II. Elizabeth, İngilizler ve biz
Britanya’nın 70 yıllık monarkı Kraliçe II. Elizabeth’in 8 Eylül’deki ölümü, tüm dünyada yankılanıyor. Bu satırlar yazılırken Westminister Kilisesi’ne yeni getirilen kraliçenin naaşı halkın ziyareti için sergilendikten sonra 19 Eylül’de defnedilecek. İşte bu yüzden güneş batmayan imparatorluğun ölmek bilmeyen kraliçesinin bitmek bilmeyen cenaze merasimi, uzatmalı olarak dünya gündemini meşgul etmeye devam ediyor.
Elizabeth Windsor’un cenazesi İskoçya’nın orta yerindeki Balmoral Şatosu’ndan Londra’ya doğru son yolculuğuna çıkarken, İngiliz kraliçesinin ne anlam ifade ettiği üzerine her ülkede insanlar kendi penceresinden düşünmeye ve tepki vermeye başladı. Bir ülke hariç. Hangisi olduğunu biliyorsunuz. Buraya döneceğiz.
Aslında Başyazarımız Gökçe Fırat, 8 Eylül akşamı gibi erken bir ânda tarihe düşülmesi gereken notu düşmüştü: “Siyasal İslamcıların ve Kürtçülerin başı sağ olsun: Kraliçeniz öldü…” Somut, pratik aklın gereği gerçekten de bu tavırdır. Kraliçe, emperyalizmin kraliçesiydi. Tüm dünyada sömürgeci geleneğin temsilcisi ve hâmisiydi. Elbette bizdeki Siyasal İslamcılık ve Kürtçülük belasının da.
İşte biz Türkler de emperyalizme, hem de bunun ilk büyük küresel örneği olan İngiliz emperyalizmine ilk dayağı atan büyük ve köklü bir milletiz. Boynumuza geçirilmiş İngiliz ilmeğinden kurtulduk ve kendi cumhuriyetimizi kurup modern bir ulus olarak küllerimizden doğduk. Bir daha boyunduruk altına girmemek ve tebaa olmamak için. Ne Osmanoğullarına, ne Windsorlara, ne de bir başkasına. Bunun için Mustafa Kemal’in askeri olduk ve ölüm kalım savaşı verdik. Hem İngiliz’le savaştık, hem İngiliz’in ortağı Fransız’la. İngiliz’in kuklası Yunan’la da İngiliz’in müridi işbirlikçi tarikatlarla da İngiliz’in oyuncağı Kürt şeyhleriyle de İngiliz beslemesi hain Vahdettin’in Kuvayı İnzibatiyesi ile de.
İngiliz, yeri geldi Muhipler Cemiyeti’yle ikna etmeye, yeri geldi İnzibatiye ile baş eğdirmeye, bir yandan kukla Yunan’la yok etmeye, öbür yandan Kürt-İslamcı isyanlarla parçalar koparmaya, güçten düşürmeye çalıştı. Hatta Anafartalar’dan beri gözüne kestirdiği Mustafa Kemal’i öldürtmek için defalarca suikastçı da gönderdi.
Ama kralıyla, lorduyla, soylusu soysuzuyla, şövalyesi soytarısıyla bin yıllık monarşinin ve 300 yıllık imparatorluğun bileği büküldü işte! Bununla birlikte Türklerin Britanya İmparatorluğu’na verdiği hasar, göründüğünden çok daha derindir. 20. yüzyıl, tüm sömürgelerde ulusal kurtuluş ve isyan çağı oldu.
Atatürk, savaşı bir savaş ağası olarak değil, bir ulusal önder olarak yönetmişti. Cephede olağanüstü yetkili Başkomutanlığında bile ulusun tek temsilcisi olan TBMM’yi bilgilendirmekten, yani milletine hesap vermekten geri durmamıştı. Alt edilen sadece İngiliz’in sahaya sürdüğü Yunan, Rum, Kürt, şeriatçı çeteler değildi. Atatürk, İngiliz’in monarşik aklını da yerle bir etmiş, cumhuriyeti Samsun’dan itibaren adım adım yeşertmişti.
Kalıtsal iktidar, geleneksel Türk nefreti
Yani çelişki ortada, saflar bariz, görüntü berrak. Esasen müteveffa kraliçenin kendisi bu hususta son derece netti. Kraliçe’nin geçtiğimiz sene kaybettiği kocası Edinburgh Dükü Prens Philip, dosdoğru Türk milletini ilgilendiren bilinçli bir eş tercihidir ve tam da saydığım nedenlerden ötürü tarihî bir hıncın ilkel monarşik dışavurumudur.
Philip, 1921’de Korfu (Kefere) Adası’nda Yunanistan Prensi olarak doğdu. Amcası Kral I. Konstantin, İngiliz desteğiyle Anadolu’daki vahşi işgali genişletme emrini verirken, babası Prens Andrea da emrindeki süvarilerle Anadolu’daki Türk soykırımını bizzat yürütüyordu. Sakarya hezimetinden sonra Eskişehir ve Polatlı’yı yakan Prens, denize döküldüğü İzmir’e kadar yakmaya devam etti. Tıpkı hain Vahdettin gibi Andrea’ya da bir İngiliz zırhlısı sahip çıkmasaydı, muhtemelen Atina’da Hacıanesti gibi idam edilecekti.
Ve Prens Andrea, çocuklarını öyle ırkçı yetiştirdi ki, Philip’in dört kız kardeşi de ileride Nazi partili Alman soyluları ile evlenecekti. İşte ancak böyle bir babanın oğlu İngiliz Kraliyet Donanması’nda, II. Elizabeth’in kalbinde ve kılı kırk yaran İngiliz monarşisinin gözünde yer edinebilidi. Elbette soyluluk armasındaki Yunan bayrağı da… Hitler’in İngiltere’ye saldırması bile bu evlilik tercihine gölge düşürememiştir.
Peki, Britanya monarşisi, 100 yıldır engel olamadığı çöküşünün tetikleyicisini kararlılıkla tespit edip tüm kurumsal hafızasını devreye sokarken, en sembolik kararlarını bile buna göre alırken Türkler ne âlemde? Meseleyi herkes böyle gördü sanıyorsanız epey iyimsersiniz.
Her şeyi görüp bir şeyi görmeyenler
Uzun süredir birçok konuda olduğu gibi, II. Elizabeth’in ölümü konusunda da özgün, makul, anlamlı bir bakış açısı Türk kamuoyuna hâkim değil. Yılların magazin birikimi bizim gibi duygusal bir toplumda hafızayı bir nebze ekarte etmiş gibi. Kendini Prenses Diana ile özdeşleştirip II. Elizabeth’te kaynanasını gördüğü için “Oh!” çeken çilekeş teyzeleri ve Kraliçe’nin tüm dünyayı bizzat yönettiğini sanıp büyük resmi gören derin dayıları çok irdelemeye gerek yok. Yine de Türk kamuoyu geleneksel olarak İngiliz karşıtıdır. Ama kamuoyuna etki edenler için aynı şeyi söylemek zor.
Bu yazıyı yazarken aklıma gelen “Kraliçe öldü, yaşasın cumhuriyet” sloganının bir benzerini sosyalistlerin BirGün’ünde görünce midemi bir ekşime aldı. BirGün yine yapmış yapacağını. 10 Eylül tarihli, “II. Elizabeth öldü, yaşa cumhuriyet” başlıklı haberde İngiliz, İskoç, İrlandalı sosyalistlerin tepkilerine yer verilmiş. Britanyalı solcular kraliyetin yerine cumhuriyeti istiyormuş. Tek başına bu haberde bir gariplik yok. Ama Britanya monarkıyla savaşarak ilk ulusal kurtuluşu ve cumhuriyeti gerçekleştiren Atatürk’e “burjuva” diye burun kıvıran sosyalistlerin, Britanyalıları cumhuriyete layık görmesi sorgulanmalı. Tüm Marksist koşulları çoktan yerine getirmiş Britanya’da sosyalist iktidarın sırası geldi de geçmiyor mu yoldaş? Yoksa işçi sınıfı şarap gibi mi? Tıpası açılıp fazla bekleyince sirkeye mi dönüşüyor?
Evrensel’in yaklaşımı daha bir evlere şenlik. Kraliçe II. Elizabeth sermayenin hizmetindeymiş. İnanmıyorum! Ben şok! Spot daha fena: Kraliçe 70 yıl boyunca halkının sırtından yiyip içmiş. Bir tam sayfa boyunca, sanki yıllarca solcu olarak lanse edilmiş bir ismin sağcı foyasını açığa çıkarıp bizi uyarıyorlar. Kraliçe aslında sermayeci, tamam mı?
Fakat eziliyor büzülüyor diye ağladıkları da Britanyalılar yani… Türk işçisine bu kadar yanmışlar mıdır bilemiyorum. Gerçi bu Evrenselciler yerleşik Türk işçisinden umudu kesip gönderilme kaygısı yaşayan Suriyelileri örgütleyecekti. Ercüment Akdeniz öyle diyordu en son. Eh, II. Elizabeth’in en son görev verdiği Liz Truss da biraz sığınmacı gönderdi mi devrim çantada keklik! Selam olsun Liz yoldaşa!
Cumhuriyet’te Zülal Kalkandelen de Kraliçe’ye kapitalizm eleştirisi getiren naiflerden. GSYH’den kişi başına yıllık 35 bin sterlin düşen Britanya’da Buckingham’ın yıllık 102 milyon sterlin bütçesi Kalkandelen’e dert olmuş. “Halkın sırtındaki devasa kambur”, diyor. Ne yapalım? 5.500 lira asgari ücretle İngiliz halkına mı ağlayalım? Doğalgaz tasarrufu için beş yıldızlı otellere gelsinler, birlikte ağlarız artık!
Türkiye’nin sosyalistleri ne yapıyor ediyor, dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi, dünyanın en müreffeh toplumlarından biri için ağlıyor. Monarşinin o kadar da sembolik olmaması, skandalları, kanlı mirası, her şeyi ama her şeyi işleniyor. Kenya’dan Hindistan’a güneş batmadan geziyorlar ama bir tek Türkiye’yi görmüyorlar. Daha doğrusu, görmemek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Yalnız, meseleye tam tersinden dalan, Yıldıray Oğur’ların, Alper Görmüş’lerin “Serbestiyet”ine değinmemek olmaz. Serbestiyet, sosyal medya hesabında Kraliçe’nin siyah beyaz fotoğrafını yerleştirerek yas tutan ilkel Arap krallıkları arasındaki yerini aldı. Fakat bu benzetmeyle kalırsak, bunların Kraliçe’yi “liberalizmin ve hür dünyanın” koruyucusu olarak kabul ettiği görüntüsüne kanmış oluruz. Dertleri liberalizm falan değil. Yoksa kaç defa Milton Friedman’ı falan anmışlardır? Serbestiyet’teki sözde liberallerin kaşıntısı tıpkı sosyalistler gibi cumhuriyet ve ulus devlet. Ve nihayetinde Atatürk. Bunlar bizim çimentomuz. Britanya Kraliçesi II. Elizabeth de onların çimentosu.
Madem konu İngilizler, İngiliz edebiyatından, şu sıralar revaçta olan Tolkien’den örnek vererek açıklayalım. Atatürk, kimsenin reddedemeyeceği hepsine hükmedecek tek yüzüğü, yani monarşi yüzüğünü Hüküm Dağı’nın lavlarına gözünü kırpmadan atarak savaşı kazanmıştı. İngiliz monarşisinin Osmanlı coğrafyasında 200 yıldır üzerinde çalıştığı etnik ve mezhepsel adem-i merkeziyetçilik kurgusu, cumhuriyet ve ulus devlet kapsının açılmasıyla paramparça oldu gitti. Tarihçiler, Elizabeth’in 70 yıl boyunca çöküşü idare ettiğini anlatırken siz Sauron’un Barad-dûr’daki kulesinin çöküşünü gözünüzün önüne getirin.
Ve Kraliçe’nin ölümü için yas ilan eden ilkel Arap devletlerine bakın. Windsor’ların akrabası Danimarka monarşisi yas ilan etmezken, Londra’nın güç yüzüğüne bağımlı bu zavallı rejimlerin hali ibret verici olmalı. Sözüm ona liberallik ayağına Kraliçe’nin yasını tutanların Kral Abdullah gibi, Halife El Nahyan gibi, Prens Selman gibi en sefilinden birer yüzük tayfı, yani tebâ gönüllüsü olduğunu görmemek mümkün mü? Serbestiyet’tekiler Kraliçe’ye gözyaşı dökerken aslında 100 yıllık çabaya rağmen muhayyel etnikçiliğin ve tarikatçılığın medfun oluşuna, emperyalist kötülüğün bu millette tutunamayışına ağlıyorlar.
Son bir çift lafımız siyasete gelsin. Britanya monarkının ölümüne sosyal medyadan taziye yetiştiren ilk iki ismin Erdoğan ve Kılıçdaroğlu olması, Türk siyasetindeki tıkanmanın iyi damıtılmış bir özeti gibi. Komik ama aralarında 10 dakika var. Meşum Exeter’li Gül bile taziye bildirmek için ertesi günü beklerken CHP’nin, hem de Britanya ordusuna karşı örgütlenmiş Müdafaa-i Hukuk’un içinden çıkan partinin, –evet, Atatürk’ün partisinin– monarkın ölümüne taziye yetiştirmekte Tayyip Erdoğan ile yarışmış olması vahim. Sonuçta siyasal İslamcıların, kendilerini var edip ayakta tutan İngilizlerle Atatürkçüleri ilişkilendirdiği, büyük bir arsızlıkla bu safsatayı yaydığı bir dönemden geçiyoruz. CHP Genel Başkanı tabi ki siyasi nezaket sahibi olmalı. Ama cenazesi 11 gün süren Britanya Kraliçesi’nin, CHP’den gelecek taziye mesajını acil beklemediği de bilinmeli. Yoksa Kılıçdaroğlu’nun, geçtiğimiz 1 Kasım’da saltanatın (monarşinin) ilgasını görmezden geldiğini unutmuş değiliz ve bu tercihin ardında yatan tehlikeli eğilimlerin farkındayız.