İran, kadınıyla erkeğiyle iki aydır tarih yazıyor. Artık tüm ülke eylem alanı ve kadınlar dışarıda başı açık gezmek hakkını fiilen kazanmış durumda. Tabi ki can vere vere… Kuşkusuz, Humeyni’nin karşıdevriminden sonra bu devrimci bir kazanım. Fakat mesele burada kapanmıyor. İki ayda yüzlerce İranlıyı katleden faşist rejimin geri adım atmaya ve kana doymaya hiç niyeti yok.
Dün Tahran’daki sözde İslam Cumhuriyeti parlamentosu, çok sayıda liseli öğrencinin de dâhil olduğu, sayısı 15 bine yaklaşan gözaltındaki protestocuların idam edilmesi için karar çıkarttı. Yanlış duymadınız. 15 bine yakın protestocu, hiçbir delil, soruşturma, adil yargılama olmaksızın, basit bir el kaldırma prosedürü sonucu idam edilecek. Tabi eğer halk isyanı, rejime tam anlamıyla diz çöktürmezse.
Sözde devrim muhafızlarının ve irşad devriyesinin karşısına çıkıp “Hamaney’e ölüm!” isteyen ve “Kız kardeşinin intikamına” yemin eden milyonlar ile gayrımeşrû rejim arasındaki ölüm-kalım çelişkisi artık ertelenemez. Ya 15 bin genç 83 yaşındaki faşistin emriyle öldürülecek, ya da dünya tarihinin en iğrenç, en aşağılık, en sapık rejimi yok olacak.
Kadınların zorunlu olarak baş örtmesi, İran molla rejiminin özü ve en temel dayatması. Dolayısıyla nükleer enerji dâhil her konuda “kâfir” Batı ve “şeytan” Amerika ile bile uzlaşma kanallarını daima açık tutan rejim, söz konusu İran kadınının özgürlüğü olduğunda hiçbir yumuşama emaresi göstermez, gösteremez. Çünkü sapık rejimi ayakta tutan, insan hayatı üzerindeki ama en çok kadın bedeni üzerindeki tahakkümü. Bundan vazgeçmesi mümkün değil. İşte, rejimin gözaltındaki 15 bin cesur genci katletme planının ardındaki gerçek bu.
Türkiye’de ise protestoların başından beri molla rejimine destek olmanın yollarını arayan inatçı bir gerici damar gözlerden kaçmıyor. Elbette en büyük destek, şimdiye kadar bu konuda tek kelime etmemiş AKP kanadından hissediliyor. Neticede kanlı bıçaklı olsalar da Şii gelenek 1979’da “başarmış”, AKP’yi kuran siyasal İslamcı geleneğe özgüven aşılamıştı.
Siyasal İslamcılığa 43 yıldır adeta yaşam motivasyonu olmuş molla rejimine iki gündür farklı bir kanaldan sinsi bir destek sağlanıyor. Biliyorsunuz, protesto dalgasının son aşamasında artık İranlı gençler, sokakta gördükleri mollanın sarığını alıp yere çalıyor. Özellikle saçları açık genç kızların çarşıda pazarda molla sarığını bir fiskede yere düşürdüğü videolar viral olmuş durumda.
İşte sosyal medyada kendini belli eden İrancılık damarı, 43 yıldır Tebriz’den Sistan’a, Hamedan’dan Ahvaz’a tüm nüfusu işkence masasında inleten bir rejime mağduriyet atfetmeyi başardı. Bu damara göre, protestocuların sokakta gördükleri mollaların sarığını kapıp yere fırlatması, cübbesini üstünden çıkarıp parçalaması çok büyük zulüm. Öyle olunca, bunu desteklemek de zulme destek çıkmak oluyor.
Kamuoyunu bu şekilde yönlendiren iki isim göze çarpıyor. HDP’den ayrılıp yeni parti kuran Hizbullahçı Ayhan Bilgen ve iktidar havuzundan Star yazarı Sibel Eraslan. Bu iki ismin dün sabah erken saatte dolaşıma soktuğu twitlerin arasında yalnızca 2 dk. olması da ayrıca düşündürücü.
Sibel Eraslan’ın 8.42’deki twitini, imlâsına dokunmadan aktaralım:
İran’daki “sarık düşürme,çarşaf tartaklama” olaylarını gülerek paylaşanları esefle seyrediyorum.Sarık ve tesettür Müslümanların geleneksel ve dinen değerli buldukları giysilerdir.Hangi ülkede olursa olsun, bu hoyratlık içimi acıtıyor.Rejim eleştirisi kişilere saldırı hakkı vermez
Ayhan Bilgen’in 8.44’teki twiti ise şöyle:
Kadınların kıyafetine müdahaleye karşı çıkıp, sarıkların yere atılma görüntüsünü alkışlamak modernlik ya da demokratlık mı? İlke olarak kimsenin kıyafetine karışmamak çok mu zor !
Hani İran’ı hiç bilmesek, hiç duymasak, 43 yıldır halkın üstünden nasıl bir kesintisiz silindir geçtiğini öğrenmemiş olsak, sanacağız ki bu, simetrik bir iç savaştır. Halk dindarlar ve dinsizler olarak ikiye bölünmüştür, birbirlerine zulmetmektedir. İşte, sarığı yere düşürülene gülmüşüz diye biz de özgürlük ve demokrasi taleplerimizde samimiyetsizizdir.
İnsan haysiyetini çiğneyen mollalar ama mağdur olan yine mollalar. Pasdar-besic milisleri, idamlık genç kızlara tecavüz edebilsin diye “bakirenin asılması haramdır” fetvası veren kadro işte bu mollalardan çıkıyor. Şeref haysiyet sahibi her İranlı’da mollaya nefret, mollaya kin, mollaya garez olmasın da ne olsun?
Tüm dünyayı kendi atıp tutup kendi inandıkları Samanyolu TV senaryoları gibi görmeye alışmışlar. Havuz memuru Sibel Eraslan, bugün hızını alamayıp konuyu Star’daki köşesine taşımış. Elbette abuk sabuk yalanlarla. Bakın ne demiş:
“Doğrusunu isterseniz, vicdanları sızlatıyor… Kurbanlarının çaresizliği kadar, onlara şiddet uygulayan zavallıların kendilerini devrimci sanması da vicdan sızlatıcı…
Çünkü o tartaklanan veya dövülen insanlar, ‘Molla’ değiller. Sıradan yolda yürüyen yaşlı adamlar, evine-işine giden kadınlar… Ama sarığı olan herkesi molla zanneden ahmaklar, sıradan insanların geleneksel kisveleri yüzünden küçük düşürülerek itilip kakılmasından bile zevk duyuyorlar… Asıl zevk duydukları ise zaten sistem eleştirisi gibi yüksek perdeden bir talep değil, bir Müslümanı giyim kuşamı üzerinden incitmiş olmak, İslami hassasiyetlerle alay etmek!”
Oysa bugün İran’da molla sarığını yere çalmak ile 1945’te Nazi Almanya’sında bir SS subayının pazubandını çekip yırtmak arasında hiçbir fark yok. İran’da molla, rejimin maaşa bağladığı siyasi kadrodur ve sarığı da törenle takılır.
Mollalar hem siyasî, hem ticarî, hem de sosyal olarak ayrıcalıklı bir sınıftır ve İran halkına edilen zulümlerin fiilî uygulayıcısıdır. Çeşitli kanallardan rejim tarafından birden fazla maaşa bağlanırlar. Bir kimsenin molla olmadan o sarığı takması bile yasaktır.
Yani Urmu, Zencan, Senendec, Sistan, Şiraz, nereye giderseniz gidin, gördüğünüz sarıklı ve cübbeli adam, resmen ve hukuken rejimin adamıdır. İran’da o sarığı takan ve o cübbeyi geçiren herkes, kadrolu faşist molladır ve insanlık düşmanı sapık rejimin sapık adamıdır ve halk düşmanıdır. İki aydır süren isyana kadar çarşıda pazarda, otobüste metroda beğenmediği kadını taciz eden ve tartaklayan da odur. Nokta! (İstisna var mı? Var. Kum kentinin mollaları rejime geleneksel olarak muhaliftir. Bu yüzden Kum dışına atanmazlar. Medresede ders verir, onun maaşını alır otururlar. O kadar.)
Gelgelelim, yolsuzluğun, zulmün, her tür haksızlığın ve aşağılanmanın, soygunun sorumlusu bu siyasi kadrolar, sarıkları yere düşünce hemen mağdur oluveriyorlar. Dua etsinler, İran halkı bunları sokakta darağacı kurup asmıyor.
Siyasal İslamcı Sibel Eraslan’ın ve Ayhan Bilgen’in yalanları darülharp tipi yalanlar olduğu için utanmalarını beklemiyoruz. Ama İran halkının başkaldırısında insanların güldüğü ve zevk aldığı, kıçı şişirilmiş bir Hitler’e batırılan iğnelerdir.
Sarık ve cübbe, İran İslam Cumhuriyeti denilen faşist rejimin kimlik sembolü ve siyasi simgesidir. Aynen türban gibi bir siyasi simgedir. Ne Müslümanların bir değeridir, ne de herhangi bir kutsallığın taşıyıcısıdır. İran kadını ise, kendi başına sarılan siyasî simgeyi yere çalmakla yetinmeyip, başında dikilen faşist subayın siyasal simgesini ve üniformasını da yere çalıyor. Ayhan Bilgen ve Sibel Eraslan gibilerin itiraf edemediği gerçek, aslında bu kadar net.