütün muhalefetin üzerine sindi ve tartışılmaz bir doğruymuşçasına kabullenildi.
“Tuzağa düşmedik”, sandığa gittik ama yine iktidar kazandı. Ancak görülüyor ki böylesi bir deneyim bile muhalefetin bakış açısını değiştirmedi.
Oysa yaşadığımız süreç uzun sürecek ekonomik bir yıkım sürecinin sadece başlangıcı. İktidar halka daha fazla yük binmeyeceğini söylese de göstergeler iyiye doğru değil kötüye doğru gidiyor. Ve elbette bunun faturasını da halk ödeyecek.
Dünyanın her yerinde muhalefetin güçlenmesi açısından “fırsat” olabilecek böylesi bir süreç, Türkiye’de muhalefetin değil iktidara duran yakın farklı unsurların işine yarıyor. Seçimlerden önce devlet kurumlarının kapısına dayanan Kılıçdaroğlu, böylesi bir zamanda partisinin genel merkezinde oturmayı tercih etmesi son derece manidar!
“Sokak korkusu” tam olarak böyle bir şey. Böyle bir dönemde atılacak bir adım kısa sürede kitleselleşebilir ve geniş halk yığınlarını harekete geçirebilirdi.
Toplumun bilincinin dönüşmesine sebep olacak ana neden salt “rahatsız edici olaylar” değildir; kitlelerin böylesi olaylarla karşılaştığında tepki gösteren güçlü bir muhalefetin varlığına şahit olmasıdır.
Muhalefetin verebileceği tek şey “vaat” değil; hatta parlak vaatlerin etkili olmadığını da yakın zamanda gördük.
Halkın yeni bir bakış açısına erişmesi, “kötü günlerin yaşanması” ve bu kötü günlerin geleceğini önceden haber veren birileri sayesinde olmayacak. “Haklı çıkmak” önemli ancak yeterli değil.
Yoksullaşmaya ve zamlara karşı yapılacak kitlesel gösteriler, mitingler ve meydanlardaki standlar çok daha fazla ses getirebilir; yapılacak basın açıklamalarını daha anlamlı hale getirebilirdi.
Öne çıkarılacak sloganlar çok kısa sürede kök salabilir ve siyasi bir dönüşüme aracılık edebilirdi.
İktidara oy vermiş milyonlarca seçmen ciddi bir endişe yaşamakta ve seçim öncesi çizilen “felaket senaryosuna” ait önemli işaretler görmektedir.
Türkiye tam da böyle bir dönemden geçiyor.
Ancak “Mutfakta yangın var!” videoları çekerek, “boş tencere” paylaşımları yaparak siyasi dengelerin değişeceğini düşünmek fazlasıyla kolaycılık olur. Kendisini ekonomik muhalefetle sınırlayanlar bile farklı alanlar açmak zorundalar.
Siyaseti sadece sandığa endeksleyerek sokaktan kaçan anlayış, öngördüğü “çok kötü günler” geldiğinde istese de güç yaratamaz.
“O anı” beklemek, beklerken de tweet atmak kişisel bir tatmin yaratabilir ancak Türkiye’nin geleceğinde bir etkisi olmayacak.