Birkaç gündür gündemde olan bir mesele de Menzil tarikatında yaşanan iç savaş. Bilindiği gibi Menzil şeyhinin ölümünün ardından şeyhin oğullarının her ikisi de kendi şeyhliklerini ilan etmiş ve cemaat, Semerkand ve Serhindi adlı iki gruba bölünmüştü.
Baştan beri yaşananlar Türk kamuoyunun ilgisini çekiyor. Önce tarikatı eş şeyhler (herhalde PKK partilerinin eş başkanlık safsatasından etkilendiler) olarak yönetecekleri söylenen “şeyh zadeler”in birbirini yemesi, mal mülk bölüşümü, müritlerin paylaşılması, verilmiş tövbelerin iptali gibi bir dizi saçmalık biz laik Türkleri eğlendirdi de.
Son olarak Menzil Camii’nin avlusunda “sofilerin” birbirinin kafasını gözünü yarmasına yalan yok ben de epey güldüm. Demek ki “Sofinin Dünyası”nda yaşam felsefesi böyle bir şeymiş dedim. (!)
Ama elbette her komedide olduğu gibi sofilerin savaşında da önemli, ciddi ve anlaşılması gerçekten gerekli, tehlikeli bir taraf var.
Bizim kesim bu kavgayı bir mal-mülk paylaşımı çatışmasından ibaret olarak algılamak eğiliminde. Bu elbette çatışmanın bir boyutu, hem de çok önemli bir boyutu fakat mesele bununla sınırlı değil. Daha önce de değinmiştim. Bu kavga tam anlamıyla “post kavgasıdır”. Post kavgası deyiminin anlamı, iktidarı ya da bir makamı ele geçirmek için yapılan kavgadır. Fakat deyimin kökeninde doğrudan doğruya tarikat şeyhliği için yapılan kavgalara bir gönderme vardır. Çünkü şeyhler geleneksel olarak tahtta değil postta oturur. Bu nedenle şeyhe Farsça kökenli bir adla “postnişin” yani postta oturan da denir. Türk halkı, bunun ne şiddetli bir iktidar kavgası olduğunu yüzyıllar öncesinden gördüğü için bu deyimi üretmiştir.
Tarikat kavgası, iktidar kavgasıdır. Maddi, manevi, dini, mali iktidar türlerinin tümünün birleşimi için yapılan bir kavgadır bu çünkü postta oturan, bu iktidar türlerinin hepsinin muktediri olur. En azından kendi tarikatları içinde. Tarikatçı için evren de kendi tarikatından ibaret olduğu için ilk yok etme hedefi de diğer tarikatlar olur. Hele bu kendi içindeki bir bölünmeden türemiş olsun. Bu durum, post kavgasının şiddetini ve vahşetini azaltmak şöyle dursun arttırır.
Tarikat bu anlamıyla yok edicidir. Tarikatlar düzeni çatışmadır, kaostur, kindir, intikamdır, kandır…
Menzil, Türkiye’nin muhtemelen en kalabalık tarikatı. Maddi güç açısından da çok güçlüler, devlete sızma açısından da. Fakat yine de Türkiye’yi yönetecek kadar büyük değiller. Şimdi bir düşünelim. Türkiye tamamen Menzil’in, onun nevzuhur fraksiyonlarının ve diğer tarikatların feodal alanları olarak paylaşılmış olsaydı ne olurdu. Emin olun bugün Menzil’deki iç savaşın çok daha büyüğü, çok dana kanlısı ülke çapında yaşanırdı. Tarikatçılar, dinciler birbirini yer ama arada da halk katledilirdi. Sadece tarikatlar değil, tüm dinci örgütler ve yapılanmalar da aynı sonucu verir.
Bunun örneklerini Lübnan, Filistin, Afganistan yaşadı ve yaşıyor…
Türk milletinin güvenliği, halkın selameti ancak laik, ulusal cumhuriyettedir. Çünkü cumhuriyette tarikat olmaz.
Çok yıpranmış olsa da halen yaşayan cumhuriyetimizin kıymetini bilelim. Yoksa bugün gülerek izlediklerimizi ağlayarak yaşarız.