Kemal Kılıçdaroğlu ve Ümit Özdağ arasında seçime kısa süre kala bir protokolün imzalanması ve Zafer Partisi’nin seçimlerde Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklaması, oldukça önemli bir gelişme.
Bu birlikteliğin ne denli işe yarayacağını seçim sonuçlandığında görmüş olacağız.
Birçok matematik hesap üzerinden protokole itiraz edenler ve bunun işe yaramayacağını söyleyenler de var.
Ancak söz konusu protokol, seçim sonucu ne olursa olsun Türkiye’nin gündemine, “sığınmacıların dönmesi” meselesini bir daha hiç çıkmayacak biçimde sokmayı başarmıştır. Erdoğan’ın demografik dönüşüm projesini deşifre etmek, toplumsal muhalefetin ana unsurlarından bir tanesi haline gelmiştir.
Erdoğan’ın yeniden kazanacağı bir ülkede mülteciler kalıcı hale gelecek, Esad’la yapılacak olan muhtemel görüşmeler de bu misafirliğin devamı üzerinden olacaktır.
Son günlerde basına “kaçak yollarla Türkiye’ye gelen mültecilerin geri gönderilmelerine” ait fotoğrafların servis edilmesi, Erdoğan’ın Sinan Oğan’la görüşmesinin ardından mültecilerle ilgili yaptığı belirsiz açıklamalar ise tipik bir siyaset aldatmacasıdır.
Erdoğan, Suriyeli kardeşlerini çok sever; çünkü Suriyeliler sayısı belli olmayan çok önemli bir oy deposudur ve iktidarın siyasi dayanağıdır.
Mültecilerin varlığı Türkiye’nin belirli bölgelerinde gettoların oluşması ve burada oluşan kültürün ulusal kültürü yok etmesidir. Siyasal İslamcılık böylesi bir manzarayı laikliğin yok edilmesi olarak gördüğü için mülteci gettolarını himaye eder ve destekler.
Sığınmacılar, iktidar için “vicdani bir olay değil”, kullanılacak bir kozdur ve Erdoğan gibi bir siyasetçi açısından Avrupa’yı zaman zaman “Kafamızı bozmayın, sınırlarımızı açarız!” diyerek tehdit edebilmek çok önemlidir. Mültecilerin varlığı, “ikna ediciliği yüksek” bir şantaj malzemesinin cepte durmaya devam etmesi demektir.
İmzalanan protokol “gerçek bir toplumsal uzlaşmanın” adımıdır. Ümit Özdağ’ı zaman zaman eleştirsek de bu protokolün mimarı olarak önemli bir başarıya imza atmıştır.
Ana muhalefet partisinin böylesi bir mutabakata imza atması, iktidarın “geri gönderilme” sürecini ötelemek ve en sonunda topluma bir şekilde kabul ettirmek şeklinde özetlenebilecek siyasetini de deşifre edecektir.
Kısa vadede olmasa bile uzun vadede mutlaka işe yarayacak; muhalefetin içerisinde sayıları az olan ama sesleri çok çıkan “entegrasyoncu” kesimlere yönelik itirazların da artmasına yol verecektir.
Belki de bu eski AKP’li ekip muhalefetin yakasından düşecek, “baba ocaklarına” geri dönecek ve bu da muhalefet içinde siyasi bir arınmanın temelini oluşturacaktır.
Ulusalcı söylemlerin dile getirilmesi “siyasi bir taktik” unsuru olmakla sınırlandırılamaz. Atatürkçülük Türkiye’nin en önemli siyasi gerçekliğidir ve bunu görmezden gelen tüm siyasetler de yok olmaya mahkumdur. Protokole bu açıdan da bakmak gerek.