CHP’nin eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “oyundayım” mesajları vermeye devam ediyor. Dün Cumhuriyet gazetesinin karma köşesi Olaylar ve Görüşler’de bir yazısı yaınlandı.
Kılıçdaroğlu, kalkınma ekonomisiyle ilgili bir yazı yazmaya çalışmış. Veya Kılıçdaroğlu adına bu metni kaleme alan kimse artık o debelenmiş.
Fakat başlık tam bir fecaat: “Çin – Bir kalkınma makinesi”.
Yazıyı yazan kafa, en aşağı 10 yıl geride yaşıyor ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun 13 yıl boyunca sosyal demokrat bir partinin başında olduğundan bile habersiz görünüyor.
Neden Finlandiya değil? Neden İsveç, Norveç veya İsviçre değil de Çin?
Kılıçdaroğlu’nun kalkınma makinesi adını verdiği Çin, aslında firavunların piramitleri gibi köle emeği üzerine kurulu bir büyüme canavarı.
Dünyanın en adaletsiz gelir dağılımıyla büyüyen Çin’de sosyal demokrat (veya liberal demokrat) bir siyasetçiyi cezbeden ne olabilir ki? Milyarder politbüro üyeleri mi? Eh, AKP bu yoldan gidiyor ki zaten!
Üstelik Kılıçdaroğlu’nun seçim döneminde vurguladığı “kuru ekmek” kavgası, Çin nüfusunun en az yarısı için halen geçerli!
Yazıda bahsedilen bilime ve teknolojiye yatırım hususu ise çok olağanüstü bir mesele değil. 13 sene Atatürk’ün makamını işgal etmiş adam, Çin’in eğitime, bilim ve teknolojiye yatırım yapmasını değil siyasal İslamcıların yapmamasını öne çıkartmalıydı.
Ama bu durumda kendisinin siyasal İslamla bizzat işbirliği yürüttüğü yıllar kaçınılmaz olarak akla gelecek! Çin’in “yüksek yetenek” inşasını öven adam, tam iki sene önce Nurcuların kaçak yurdunda intihara sürüklenen tıp öğrencisi Enes Kara’yı gündemin dışında tutalım diyordu!
Kılıçdaroğlu’nun üretim-tüketim ilişkisini de pek sağlıklı kavrayamadığı görülüyor. Dediğine göre bugünün üretim merkezi Çin, bir zamanlar tüketim merkeziymiş. Övecek ya…
19. yüzyılı kast ediyorsa bu kısmen anlaşılabilir. Fakat 20. yüzyılın büyük bir kesiminde Çin nüfusu tüketici değil düpedüz köylüdür. Tüketim, Çin’deki rejimin partililer başta olmak üzere bir kısım nüfusu orta sınıflaştırmasıyla mümkün oldu. Ama bu da altta kalanın canı çıkaran sözde üretim devrimiyle gerçekleşti.
Bir de Avrasyacıların bayıldığı “çok kutupluluk” hikayesi var ki bu ruhsuz, heyecansız, katalogdan bozma yazıda buna da rastlıyoruz. CHP Genel Başkanı’nın hedefi tam bağımsızlık olacak, yurtta barış ve dünyada barış olacak. Sana ne kardeşim çok kutupluluktan? Emperyalist Çin’in kendi karın ağrısı bu.
Şi Cinping’in San Fransisco ziyareti ise garip bir şekilde Kılıçdaroğlu’nun yazısındaki en kalın paragraf. Ve Kılıçdaroğlu –veya yazının gerçek sahibi– burada da büyük bir çarpıtmaya imza atmış. Şi Cinping’i ABD ziyaretinde işadamlarının ayakta alkışlamasını yorumlamaya kalkmış. Çin, ABD iş dünyası açısından vazgeçilmezmiş.
Oysa bugün Çin-ABD arası yatırım seviyeleri 2010’ların gerisine düşmüş durumda. Ayrıca yazıdaki iddianın aksine Batı’nın üretim devleri Çin pazarına girmek için değil buradan çıkmak için yarışmakta. Üstelik aynı yazıda ABD ve AB’nin kanun çıkarıp mikroişlemci üretimine milyarlarca dolar yatırım bütçesi ayırdığından bahseden yine Kılıçdaroğlu’nun kendisi.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun en büyük gafı ise Çin’in başka ülkelerin iç işlerine karışmadığını, hatta yönetimlerine saygı duyduğunu iddia etmesi. Çinli Dışişleri Bakanı Wang Yi Türkiye’ye geldiğinde Seyit Tümtürk’e ev karantinası çıkartan AKP rejimi, Kılıçdaroğlu’na göre bağımsız mı yani? Peki ya Çin’le imzalanan “Suçluların İadesi Anlaşması”?
Kendi Uygur politikası olmayan, üstüne Uygurları Çin’e teslim eden bir Türkiye mi Çin’e karşı bağımsız?
Kılıçdaroğlu hatırlar mı acaba, partisinin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Yavaş ve müttefik parti lideri Akşener, Çin Büyükelçiliği tarafından açık açık tehdit edilmişti. O gün Kılıçdaroğlu’nun Çin’e hiçbir tepkisi olmadığını hatırlatalım.
Yoksa Çin, hükümetle kalmamış CHP’nin de mi iç işlerine karışıyor?
CHP’nin resmi yönelimi zaten Çin’e hep uzak oldu. En güncel örneği verelim. 2021 sonlarında Tayyip Erdoğan’ın ağzında gevelediği “Çin modeli” karşısında CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak’ın cevabı “Çin işkencesi” olmuştu.
İnsan ister istemez düşünüyor. Kılıçdaroğlu, Özdağ’la gizli protokol imzaladığında partide bir Allah’ın kulu bundan haberli değildi. O kadar ki Parti Sözcüsü Öztrak bile yalancı durumuna düşmüştü. Kılıçdaroğlu, emekliliğinde Maoculuğa merak salmadıysa eğer, benzer bir protokolü Çinlilerle de imzalamış olabilir mi? Kalkınma yazısı adı altında bu saçma sapan Çin övgülerinin sebebi bu mu?
Yazının Trendyol rüşvet iddialarıyla gündeme gelen Cumhuriyet’te yayınlanması da işin kuşku uyandırıcı bir başka yönü.
Tüm siyasi hayatı boyunca Kılıçdaroğlu’nun tam olarak neyi savunduğu, neci olduğu, hangi konuda ne düşündüğü hiçbir zaman tam olarak anlaşılmadı. (Tek farkla: Kemalist milliyetçilerden başka herkese partide yer vardı.) CHP’yi tam bir ideolojik vakumda tutmayı başaran bu adam, şimdi geç de olsa kendini Çin’le mi netleştirmeye çalışıyor? Peki, CHP’de ne işi vardı o zaman? Onu bıraktım, o kadar ABD’lere, İngiltere’lere, Almanya’lara ne diye gitti de iktidar medyasının eline o kadar koz verdi? Sanırım bunların hiçbirinin cevabını alamayacağız. Muhalefet, yıllar boyu bu tuhaf adamın elinde mahvedildi.