Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlerden önceki son grup toplantısını yaptığında meclis grubunu gözyaşları içinde bırakmıştı. Dün de malum, “sondan bir sonraki” TBMM grup toplantısı gerçekleşti. Zira Kılıçdaroğlu, AKP’nin unutturduğu istifa kurumunu hatırlatmamakta kararlı!
Hezimete giden yolu iki yıldır adeta ilmek ilmek örüp dayatan Kılıçdaroğlu, –yine beklendiği üzere– beklentilerin tam tersini gerçekleştirdi. Tam bir politbüro üslubuyla üstü kapalı biçimde istifa etmeyeceğini anlattı.
Konuşmasında kendini geminin kaptanına benzettiği ilgili kısım şöyle:
“Omuzlarımızdaki yükün farkındayız. Mesele bir fani olarak bir Kemal Kılıçdaroğlu olayı değildir. Kemal Kılıçdaroğlu bu büyük mücadelenin sadece ve sadece bir neferidir.
(…) Ben bir genel başkan olarak partimin sadece bugününü ve yakın geleceğini değil, uzun hedefli yapısını da düşünüyorum ve düşünmek zorundayım. Hiç kimse unutmasın. Gemiyi limana sağlam götürmek, yine kaptanın.”
Ne güzel iş valla. Sorumluluğa gelince sâde nefer, omuzlarımızdaki yük… Mesele koltuk olunca liman, kaptan, görev. Fatih Portakal’ı sevin sevmeyin. Ama “pişkin” nitelemesi gayet haklı.
Yahu kardeşim! Gemide adam mı kalmamış limana çekecek? 100 yıllık partide nasıl lider çıkmaz diye sormayı bıraktım; durumu idare edecek, partiyi kurultaya taşıyacak, yeni yönetime sağ salim teslim edecek kadro da mı yok? Bu kadar aciz durumdaysanız ne diye AKP’ye rakipsiniz? Niçin ana muhalefetsiniz?
Onu geçtim… Şunu kimse sormuyor mu? İki günlük tüzük ve oylama kırtasiyesiyle meşgul olunca gemi sağ salim limana mı çekilmiş oluyor?
Hasar tespitini kim yapacak?
Yıllarca Moby Dick’teki takıntılı zalim Kaptan Ahab’da Erdoğan’ı gördük. Son iki yılda anladık ki Kaptan Ahab’ın bir kopyası da bizzat Kılıçdaroğlu’ymuş. Laftan anlamıyor, eleştiriye kulak asmıyor, hata kabul etmiyor. Daha doğrusu eleştirileri sabırla dinleyip bir de demokrat pâyesi ediniyor ama dinleyiş o dinleyiş. Yani aslında dalgasını geçiyor.
Sözün özü, Kemal Kılıçdaroğlu gemiyi karaya oturtan kaptan. Hem nasıl oturtmak!
2019 yerel seçimlerinde iki isim tartışmasız şekilde Türk siyasetinde muhtemel Cumhurbaşkanı adayı olarak parladı. Bu andan itibaren Kılıçdaroğlu CHP’si, her ikisine –özellikle İmamoğlu’na– karşı AKP ile eşgüdüm halinde kapsamlı bir karalama programı yürüttü.
Kılıçdaroğlu, bir yandan yavaş yavaş kendini öne çıkarıyor, bir yandan da 1977’deki 11’ler (Güneş Motel diye bilinen) Olayı’ndan bin beter bir ahlaksız teklifler paketiyle kendi partisine ve ittifak ortağı İyi Parti’ye tuzak kuruyordu. (Ecevit, sonu rezaletle bitecek olsa da en azından güvenoyu alıp hükümetini kurabilmişti.)
Kılçdaroğlu, siyasal İslamcıların aslı yok yaylası partilerine rüşvet olarak 40’a yakın meclis sandalyesi verdi. CHP-İyi Parti birlikteliğinin temsil ettiği Atatürkçü milyonlara kendi sevimsiz adaylığını böyle dayattı. Bu vakitten sonra seçim, Kılıçdaroğlu’na rağmen Kılıçdaroğlu’na kazandırmaya mecbur bırakılmış cefakâr muhaliflerin dramıydı.
Arada CHP’ye puan kaybettirmek için yaptığı onca falsodan bahsetmiyorum bile!
Anlayacağınız gençlerin demokrat dedesi, hem dürüst hem temiz bir insanoğlusu, ne demokrattı, ne dürüst, ne de temiz!
Adam kaptan köşkünde oturan bir sabotajcı!
Hangi enayi, gemisini limana çeksin diye sabotajcıya sorumluluk verir?
Ama kabul edelim, karşımızda ileriyi planlayan bir sabotajcı var. Kılıçdaroğlu’nun MYK’yı yenilerken teşkilatları kendi uhdesinde tutması çok kritik. Gerçek yüzü artık herkese ayan olduktan sonra tüm tayfaya mesajdır bu: “Dedeyim, Dersimliyim ama delege bende!” Yani gemiyi terk edecekse bile tahribin devamını garanti altına alıyor.