Neo-Raskolnikovlar şiddeti
Kadına şiddet, maalesef değişmeyen meselemiz. Son birkaç haftadır yaşananlar ise kadına ve çocuğa şiddet olaylarını farklı bir boyuta taşıdı.
Bugüne kadarki şiddet ve istismar faillerinin kimliği az çok birkaç maddede özetlenebiliyordu. Fail ya aşiret üyesi bir medeniyetsiz çıkıyordu ya da su katılmamış bir lümpen. Bu ikisine ek olarak bir de tarikatçı tip var elbette.
Yaşanan olayların çoğunda da fail, ya bu üç tipten birine giriyordu ya da bu üçünün çeşitli oranlardaki bir karışımı olarak karşımıza çıkıyordu. Fakat bu son olayların fail profili epey farklı.
Bu kez karşımızda aşiret, tarikat ya da mafya üyesi yok. Önümüzde duran tip, hiçbir temel değeri olmayan, saydığı ya da sevdiği tek bir kavram ya da insan kalmamış ve özetle değersiz gençlik olarak tanımlanabilecek bir tür.
Çocukluğu 1980’ler ve öncesinde geçmiş yani yaşı az çok kemale ermiş olanlar için bu “değersiz gençlik” tipinin ruh hali pek de anlaşılır değil. Bizler, yani eski kuşaklar, aileden başlayan ve okulda devam eden bir temel değerler eğitiminden geçerdik.
Vatan, bayrak, aile, millet, Atatürk, emeğiyle dürüstçe çalışmak ve (inancımızdan ya da inançsızlığımızdan bağımsız olarak söylüyorum) din, temel değerler olarak hepimize verilirdi. Şimdi karşımızda bunların tümünden uzak, hepsine kayıtsız bir genç insan tipi var.
Bu tipi anlayabilmek için 19. yüzyılda Avrupa’da, özellikle de Rusya’da çok popüler olan nihilizm akımını ve o dönemin nihilist gençliğini hatırlamakta fayda var. Bu nihilizm yani Türkçesiyle “hiççilik” de tüm değerleri yok sayan, gerçekte bir ideolojisi de olmayan, bu dünyayı ve yaşamı aşağılayan, değersiz bulan bir akımdı.
Bu tipin en ayrıntılı ve isabetli tablosunu çizen Dostoyevski olmuştu. Özellikle Suç ve Ceza’da çizdiği nihilist ve sonradan katil üniversite öğrencisi Raskolnikov karakteri, kendini, kendi yaşamını ve tabii ki başkalarının da yaşamını kıymetsiz bularak cinayet işlemişti.
Şu an karşımızdaki “değersiz gençlik” tipini neo-nihilistler ya da yeni Raskolnikovlar olarak tanımlayabiliriz.
Peki, Türk milletinin içinden bu tip nasıl çıktı?
Daha doğrusu bu tipin yetişmesine kimler yol verdi?
Özal’dan AKP’ye
gençlik üzerine oynanan değersizleştirme oyunu
Gençlerin değersiz yetiştirilmesinin ilk adımları Özal döneminde atıldı. Temel değerlere sahip kuşaklar, sistemin işine gelmiyordu. Değeri olanlar, düşünmeyen tüketim makinelerine dönüşmüyordu.
Hem sonra bu değer sahibi kuşaklar idealist tavırlar alıyor, politikleşiyordu da. Ne gerek vardı ki bu risklere?
Değer isteyen varsa çocuğunu aşiret kültürüyle yetiştirir, isteyen de bir tarikata mürit yapardı. Bunlar sistemle zaten uyumluydu. Fakat kalanlar, yani normal Türk ailelerinin çocukları 1980’lerin ortasından itibaren bu saldırıya bilinçli bir şekilde maruz bırakıldı.
Artık ailesini küçük gören, vatan, millet, bayrak, Atatürk gibi kavramlarını yitirmiş, çalışmadan sadece tüketmeyi hüner sayan, ailesine de kendisine bakmakla yükümlü köleler gözüyle bakan bir genç tipi oluşmuştu.
AKP, bu değer kaybında yeni bir aşama oldu. Zaten vatana, bayrağa, Atatürk’e ve özellikle de Türklüğe şiddetli bir şekilde karşıydılar. Din anlayışları ise Türk ailelerinin evde çocuklarına verdiği o temiz, ahlaki, sevgi dolu Türk Müslümanlığı ile taban tabana zıttı.
İşin kötüsü AKP’nin Şeriatçılığı ve tarikatçılığı da gençleri din duygusundan tamamen soğuttu.
Bu olurken, yani çok bilinen ifadesiyle “ateizm, deizm yükselirken” birçok iyi niyetli insan da yaşanan sürecin gençleri tarikatçı olmaktan koruyacağını düşünerek seviniyordu.
Oysa süreç bir laikleşme, çağdaşlaşma, bilimselleşme süreci değil değersizleşme süreciydi. Artık bir gencin önünde birkaç seçenek kalmıştı: Tarikatçı olmak, bir çeteye katılmak ya da başıboş, değersizler kitlesine dahil olmak.
İşin sonunda bu üç seçenek, genci farklı yollardan götürse de aynı lümpenlik, şiddet ve insanlığını kaybetme durağına taşıyordu.
Tüm bunların yanında ve çok önemli bir madde de sosyal medyanın gençliğin karakteri üzerinde yarattığı tahribattır. Ancak bu, ayrı bir yazı konusu olacak kadar ayrıntılı bir konu…
İnsan değerleri varsa insandır, değersiz kişi
insanlıktan çıkar
Evet, insanlığını kaybetmek dedik çünkü insan temel değerleri varsa insandır. Bunlardan yoksunsa ya da yoksun bırakılmışsa her türlü insanlık dışı eylemi yapabilir.
Bir gün trafikte kendisine yol vermeyen birini gayet rahat bir şekilde bıçaklar, öbür gün iki kız arkadaşını vahşice katledip kendini de öldürür.
Artık her hareket mubahtır. Neyin mubah olduğunu belirleyen şey, yani değerler örgüsü ortadan kalktığı için bu işin mantıksal sonucu olarak genel mubahlık doğmuştur.
Bu dünyaya herkes insan olarak gelirmiş ama herkes insan olarak ayrılmazmış. Bu söz gerçekte, biyolojik olarak homo sapiens olmakla “insan” olmak arasındaki farkı çok güzel vurgular.
Doğada hayvanların değerleri yoktur ama onları hayatta tutan, hareketlerine düzen veren ve tür olarak sürekliliklerini sağlayan içgüdüleri vardır. İnsan bu dünyaya hayvanlardaki bu düzenleyici içgüdüler sisteminin çok büyük kısmından mahrum olarak gelir.
İnsanda bu güdülerin yerini tutan, insan topluluğunu yaşatan, bir arada yaşayabilmesini sağlayan yegane araç, yukarıda andığımız temel değerlerdir.
Bu temel değerlerle donanmamış kişiler dışarıdan fiziksel ve biyolojik olarak tam insan gibi görünseler de gerçekte insanlık sıfatına ulaşamamışlardır.
Acı ama gerçek…
Karşımızdaki sorun budur.
Ne yapabiliriz?
Sorunu tespit elbette önemli bir aşamadır ama açıkçası çözümün çok uzağında olduğumuzu da görmeliyiz.
Yazının başında da belirttiğimiz gibi bu değersiz gençlik tipini Özal’dan AKP’ye kadar gelen iktidarlar bilerek yarattı. Sonuna kadar suçlular fakat bunlara kızıp küfretmek de bir şeyi değiştirmez.
Atatürkçü, Türkçü, laik bir iktidarın kurulmasını ve bu sorunu eğitimle aşmayı beklemek de en azından bugün için geçerli bir yöntem değil. Elbette kesin ve hızlı çözüm budur ama o zamana kadar da boş oturmamalıyız!
Herkesin birlikte yaşadığı insanlar var. Yani ailelerimiz. Gençler ya da beş on yıl sonra genç olacaklar ise bugün ya küçük çocuklarımız ya yeğenlerimiz ya da arkadaşlarımızın çocukları…
Ortalama Atatürkçü, laik, Türk ailesine ve bu ailenin ferdine düşen temel görev, çocuklarımızı temel değerler çerçevesinde gerçek anlamıyla insan olarak yetiştirmektir.
Kadına şiddetin de, uyuşturucunun da, tarikat batağının da, lümpenliğin de tek ilacı bu…
Hepimiz sorumluyuz ve bu sorumluluk hepimize bu “insanlık” görevini yüklemiş bulunuyor.