Erzincan’ın İliç ilçesindeki Çöpler Altın Madeni’nde yaşanan kazanın üzerinden bir ay geçti.
Bir aylık süreçte yaşananlar, “madenciliğin fıtratında ölüm olduğu” gibi tarihe geçen bir yaklaşımın AKP Türkiye’sinde artık sıradanlaştığını ortaya koyuyor.
Madenciliğe yatırım yapan şirketler de, bu şirketlere izin veren devlet bürokrasisi de herhangi bir kaza karşısında sorumlu tutulamayacakları bir işleyişe tutunmuş durumdalar. Böylesi bir “rahatlık”, bu tür kazaların sorumluluğunun sadece “çalışan personele” yüklenmesine imkan sağlıyor.
Nitekim İliç’te de böyle oldu.
İşletmeci de, Bakan da sorumlu değilmiş(!)
Altın madenin işletmecisi Anagold’un %80’lik hissesine sahip olan Kanada şirketi SSR Mining, kazadan dolayı herhangi bir sorumluluk kabul etmedi. Küçük ortak olan AKP’ye yakın Çalık Grubu’na dahil Lidya Madencilik de kendilerinin sadece “yatırımcı” olduklarını ve sahayla ilgili herhangi bir sorumluluk taşımadıklarını söyleyen bir açıklama yayınladı. Madene izin verdiği gerekçesiyle tepki gösterilen önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurumise “Çevre Bakanlığı’nın madene ruhsat verme yetkisinin olmadığını ancak çevresel etkilerle ilgili söz sahibi olduğunu” söyleyen bir savunma yaptı.
Maden açılmadan önce bölge halkını ikna etmek adına “para dağıtanlar”, Erzincan Üniversitesi ve Erzincanspor gibi kuruluşlara maddi destek sağlayanlar ve elbette bunlar yapılırken onlarla poz vererek “bölgesel kalkınmayı” sağladıklarını söyleyen AKP’li kodamanlar sırra kadem basmış durumda. Bir taraf sadece “yatırımcı” olduğunu, diğer taraf da sadece “imzacı” olduğunu söyleyerek tüm sorumluluğu maden çalışanlarının üzerine yıkmanın peşinde… Şimdiye kadar kazadan dolayı sekiz çalışanın tutuklanmış olması bunun bir göstergesi.
Kazanın yaşandığı günün sabahında olası bir facia öngörülmüş ve Kanada şirketinin ABD’de bulunan merkezi de haberdar edilmiş olmasına rağmen kazanın önüne geçilmemiş; kaza sonrasında başlayan soruşturmada ise şirketin Türkiye temsilcisi serbest bırakılmıştı.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki’nin kazanın üzerinden bir hafta geçtikten sonra olay bölgesine gelmesi; İliç’e gelmek yerine seçim çalışmalarına katılması da AKP’nin maden kazasıyla ne kadar “alakadar” olduğunun ispatlıyor.
Kazayı engellemeyen AKP, uyaranları engelliyor!
İliç’te yaşanılan bir “maden kazası” değil; işçilerin ve madenin ilk açıldığı tarihten bu yana tehlikeyi kamuoyuna duyurmaya çalışan Sedat Cezayirlioğlu gibi isimlerin açıklamalarıyla anlaşıldığı üzere ortada büyük bir “iş cinayeti” var.
Binali Yıldırım gibi siyasetçilerin, Türkiye’yi talan eden uluslararası şirketlerin ve tüm bu zinciri “yasallaştıran” AKP bürokrasisinin ortak olduğu bir suç yumağı söz konusu.
Dokuz maden çalışanının yığın altında kalmasını “kader planı” olarak gösteren iktidarın yaptığı şey ise gerçekleri halka ulaştırmaya çalışan insanları “hukuk sopası” kullanarak tehdit etmek.
Çektiği videolarla madenin iç yüzünü halka anlatan Sedat Cezayirlioğlu gibi bir ismin kazadan sonra gözaltına alınması; madene çok yakın olan köyüne girmesine engel olacak bir mahkeme kararının çıkarılması “devletin gücünün kime yettiğini” gösteriyor.
Erzincan’daki siyanür madenine ilişkin soruşturma sürerken Emniyet Genel Müdürlüğü faciaya yönelik paylaşımlar hakkında soruşturma başlatmış; bunun sonucunda da 45 sosyal medya paylaşımı “milli güvenlik ve kamu düzeninin korunması” gerekçesiyle erişime engellenmişti.
Bunlardan bir tanesi de Genç Türk’ün Murat Kurum’u hesap vermeye davet eden bir tweetiydi.
Sosyal medya paylaşımları konusunda bu kadar “duyarlı” ve dikkatli olan devlet, bu kadar emeği İliç’teki altın madenini denetlemek için harcamış olsaydı dokuz maden çalışanı toprak altında kalmayacaktı.
Her ne kadar Çevre Bakanlığı madende düzenli olarak denetim yapıldığını ve maden işletmesine ceza kesildiğini söylese bile, “ortadaki sonuç” bu açıklamayı yalanlıyor.
Dev proje değil korku filmi
Yine basına düşen bir habere göre Çevre Bakanlığı’nın madenin denetimini devrettiği Ore Mineral adlı şirket Akkuyu Nükleer Santrali’nde de çalışıyor.
Bazı gerilim filmlerinde vardır; filmin başlangıcında ve ilerleyen sahnelerde ara ara, örneğin kopmak üzere olan bir asansörün kayışı gösterilir. İzleyici her asansör kayışı sahnesinde o kayışın kopmasını bekler ve çoğu zaman da o kayış kopar.
AKP’nin “dev projeleri”ni işte böyle izliyoruz.
İliç’te maden faciasına yol veren zihniyetin, Akkuyu Nükleer Santrali’ni yaptığını düşünmek gerçekten de kabus gibi.
“Ama Akkuyu’yu Ruslar yapıyor” diyenler olabilir, İliç’teki madeni de Kanadalılar yapmıştı.
Kendi halkını önemsemeyen bir iktidarla iş yapan uluslararası şirketler, yatırım yaptıkları ülkeye, o ülke iktidarından daha fazla önem vermezler.
Çevre Bakanlığı’nın işletmenin çevre iznini ve lisansını iptal etmesine rağmen, konunun asıl muhatabı olan Enerji Bakanlığı’nın işletme ruhsatlarını iptal etmemesi, gelecekte ne planlandığını açıkça gösteriyor: Kazanın gündemden düşürülmesi ve unutulmasının ardından madeni yeniden açmak.
Toplum, her türlü ihmalkârlığı “kader planı”na bağlayan bir pişkinlikle yoğruluyor. Rahatlıkla yalan söylemek sıradan bir iş haline gelmiş durumda.
Bölgedeki çalışmalar hakkında verilen “bilgiler” de bu türden… “Heyelan” olabileceği gerekçesiyle çalışmaların askıya alındığını söylemek bunun bir örneği.
Liç yığınının kalkması mümkün değil
Videolarda kaydığını görüp dehşete düştüğümüz “yığın”ın neredeyse sekiz kat fazlası maden sahasında bulunuyor. Yani “heyelan” tehlikesi “geçici bir durum” değil; bu tehlikenin tümüyle ortadan kalması için binlerce kamyonun neredeyse bir yıl boyunca hiç durmadan liç taşıması gerekiyor.
Kayan yığın, buz dağının sadece küçük olan yüzü…
Bu kadar basit bir gerçeği bile halktan gizleyen, “arama çalışmalarının devam ettiğini” söyleyerek ailelere “en azından bir mezar yeri” umudunu vermekten utanmayan bir zihniyetin gerçeği söylemeyeceğini fazlasıyla biliyoruz.
Kabile rejimi ve susturulan toplum
AKP iktidarının en çok korktuğu şey ise “halkın korku ve paniğe sevk edilmesi”.
Çernobil kazasından sonra Rus devletinin yaptığı ilk şey, “kazayı gizlemek” olmuştu. Birçok ülke kazadan günler sonra haberdar oldu.
Sosyal medya ve akıllı telefonların olduğu bir çağda AKP iktidarının da en az Ruslar kadar başarılı (!) olduğunu görmek gerekiyor. Depremde, selde, maden kazasında bunu yaşıyoruz.
İliç ahalisi yeterince korkuya sevk edilmiş olsaydı, maden şirketi denetimin maliyetini üstlenmek zorunda kalacak, AKP bürokrasisi de hesap vermek zorunda kalacağını bildiği için buna göre adım atacaktı.
Muğla’da okuyan üniversite öğrencileri Sıtkı Koçman Üniversitesi Mühendislik Fakültesi’ndeki hocalarının Çöpler Altın Madeni hakkında hazırladıkları olumlu raporun gerekçesini sorabilecek, başka bir maden için olumlu bir ÇED raporu hazırlayacak başka bir akademisyen daha dikkatli olmak zorunda kalacaktı.
Madene ruhsat veren bakanlar da, maden işletmecileri de hesap verecekti. Ancak bir kabile rejiminde elbette bu mümkün değildir.
Tam da bu dönemde Çorlu tren katliamı sırasında TCDD Taşımacılık A.Ş genel müdürüyken görevden alınan Veysi Kurt’un bu kez genel müdürlük görevine getirilmesi tam da AKP’ye yakışacak türden bir mesaj, değil mi?