Meloni faşist ya da aşırı sağcı değil
Geçtiğimiz günlerde İtalya seçimlerinden Giorgia Meloni’nin liderliğindeki İtalyan Kardeşleri (Fratelli d’Italia) zaferle çıktı. Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de sol, Meloni’yi faşist ilan etmekte gecikmedi. İtalya’da Mussolini’nin ruhunun yeniden dirildiği ama partizan geleneğinin buna engel olacağı gibi senaryolar yazıldı. Ciddi bir panik havası estirildi. Bu kadar endişeli solcuyu ne Le Pen ne de Orban’ın zaferlerinde görememiştik. Herhalde temel mesele, diğerleri Rusçuyken, Meloni’nin Rusya karşıtı olması, Ukrayna’ya yakın durması. Bu gerçekten de temel bir ayrım ama her şey elbette bundan ibaret değil…
Daha temel bir soruyla başlayalım: Acaba Meloni gerçekten faşist ya da aşırı sağcı olarak tanımlanabilir mi? Solun, Meloni’nin “aşırı sağcılığını” ve “faşistliğini” ispatlamak için ortaya attığı argümanlara geleceğiz. Fakat bundan önce biz aşırı sağcı hareketlerin genel özelliklerini hatırlayalım ve Meloni’nin bunlara ne kadar uyup uymadığını tespit edelim.
Günümüzde aşırı sağ hareketlerin tümünün çok temel bir ortak noktası var: Katı bir içe kapanmacılık. Bunu Trump’ın “Make America great again” söyleminden başlayarak tüm aşırı sağ akımlarda saptamak mümkün. Ama maalesef Meloni’nin aşırı sağcılığı daha ilk adımda tökezliyor. Çünkü ortada Meloni’nin savunduğu böyle bir içe kapanma yaklaşımı yok. Dünyadan, özellikle de Avrupa’dan kopma savunusu mevcut değil.
Bu içe kapanmacılığı biraz kazıdığımızda altında şiddetli bir liberalizm, küreselleşme ve AB karşıtlığı olduğunu görebiliyoruz. Bu Le Pen, Orban, AKP örneklerinde geçerli. Çıkarları öyle gerektirdiği sürece bu güç ve akımlarla iyi ilişkiler kurmalarını bir yana bırakalım. Fakat şurası bir gerçek ki tüm aşırı sağ akımlar için bu yalıtım yaklaşımı olmazsa olmaz. Bu tavrın daha uç noktalarda nasıl komplo teorilerine vardığı, hangi uçukluklarla birleştiği ayrı bir yazının konusu olabilir.
Fakat konumuzdan uzaklaşmayalım. Giorga Meloni’nin AB’ye karşı bir politikası yok. “Küreselleşmenin şeytani planlarına” karşı yaptığı bir ajitasyon mevcut değil. Meloni, burada da aşırı sağcılık sınavını veremiyor. Sol, üzülebilir…
Meloni’nin aşırı sağa has bir aşırı sermayecilik tavrı da yok. Mesela bu noktada Berlusconi’den de, Trump’tan da ayrışıyor. Ya da yine faşizme özgü yayılmacılıktan, Mussoloni’nin, Akdeniz’i İtalyanların “Mare Nostrum”u yapma hayalinden ya da Roma İmparatorluğu’nu yeninden ihya etme idealinden de nasibini almamış. Yayılmacılık söylemi olmadığı gibi bir imparatorlukçuluğu da yok.
Diğer yandan İtalya, Katolikliğin dünyadaki merkezi. Böyle bir ülkede siyaset yapmasına ve Hıristiyan kimliğini vurgulamasına rağmen Meloni’de bir dinsel gericilik hatta bir tutuculuk da yok. Meloni, İtalyan ve Hıristiyan’sa ve bunu söylüyorsa bu illa aşırı sağcılık olarak mı tanımlanmalı? O zaman İtalyan halkının kahir ekseriyeti “aşırı sağcıdır” ve bizim de konuşacak bir şeyimiz zaten baştan itibaren yok demektir…
Meloni, aşırı sağcılığın turnusolu Rusçuluktan da sınıfta kalıyor
Aşırı sağcıların temel argümanı ve tutunduğu dal olan Anglosakson, Batı karşıtlığı da ortalarda yok. Eskiden bunun yerinde Yahudi karşıtlığı vardı, şimdi onun biraz modası geçti. Tüm komplolar artık şeytan Anglosaksonların eseri! Bu akımın en iyi örneğini de elbette dünya aşırı sağının lideri Putin veriyor. Meloni ise arada Fransa aleyhine konuşuyor evet ama bu da tarihsel Fransız-İtalyan husumetinin bir uzantısından başka bir yere çıkmıyor.
Demokrasinin bu “küresel şeytanların bir oyunu” olduğunu iddia eden antidemokratik söylem de yok Meloni’de. Bu da olmadı!
Ve yazının başında belirttiğim çok temel aşırı sağcılık testinden de kalıyor Meloni: Rusçu değil! Aşırı sağcılık ve faşizmin türevlerine şöyle bir baktığımız zaman hepsini birleştiren harcın Rusçuluktan başka bir şey olmadığı ve olamayacağını hemen görürüz. Sadece Avrupa’da da değil. Taliban’dan İran’daki molla faşizmine, Avrupa’daki tüm aşırı sağcılardan Trump’a ve burada da AKP’ye kadar hepsinin ortak özelliği; Rusçu ve Putinci olmaları.
Bu aşırı sağcılık – Rusçuluk korelasyonu sadece günümüze özgü de değil. Rus Çarlığı’nın Metternich’le işbirliği içinde Avrupa gericiliğinin lideri ve finansörü olduğu 1800’lerin ortalarından, Hitler’in en azından taktik olarak Sovyetlere yakın durduğu 20. yüzyıla kadar bu kural hiç değişmemiş. Bu Rusçuluk mu Anglosaksonlara, Batılılara düşmanlığın sonucu; yoksa tam tersi mi? Ya da ikisi de hem sebep hem sonuç mu? Bu da ayrı bir tartışma. Ama ortak zeminde varoluş kesin…
Dolayısıyla Rusçuluğu eksik olan bir siyasi hareketin, aşırı sağcılığının şahdamarı da kopmuş demektir. Meloni’nin siyaseti bu açıdan da aşırı sağ kalıbına oturmuyor…
Ülkede göçmen istememek tek başına aşırı sağcılığa kanıt olabilir mi?
Peki, Giorgia Meloni’ye aşırı sağcı demelerinin temel dayanakları ne? En başta gelen elbette Meloni’nin “göçmen karşıtlığı.” Bu “göçmen karşıtlığı” ise öyle bir etiket ki, üzerine yapışan bir daha bundan kurtulamıyor. Göçmen karşıtlığını gerçekten de tek politika haline getirmiş hareketlerden tutun, göçmen akınının ülkelerin sosyolojik, politik iklimini değiştirecek, dönüştürecek, tahrip edecek bir tehlike olduğunu söyleyenlere kadar herkesi bu sepetin içine atmak mümkün.
Türkiye’de durum daha da vahim. Suriyeli, Afgan vs göçmen yığılmasının Cumhuriyet’e, laikliğe ve Türkiye’nin toplumsal dokusuna karşı, bizzat iktidar tarafından kurgulanmış bir suikast olduğunu söylemek bile, burada insanın “aşırı sağcı” ilan edilmesine neden olabilir ve oluyor da…
İtalya’ya dönelim… Meloni, ülkesinde göçmen istemediğini açık ve kendince mantıklı gerekçelerle ortaya koyuyor. Fakat sadece ülkesinde göçmen istememek birini tek başına, nasıl aşırı sağcı yapabilir ki? Eğer böyle olacaksa mesela burada sadece Türkleri değil Kürtleri de işin içine katıp bir hesap yapılırsa halkın yüzde 90’ın üzerinde bir kısmı göçmen istememek konusunda mutabık olduğu için “aşırı sağcı” olarak tanımlanacaktır demek ki.
Solun ilericilik – gericilik tanımları sorunlu
Buradan itibaren ortaya çıkan temel şey; solun ilericilik ve gericilik tanımlarındaki sorundur. Sol entelijansiya için artık ilericiliğin epey tuhaf kalıpları var: “Aşırı sağcı” olarak tanımlanmak istemiyorsanız mutlaka LGBT politikası yapmalısınız. Faşist damgası yemek istemiyorsanız asla “vatan, ulus” gibi kavramları kullanmamalısınız, aklınızdan geçiyorsa belli etmeden kendinizi cezalandırıp arınmalısınız! Buna geçmişte solun tavizsizce ilerici bulduğu Ulusal Kurtuluşçuluk da dâhil! Eğer bir dini duygunuz varsa, arada “Tanrı” sözü ağzınızdan çıkıyorsa gerici ilan edilmemek için kendinizi susturmalısınız. Aileyi savunuyorsanız, Meloni gibi bir kadın politikacı olarak anne olduğunuzu filan da söylüyorsanız “patriyarkal” ya da “pederşahi” hatta “kadın düşmanı” etiketi yemeniz ise işten bile değil!
Gerçekte burada Giorgia Meloni’nin söylemi de açık:
“Doğal aileye evet, LGBT lobisine hayır, cinsel kimliğe evet, cinsiyet ideolojisine hayır, yaşama evet, ölüm kültürüne hayır…”
Ölümü yücelten faşizmden, yaşama evet demesiyle de ayrışan Meloni, cinsel kimliğe evet diyor ama bunun bir politika haline gelmesine ve aileye karşı bir kampanyaya dönüştürülmesine de karşı çıkıyor. Peki, bunlar Meloni’yi faşist yapar mı? Onu solun iddia ettiği gibi “kadınlara karşı bir kadın” konumuna getirir mi? Aynı zamanda anne olan bir kadın politikacının, aileyi savunması bana son derece doğal geliyor!
Peki, “Tanrı, vatan, aile” demesi Meloni’yi aşırı sağcı yapar mı? Yoksa bunlar da “doğal” insani tavırlar mı?
“Ben Giorgia’yım! Ben bir kadınım! Ben bir anneyim! Ben İtalyan’ım! Ben bir Hıristiyan’ım!”
Evet, bunlar Meloni’nin sözleri ama diğer yandan da dünyanın neresine giderseniz gidin halkların neredeyse tümünün, tabii kendi isimleriyle, kimlikleriyle söyleyecekleri sözler. Çünkü insanlar, doğal bir tavır olarak aileyi savunuyor, LGBT politikasını tasvip etmiyor. Doğal olarak bir ulusal kimliğe, bir dine sahip. Ve doğrusu bunların tümü de gerçekte politika dışı hatta üstü meseleler. Politikayla aşılması mümkün olmayan, politikayı bizatihi aşan konular.
Ama bugünkü solun ilericilik tanımına uymak istiyorsanız; aileye, millete ve dine toptan karşı çıkmanız gerek. Ama halkların tümü bunları savunuyorsa ne gam! Öyleyse halkların kendisi gericidir! Ama kesin bir şey daha var: Sen sol adına bu temellere savaş açarsan halk da sana oy vermek yerine, bunları savunanlara oy vermeyi tercih eder. Ve maalesef bu da solun sandığı gibi sağcılıktan filan olmaz. Solun tanımlamalarının ve politikalarının uçukluğundan olur…
Şili Anayasa oylamasından sonra sola ikinci ders İtalya
Kısacası sol, ulusla, vatanla, aileyle, dinle kavga ettiği sürece bir yere varamayacak ve varamıyor da. Kolaycılık, halkları gerici ilan etmek olabilir ki, o zaman halkları dışlayacak bir solun artık sosyalizmden vazgeçmesi ve anarşist, Bakuninci hatta “nihilist” olduğunu ilan etmesi gerekir. Ama hayır sol, bunu da yapmıyor. Hem sosyalist kalıyor ama bir yandan da halkla kavgaya devam ediyor.
Aslında garip bir şekilde solun sunduğu bu kimliksizlik, ulusal ve dinsel aidiyetsizlik, ailesizlik, cinsiyetsizlik programı ultra soyutlanmış bireylerden oluşan bir dünya tahayyül etmesiyle liberalizmin en uç türünü de aşan bir bireyciliği savunuyor. Ama işte bu çizgi yine de sol olurken diğer tarafta ulusal sol olarak yer alan bizler de Meloni gibi “aşırı sağcı” ya da “faşist” oluyoruz!
Ama sol böyle yaparak başarısız olmaya devam ediyor. En son Şili’deki anayasa referandumu da benzer kimliksizlik siyasetleriyle ifsat edilmiş ve çok şey kazanılacakken kaybedilmişti. Şili halkı adeta Pinochet’nin anayasası lehine oy kullanmaya zorlanmıştı! İtalya’daki Meloni olayı Şili’den sonra sola yapması gerekenler açısından değilse bile en azından yapmaması gerekenler hakkında ikinci önemli ders oldu aslında. Ama elbette ders almasını bilenler ve isteyenler için.
Yoksa Meloni’nin partisinin adının “Fratelli d’Italia” olmasından yola çıkıp hevesle “İtalyan Erkek Kardeşleri” çevirisi yapan (ki Türkçesi elbette “İtalyan Kardeşleri”dir) buradan da sözde bir “kadın düşmanlığı” keşfeden aklı evvellerle, ulusal solun aslında “nasyonal sosyalizm – Nazizm” olduğu incilerini saçan entel lümpenlerle bir yere zaten varılamaz…