Devletin tanımı ve devlet teorisi üzerine tartışırken bir yerde konu, ister istemez devlet-hükümet ayrımına ve devletin ne kadar gerekli olup olmadığına geliyor. Güncel örnekler eşliğinde devam etmekte olan bu tartışmalarda devlet için alternatif tanımlamalar ve yeni bir bakış açısı da ortaya çıkmıştır. Bu yeni bakış açısına göre aslında devlet adını verdiğimiz yapı, en eski devirlerden beri belli kurallar çerçevesinde insan öldürme, hak mahrumiyeti verme gibi yetkileri üzerinde bulunduran esas teşkilattır.
Devlet kavramına yukarıdaki gibi bir yaklaşım, ilginç biçimde mafyöz yapıları ve aradaki benzerliği akıllara getirmiştir. İşleyiş neredeyse aynıdır: Kendi belirlediği kriterlere göre para toplamak, o paranın bir miktarını sizin güvenliğiniz için ayırmak, bu işleyişe ve genel asayişe aykırı hareket edecek olanları cezalandırmak…
Aslî unsuru millet olan bir organizasyon nasıl olur da milletine düşman bir suç örgütüne, mafyanın kurumsal biçimine dönüşür, bunu sorgulamak gerekir. Tabii bütün bu beyin fırtınası altında biraz nüktedan, biraz da komünist ideadaki sönümlenen devlete atfen “en iyi devlet olmayan devlettir” gibi bir söylem de dile getirilmiştir. Fakat insan ırkının doğası, geçmişin muhasebesi ve günün koşulları karşısında bunun ancak bir ütopya olabileceğini kabul etmemiz gerekiyor.
Geçmişte bir siyasi partinin yeni program ve yeniden teşkilatlanma çalışmaları için hazırladığım Merkez Sol Konumlanma adlı raporda devletin tanımı üzerine ben de bir görüş ortaya koymuştum. Sosyal devlet olgusunun parti programında nasıl ele alınması ve halka nasıl anlatılması gerektiğini izah ederken kutsal devlet anlayışının öncelikle reddedilmesinin elzem olduğunu, bunun sosyal devlet ile aynı şey olmadığını hatta çok sakıncalı bir varsayım, bir tür hurafe olduğunu yazmıştım. Kuşkusuz burada bir devlet düşmanlığı yapma ya da devletin işleyişi ve yaşanan aksaklıklar üzerinden kadim Türk tarihi ile bir hesaplaşma amacı taşımıyoruz. Zaten kutsiyeti tartışmalı bir organizasyonun sistemli bir gasp planıyla kolayca illegal bir yapıya dönüşebileceği riskine dikkat çekiyoruz. Ancak her koşulda şunu kabul etmek gerekir ki insanın ve insan topluluklarının hem geçmişte hem de bugün ve hatta gelecekte dahi güvenilmez doğası üzerine kurulu olan ideal rejim – sıklıkla vurgulanan biçimiyle demokratik rejim – esaslarına göre teşkil edilen ve işleyen devlet aygıtı devam ettirilmek zorundadır. En kapitalist toplumda da bu böyledir çünkü yakın geçmişte dahi küresel çılgınlık boyutuna varmış liberal ekonomi anlayışının acı sonuçları tecrübe edildi, dolayısıyla piyasa kendi haline bırakılamaz.
Devletin teşkilatlanma özellikleri ve işleyişi bakımından günümüzde yalnızca Türkiye’de değil ileri demokrasi olarak kabul edilen Avrupa ülkelerinde bile devlet ve hükümet kavramlarının zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı görülmektedir. Günlük yaşamda devletin daha çok yürütme organı vasıtasıyla görünür bir organizasyon olması bu ayrımın yapılmamasının bir sebebi olabilir elbette ama daha çok karşılaşılan durum, genel otoriterleşme eğilimleri yani hükümetlerin yasama ve yargı üzerindeki tahakkümleridir maalesef.
Halk nazarında devleti bir korku unsuru olarak kullanan ve çoğunlukla rejimi dönüştürme hevesindeki siyasi kadro kimlerdir? İktidarını ve dünya görüşünü pekiştirebilmek için hangi araçları kullanır? Ve bu mafyatik yapıdan kurtulabilmek için nelere dikkat edilmelidir? İşte bu sorular üzerinde biraz düşünmek ve cevap aramak yerinde olacaktır.
Yakın tarihte birçok kez karşılaşıldığı gibi demokratik yollarla iktidara gelmiş, daha doğru tabirle demokrasinin açıklarından istifade ederek devleti gasp etmiş siyasi akımlar, ideolojilerini devletin hakim ideolojisi haline getirebilmek ve böylece mutlak iktidar olarak rejimi değiştirebilmek için her aracı kullanmaya hazırdır. Kültürel hegemonya kurabilmeleri için hiç şüphesiz oldukça işlevsel nitelikteki sportif faaliyetlere ve sanata da el atmak zorunluluğu hissedeceklerdir. Fakat bu alanlarda bir üstünlük kuramayacaklarını gördükleri anda kural ve gelenekleri tamamen yok sayarak açıktan müdahale etmeye ve zor kullanmaya başlayacaklardır.
Son günlerde konuşulan dizi film sektöründeki skandallar ve artık tamamen görünür hale gelmiş arka planında olanlar da tam olarak budur. Adil rakabetle kültürel iktidarını kuramayan gasp rejiminin kendisi kadar berbat bir başka hakim zümreyle kapışmasına tanıklık ediyoruz. Şahsen bu kapışmadaki taraflardan hiçbirisini tutmadığımı belirtir, din sömürücüsü ve Sabetaycı bu iki takıma da başarılar dilerim. Ete para vermesinler birbirlerini yesinler, böylesi millet için daha hayırlıdır. Ben çayı çekirdeği aldım, seyre başladım…
Normalde bu hafta sinema ve televizyon dizileri üzerine kaleme aldığım ama özellikle de bir Yeşilçam tutkunu olarak Türk sinemasını anlatan yazımı sizlere sunacaktım. Bu gündemde sanırım o yazı biraz daha bekleyecek… Tabii bu arada dünya genelinde gün itibarıyla hemen hemen her devlette nitelik bakımından ciddi gerilemeler kaydedildiği, bazılarının devlet maskesi altında iyice mafyatik rejimler halini aldığı da vakidir. Yani aslında dünya halkları olarak zaten bir gerilim filmini yaşıyoruz diyebilirim.
Güçlü olan gücünün yettiği yere saldırmaya ve bir bahaneyle kendisine haklılık payesi çıkarmaya çalışıyor. Koşullar ağırlaştığında bugün en medeni addedilen kurumların ve insan topluluklarının bile birbirinin hakkına riayet etmeyeceği ve can havliyle sadece kendini kurtarmaya çalışacağı açıktır. Suriye’de ortaya çıkan kaosta grupların kendilerini koruma içgüdülerinin ve kısmen de aç gözlülüklerinin sonucu olarak yeni düzene çökme çabaları, ABD gibi başat bir ülkenin kendi müttefiklerinin bile mülküne göz koyması ve bu meyanda cereyan eden benzer hadiseler, artık hiçbir statünün daimi barışı garanti etmeyeceğini fazlasıyla göstermektedir. Yine aynı şekilde daha büyük mafyanın korkusuyla içerideki mevcudu koruma telaşındaki yerel eşkıyanın taviz vermeye yanaşması ama bununla tezat olacak biçimde bir yandan da halen kendi rakiplerinin belediyelerine çökmesi de aslında bir çözümün değil bitmeyecek husumetin işaretidir. Buralardan anlaşılan şu ki çözüm veya barış hikayedir; yaklaşmakta olan yeni ve daha büyük kapışmalardır.
Suçluluk ve bitmeyen ihtiraslarının esiri olan gasp rejimlerine karşı küçük grupların münferit saldırıları etkili olmaz hatta onları besler. Rejim tarafından milli tehdit olarak gösterilip kafaları alenen ezilir ve bu sefer daha büyük bir korku iklimi hakim olur. Hukuk zemininde bir mücadele de mümkün değildir zira elindeki silahı bırakma niyetinde olmayan eşkıya, yasaları da dinlemez. O nedenle bir anlaşma ve diyalog ortamı kurulabilmesi çok zordur; bir şekilde mutabakat sağlansa bile samimiyetten uzak, tamamen kazık atmaya meyyal ve son derece münafıkça olacaktır. İç dinamiklerle bir çıkış yolu aranıyorsa, bu yol kitlelerin ortak tavır alması ve şartlar olgunlaştığında rejimin tüm mitlerini ayaklar altına alacak şiddette topluca harekete geçmesidir. Böyle bir halk hareketi, bazı yerlerde hayata geçmemişse o yerlerin sorumluluk mevkiindeki kişiler kendilerini ve nerelerde eksik olduklarını sorgulasınlar.