TBMM Eski Başkanı İsmail Kahraman, Rize’nin fethinin 561. yılı dolayısıyla yapılan toplantıda “kurtuluş günlerinin anılmasına karşı olduğunu” ve sadece “fetih günlerinin” kutlanması gerektiğini dile getiriyor.
Kahraman tam olarak “Şehirlerin kurtuluş yıldönümleri kutlanıyor. Kesinlikle karşıyım. 2 Mart’ta Rize kurtulmuş, kim diyor? Yok Erzurum şu Mart’ta. Şehirlerin düşman işgalinden kurtuluşu dolayısıyla kutlama yapılmaz. ‘Ben esirdim, esaretim bitti, ben köleydim’ diye ikrarda bulunulmaz. Bu küçüklük kompleksi verir, bu yanlıştır, böyle şey olmaz. Fetihler kutlanır. Tarihi zengin ve engin bir milletiz biz. Biz köklü bir devletiz. Zaferlerle dolu bizim tarihimiz. İstanbul’un kurtuluşu 6 Ekim, kim demiş? İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Ne münasebet. Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki.” ifadelerini kullanıyor.
Konuyu araştırırken Kahraman’ın aynı konuşmayı 2016 yılında da yaptığını gördüm. O zaman yaptığı konuşmada da neredeyse aynı kelimeleri kullanarak “kurtuluş günü” diye bir şey olamayacağını zırvalamış.
Yani Kahraman’ın katıldığı tüm fetih toplantılarında aklında bu mesele var. Özel olarak kendisine misyon edinmiş. Bu alerjinin bir kaynağı olmalı; bu durum Kahraman’la sınırlı olmayan ve O’nun parçası olduğu İslamcılığın Atatürk’e bakışıyla doğrudan ilgili.
Bu zırvalar sıradan bir cehaletten kaynaklanmıyor, tarihsel bir kinin ve öfkenin dışa vurumu. Elbette AKP iktidarı böyle fikirlerin kusulabilmesi için fazlasıyla rahat bir ortam yarattı. Fesli Kadir’in Saray’a tarih danışmanlığı yaptığı bir ülkede TBMM Eski Başkanının da İstanbul’un ve İzmir’in kurtuluşundan rahatsız olması son derece doğal.
Rahatsız oldukları bir günün temsili olarak kutlanması mı? Tabii ki değil. Kahraman gibiler 9 Eylül’ü de 6 Ekim’i de “kurtuluş günü” olarak görmüyor. Hazmedemedikleri şey Vahdettin’in ülkeden kaçmak zorunda kalması. Bizim Atatürk’ü ve silah arkadaşlarını hatırladığımız, şehitlerimizi andığımız böylesi günlerde onlar Vahdettin’i hatırlıyor. Biz “kurtuluş” diyoruz, onlar “100 yıllık pranga”!
Mesele “fetih” mi “kurtuluş” mu kutlanır tartışması değil. Bir ulus ikisini de kutlar. Birini yüksek bir özgüven duymak için, diğerini de “hatırlayıp” geçmişten ders çıkarabilmek için. Bu ikisinin de ulusun bünyesinde olması gerekir.
Ama işte ulusun parçası değilsen, İstanbul’un kurtuluşunu, İzmir’in kurtuluşunu bir “kurtuluş” olarak görmezsin. Gerçekten de Kahraman gibiler açısından bu bir “kurtuluş” değil, AKP’yle bitecek bir esaretin başlangıcı olarak görülüyor.
Düşman bile olsa herkesten tarihin hakkını vermesi beklenir. Kahraman utanmadan tarihi çarpıtıyor. “Kurşun sıkmamışız!”. Düşman İstanbul’dan da İzmir’den de kendisi gitmiş(!) Atatürk’e düşmanlık bir cehalet meselesi değildir. Bu bakış açısı iflah olmaz ve eğitilemez.
Elbette İsmail Kahraman’ın sıradan bir İslamcı değil, devrimci gençler Dolmabahçe’de 6. Filo’yu denize dökmeye çalışırken onlara engel olmak üzere secdeye duran Milli Türk Talebe Birliği’nin başkanlığını yapmış bir isim.
Böylesine bir ismin Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşı’nı duyduğunda rahatsız olması bizleri hiç şaşırtmıyor. Böyle anlarda hep Yakup Kadri’nin Yaban’ındaki söz aklıma geliyor: “İnsan Türk olur da nasıl Kemal Paşa’dan yana olmaz?”
İsmail gibiler Kurtuluş Savaşı’nda yaşadıkları hezimetten sonra toplumun içine karışarak yaşadı ve gelecek “kutlu günleri” beklemeye başladı. Yarattıkları kabile düzeninin onlara sağladığı imtiyazlar sayesinde uyduruk bir tarih yazdılar. Şimdi de bu saçmalıkları herkese yutturmaya çalışıyorlar. Ancak bu zırvalar toplumu Atatürk’e daha çok bağlıyor.