Migros’un Esenyurt’taki depo işçilerinin başlattığı grev ve eylemler çok ses getirdi. Direniş başarıya ulaştı ve işçilerin talepleri karşılandı. Ama bu işçi eylemi, içinden geçtiğimiz dönemin tüm zorluklarını ve çelişkilerini anlamamız için adeta bir “örnek olay” olarak incelenmeli.
…
İlk tespit etmemiz gereken şey, ülkede artık resmi rakamlarla bile %50’leri bulan enflasyon ve enflasyonun yarattığı iktisadi yıkım.
Enflasyondan elbette herkes çok etkileniyor ama sadece maaşla geçinen işçilerin, enflasyona karşı kendilerini korumak için maaş artışı dışında başka bir yolu yok. İşçi açısından enflasyonun üzerinde zam alamaması demek, artık bir açlık sorunudur. Açlıkla imtihan edilen işçinin, ülke içindeki diğer siyasi çatışmaları ön plana alması elbette beklenemez.
O çatışma ise, işçi sınıfı açısından da yaşamsal olan AKP iktidarı ile TÜSİAD’da simgeleşen büyük sermaye grupları arasındaki çatışma.
…
Migros’un sahibi Tuncay Özilhan, aynı zamanda TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Kurulu Başkanı. TÜSİAD adına yaptığı açıklamalarla iktidar politikalarını eleştiriyor. AKP liderinin her fırsatta TÜSİAD’a karşı yüksek perdeden tehdit sözleri de hala kulaklarımızda.
Özilhan’ın sahibi bulunduğu Migros aynı zamanda Tayyip Erdoğan tarafından enflasyonun sebebi olarak gösterilen market zincirlerinden birisi. Yakın dönemde bu gruba kesilen fahiş fiyat cezasını da hatırlayalım.
Eh, bunun üstüne bir de Efes Pilsen’i ekleyin! Tuncay Özilhan aynı zamanda Efes Pilsen’in sahibi.
Kısacası dört dörtlük bir düşman AKP için Özilhan Grubu.
…
Tam da bu nedenle, ilk defa iktidar bir işçi eyleminde patronun karşısında ve işçinin yanında taraf tuttu. Ülkenin dört bir yanında işçi eylemleri var, hemen hemen her yerde işçiler gözaltına alınıyor, işten atılıyor ama AKP için bunlar sorun değil. Fakat işçi Migros işçisi olunca, AKP’nin Çalışma Bakanı birden işçi dostu kesiliveriyor.
İktidar için Migros işçi eylemi bir fırsat olarak görüldü. Hem enflasyonu azdıran, hem de işçinin hakkını vermeyen işte Migros’un patronu Tuncay Özilhan’dı! Hükümet ise hem enflasyonla mücadele ediyordu, hem de işçinin hak ettiği ücreti alması için savaşıyordu!
…
Bu noktada Migros’ta eylem yapan işçi ile Migros’un sahibinin aynı siyasi cephede olduğunu, her ikisinin de fiilen AKP iktidarının karşısında konumlandığını tespit etmemiz gerekir.
Ama aynı cephede olmak demek, işçiler açısından açlığa razı olmak olamaz!
AKP iktidarı TÜSİAD sermayesine savaş açtı diye, bir işçinin o sermayedarı savunmasını beklememeli kimse. Tam tersine, TÜSİAD sermayedarları eğer işçilerle kendilerini aynı safta görüyorlarsa, işçilere hak ettikleri zamları yaparak, aynı cephede olduklarını göstermelidir.
İşçi, zaten açlıkla boğuşurken TÜSİAD patronuna bağışta bulunacak değildir. Ama eğer TÜSİAD patronunun sınıf bilinci yüksekse, kendisini tehdit eden asıl gücün işçiler değil de bu tekelci iktidar olduğunu düşünüyorsa, artık işçilerini memnun etmek zorunda olduğunu bilmelidir.
Şunu tespit edelim, işçi sınıfının eli ilk defa bu kadar güçlüdür. Stratejik açıdan hak alabilecek konumdadır. Bu stratejik konumunu da kendi refah seviyesini yükseltmek için kullanacaktır. Bunun dışında bir fedakarlık kimse beklememelidir. Fedakarlığı yapması gerekenler ücretliler değil, işverenlerdir.
Üstelik, Migros örneğinde biliyoruz ki karlı bir yıl geçirdiler. Eh, artık o karı işçiler ile bölüşsünler. Yok, biz işçi ile bölüşmeyiz diyorlarsa AKP zaten o karı çeşitli cezalarla onların elinden alacaktır. Tercih onların; parayı işçiye mi verecekler yoksa “Havuz”a mı atacaklar karar versinler.
…
Fakat işçi sınıfı Migros işçilerinden ibaret değil ve maalesef işçi sınıfının geri kalanı Migros işçileri kadar şanslı değil.
İşçilerin büyük çoğunluğunun sendikası bile yok ki… Şimdi sendikalı olmayan işçilerin oturup düşünmesi gerek. İktidar neden Migros’taki işçileri destekledi de onları desteklemiyor?
Desteği almanın iki yolu var: Ya AKP’nin düşman bellediği patronların işçisi olmak ya da sendikalı olmak! Eh, herkes Tuncay Özilhan’ın işçisi olamayacağına göre; işçiler sendikalaşmak zorunda. Sendikalaşmak onlar için artık bir lüks değil; aç kalmak istemiyorlarsa sendikalı olmak zorundalar.
Tabi bir diğer mesele de sendikaların durumu. Türk-İş Başkanı’nın işçileri nasıl sattığını mikrofon açık kalınca tüm Türkiye duymuştu ve o şahıs işçilerin oyları ile yeniden başkan seçildi. Sendika liderlerinin işçi lideri değil de bir patron olduğu, üstelik iktidarın kayyumu olduğu bir ülke burası. Yani sendikalaşmak gerekli ama yeterli değil. Sendikaları da sendika ağalarından kurtarmak gerek.
Hani muhalefetimiz “ekonomi dışında bir gündemimiz yok” diyor ya. Bir anlamda doğru diyorlar ama işte o gündem işçinin fabrikasında, grev çadırında, yürüyüşünde ortaya çıkıyor. Ama bakıyoruz işçinin olduğu hiçbir yerde muhalefet partileri yok. Çünkü onlar için ekonomik gündem Meclis Grup toplantılarında fiyatlardan yakınmak sadece. Bu da demektir ki işçilerin sadece sendikasızlık değil bir de partisizlik gibi sorunu var.
…
Sorunlar çok ama bir kısmı son derece acil. İşçiler açısından maaş için mücadele etmek elbette en öncelikli ve en doğal olanı. Son dönemde işçi eylemlerinin yükselişini buna bağlayabiliriz. Bu eylemlerin özellikle Hizmet sektöründe yoğunlaşmış olmasını da doğal bulmalıyız. AKP’nin yıkıma uğratmaya çalıştığı belli sermaye kesimleri, yok olmak istemiyorlarsa, artık işçileri ile birlik olmak zorundalar.
Migros işçileri bunun yolunu açmış oldu, işçi mücadele ederek kazanmayı öğrendiğine göre, patronlar da işçilere karşı değil iktidara karşı mücadele ederek kazanabileceklerini bilmeliler.
…
Migros eylemi ile ilgili belki tek bir uyarı yapmak gerekir diye düşünüyorum.
İşçilerin fabrikalarının önüne çadır kurması da haklarıdır, o fabrikaları işgal etmesi de. Kimi zaman yolları kapatmak da bir yöntemdir, Bakanlık önünde, Saray önünde eylem yapmak da. Elbette TÜSİAD’ın önü de uygundur eylem için.
Fakat Patron’un evinin önünde eylem yapmak, en azından bu dönem için son derece tehlikeli çağrışımları olan bir adım. Daha 15 gün önce birilerinin Sezen Aksu’nun evinin önünde toplanarak attığı vahşi sloganları anımsayalım. Yine Meral Akşener’in evinin önünde yapılan saldırganlığı. Aynı gün bir gazetecinin kendi bürosunda kurşunlanmasını da hatırlayalım.
İşçiler, Çalışma Bakanı’nın evine, iktidar reisinin evine gidip rahatlıkla eylem yapabiliyorlarsa, elbette patronun evine de gidebilirler. Yok buralara gitmeyi akıllarından bile geçiremezlerken patronun evinin önüne kadar hiç durdurulmadan gidebildilerse ve orada gözaltına alındılarsa, bu yolu kim neden açtı ve bizi kim neden gözaltına aldı diye de sormalılar.
…
İşçi sınıfının tarihin kimi dönemlerde tekelci faşist iktidarlar tarafından kullanıldığı bir gerçektir. Bunu işçiler biliyor. Bunu AKP iktidarı da çok iyi biliyor. Ama bunu patronlar da bilmeli: Kendi varlıkları o işçileri anlamalarına, onlara emeklerinin karşılığını vermelerine bağlı. Artık o işçilerin sadece emeğine değil, siyasi desteklerine de ihtiyaçları var!
Son söz:
İşçilerin siyasi tavır alabilmeleri için öncelikle ekonomik çıkarlarını savunmaları gerek, patronların ise siyasi çıkarlarını savunmak için işçiler karşısındaki ekonomik çıkarlarını geri plana itmeleri gerek.