Siyasi partilerin asıl kanunu
Türkiye’de herkes siyasi partilerden, özellikle de Siyasi Partiler Kanunu’ndan şikayetçi. Bu eleştirilerin odak noktası ise siyasi partilerdeki lider sultası. Halk, her ne kadar kendi vekilini seçiyor gibi gözükse de, aslında liderin ona gösterdiği adayı seçebiliyor. Eh böyle olunca vekil de halka değil liderine hesap veriyor.
Herkese doğru imiş gibi gelen bu eleştiri, aslında siyasi partilerin asıl kanununu ıskalıyor: Siyasi partiler, adları üstünde siyaset yapan ve siyaset yapmak için kurulan örgütlerdir. Oysa ülkemizde siyasi partiler, en başta bu siyaset kanununa uymuyorlar!
Etrafınızdaki siyasi partilere bir bakın, liderlerini izleyin, vekillerini takip edin, sonra da bu siyasi partilerin ne iş yaptığını bir söyleyin!
Bir kısmı çete.
Kirli işlerle uğraşıyor ve siyaseti de bu kirli, karanlık, kriminal işlerini legalleştirmek için kullanıyorlar.
Bir kısmı şirket.
Parti lideri patron, yöneticiler ise şirket temsilcileri, vekiller ise en fazla müşteri ilişkileri kuran tezgahtarlar.
Bir kısmı ise tiyatro kumpanyası.
Liderinden vekiline hepsi sanki profesyonel bir tiyatro eğitimi almış, diksiyonundan vurgulamalara, mimiklerden vücut diline kadar herşeyleri tiyatro performansı.
Ülkemizdeki siyasal sistem şöyle işliyor: Siyasi partisini şirket gibi idare eden patron, hem partisini hem ülkeyi yönetiyor. Ülkeyi yönetirken bir kısım çete tarzı partiden faydalanıyor, onları kullanıyor. Ve bu iktidarı değiştirmekten bahseden muhalefet ise, karşısındaki şirket ve onu destekleyen çetelere karşı tiyatro oynuyor!
Siyaset nedir?
Siyaset, bir toplumu yönetmektir. Siyasal partilerin belli ideolojileri olur, fikirleri olur, idealleri olur ve iktidar olduğunda da toplumu o fikirlere göre yönetmek ister.
Siyasetin yapıldığı zemin ise toplumdur. Toplum ise zaten kendine ait belli inançları olan bir topluluktur. Dolayısıyla kimi siyasi partiler, toplumda zaten güçlü olan fikirleri savunurlar ve düzenin yani toplumsal yapının devamını isterler. Bir kısım parti ise toplumdaki düzenden memnuniyetsiz kitlelerin sözcüsüdür ve toplumsal yapıyı değiştirmek ister, bunlar reformcu da olabilir devrimci de olabilir.
Siyaset, özünde toplumsal yapının devamından yana olan güçlerle o düzeni değiştirmek isteyen güçler arasındaki mücadeledir ve bu mücadele de siyasal partiler yolu ile verilir. Siyasi partilerin varlık nedeni budur ve buna da siyaset yapmak denir.
Farkındaysanız bizdeki muhalefet en başta siyaset yapmıyor. Siyaset yapmamayı geçtim, siyaset yapılmasını da yasaklamış durumdalar. Türkiye’nin hiçbir siyasi meselesi hakkında konuşulamıyor, ekonomik eleştiri dışındaki her şey yasak. Koca siyasi partiler kendilerini Tüketici Hakları Koruma Derneği statüsüne indirmiş durumdalar. İnsanlar pazara file ile giderken bizde siyasetçiler Meclis’e pazar filesi ile gidiyor.
Siyasetin bittiği noktadır bu ve buradan hiçbir sonuç da alınamaz…
Siyaset değil tiyatro yapan muhalefet
Elbette siyaset yapan bir parti var ülkemizde, o da AKP. Ve bu bile bize bir şey anlatmalı.
AKP aslında bir şirket ve iktisadi çıkar örgütü. Tümüyle iktisadi olan bu yapı bile, bunun için siyaseti kullanıyor ve zaten siyaseti kullandığı için başarılı oluyor.
Kendisine düşman toplumsal kesimler belirliyor, onlarla mücadele ediyor, kendisine düşman uluslararası aktörler belirliyor ve onlarla mücadele ediyor, siyaset yaptığı için de kazanıyor.
Muhalefet ise, tüm toplumu temsil etmek gibi tam anlamıyla ahmaklık olan bir strateji izliyor ve bu nedenle de ne dostu var ne de düşmanı. Eh dostu ve düşmanı olmayanın da sadece izleyicisi, alkışçısı, yuhalayıcısı olur. Bakın, tiyatro benzetmesi burada da doğrulanıyor bir kez daha.
AKP ile muhalefeti karşılaştırırsak, AKP’nin ne yapıp muhalefetin ne yapmadığına bakarsak bizim için daha da öğretici olacaktır.
Siyaset, verili bir toplumda yapılır ve o toplumun da o andaki eğilimleri bellidir. Ama o eğilimler, yani toplumsal fikirler sadece o anlıktır, hayat değişir ve toplumlar da değişir. Siyasi partiler, iki yolla o toplumu değiştirmeye çalışır. Muhalefet, toplumsal yapıyı eleştirerek ve alternatifini sunarak ideolojik ve siyasi yoldan mücadele ederek kendi tabanını arttırmaya çalışır. İktidar ise, iktidar imkanlarını kullanarak toplumsal yapıyı değiştirir, burada söz artık fiil haline gelmiştir.
Bu, siyasetin bir numaralı kuralıdır. AKP, muhalefet döneminde bu kurala uymuştur. Ama zaten eskiden tüm siyasal partiler bu kurala uyardı; CHP de, MHP de, Merkez Sağ da, Milli Görüşçüler de, Sosyalist partiler de, Kürtçü partiler de.
Hiçbir siyasi parti, kendi siyasetlerine vatandaşı ikna etmeden, yani vatandaşın fikrini, siyasal tavrını değiştirmeyi başarmadan iktidara gelemez. Bunu düşünmeyen bir siyasetçi ise siyasetçi değil tiyatrocudur. O, izleyici alkışını siyasal oy sanır ve sandıkta da hep yanılır.
Ülkemizde yapılan seçimlerin sonuçlarına bir bakalım, hemen hemen her siyasal görüşün bir kemik oyu var. Bu, partilerin en ideolojik tabanıdır ve tüm siyasi partiler bu taban üstünde yükselir. İdeolojik tabanından kopan bir siyasi parti de kesinlikle başarısız olur. Kaldı ki, siyasal parti için bu taban yetmez, siyasal söylemleri ile kendi tabanını genişletmeye çalışır. Bunun tek yolu ise diğer partilerin yanlış görüşlerini vatandaşa göstermek ve onu fikren ikna etmektir. Bunu yapan parti seçmenini arttırır ve iktidar olabilir.
Bir de CHP’ye bakın! CHP, kendi ideolojik sadık tabanının isteklerinin tümüyle tersini savunuyor ve başka partilerin tabanlarını kazanmak için de o partilerin aleyhinde tek bir söz söylemiyor. Adamlar, geçtim 6’lı Masa’daki ortaklarını, AKP’yi bile eleştirmiyorlar. Kendinizi bir AKP’linin yerine koyun, en karşıtınız olan parti bile sizi siyaseten eleştirmiyorsa partinizi neden değiştiresiniz?
Ülkede herkes anket sonuçlarına şaşırıyor: AKP’nin %30’luk bir tabanının neden erimediğini bulmaya çalışıyor. Cevabı, CHP’nin oylarının neden artmadığında var zaten! CHP, AKP oylarının erimesi için hiçbir şey yapmıyor ki erisin AKP oyları. O buzul kitlesini eritmeden AKP’li seçmenden oy alınabileceğini sanan varsa yanılır; siyaset oy almaktır, attığınız bir twite beğeni almaya benzemez!
Hayallerimiz
AKP, siyasetin ilk kuralı olan siyasete uyuyor, hâlâ çok ideolojik tavır alıyor ve bu ideolojik tavır alışla da kendi tabanını sımsıkı tutmayı başarabiliyor. Fakat siyaset, her ne kadar toplumsal yapı üzerinde cereyan etse de, sosyolojinin ötesinde psikolojinin de kurallarına dikkat etmesi, kullanması gerekir.
Siyasetçi ya hayal satar ya da korku satar!
Biliyorum bu ifade de rahatsız edici olacaktır ama şöyle okuyun bir de…
Sosyalizmin, (İslam’ın da olabilir, Türkçülüğün de olabilir, başka bir ideal de olabilir) ideal toplumunu kuracağız dediğimizde, idealimizi hayal haline getirmiş olmaz mıyız? İdealler, hayal oldukları ölçüde idealdirler ve insanlar hayallerin peşinden gittikleri için de ideolojik mücadele hayalci değil gerçekçidir!
Kaldı ki insan düşünen canlıdır denir, oysa daha doğrusu insan hayal eden canlıdır, bu nedenle Yahya Kemal “İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” der. Ve biz de bu nedenle hayallerini satan insanlardan iğrenir, hayallerini kendi terk eden insanlara ise acırız…
Korkularımız
Korkutmak size itici mi geldi?
O zaman bir de şunları okuyun…
Bu seçim Cumhuriyet’in son seçimi olabilir, 28 Şubat zulmüne geri mi döneceğiz, ülkemiz göçmenlerin istilası altına girecek, kendi ülkemizde azınlık olacağız vb…
Farkındaysanız bunların hepsi birer korkutma ifadesidir ve gayet de insanidir. Siyasetçiler, topluma sadece ideal sunmazlar, onları düşebilecekleri korkunç sonuçları göstererek de uyarırlar, bu uyarının karşılığı ise korkudur.
Dikkat edin, AKP, hem çok iyi hayal satıyor hem de korku satıyor. Türkiye Yüzyılı’ndan tutun TOGG’a, SİHA’lardan Kızılelma’ya her söylem bir hayaldir ve toplumda karşılığı vardır. Başörtüsünden bölücü teröre, FETÖ’den dış güçlere tüm söylemleri de başarılı bir korku politikasıdır ve toplumda bunun da karşılığı vardır.
Peki ya muhalefet?
Dikkat edin, güçlendirilmiş parlamenter sistemden Merkez Bankası’nın bağımsızlığına kadar tüm söylemler doğru da olsa, bunların vatandaş tarafından hayal olarak algılanmasına imkan yoktur.
Ülkemizde bir diktatörlük rejimi var ve aslında vatandaş zaten bir korku tünelinde yaşıyor. Bu korku tünelinden demokrasi ile çıkılabilir ve pekâlâ demokrasi bir hayal olabilir. Aslında laiklik de bir hayal olabilirdi. Hatta Atatürk’ün ismi bile tek başına bir hayaldir.
Ama farkındaysanız muhalefet her hayali sıradanlaştırmakta, tiyatro oyununun basit bir repliğine dönüştürmekte! Koskoca bir muhalif kitle hayalsiz bırakılmış, hayalin yerine hamasetle besleniyor. Ondan sonra da hayalsiz kitleye umut aşılamak için tiyatral ifadelerin dozu arttırılıyor…
Ekonomi, Sosyoloji, Psikoloji
Peki neyle uğraşıyor muhalefet?
Ekonomiyle.
Aslında bu ekonomi meselesi bile muhalefetin siyasetten ne kadar bihaber olduğunun en güzel örneği.
Bir yıl önce ülke ekonomisi neredeyse çökmek üzereydi ve gerçekten de kısa bir süre için olsa bile iktidar, elindeki ipi kaçırmış gibiydi. Normal şartlarda muhalefet, böylesi uygun bir iktisadi kriz anında pazar filelerini Meclis kürsüsüne taşımak yerine Meclis’i boşaltır ve kürsüyü pazarlara kurardı.
Erken seçimi gerçekten isteyen bir muhalefet asla ama asla parlamentoda kalmaz! Erken seçim çağrılarının bir tiyatro olduğunu, muhalefetin keyfinin Meclis’te rahat olduğunu buradan bile anlayabiliriz.
Evet, muhalefet siyasetin bu kuralını da uygulamadı ama iktidarın siyasetini de anlayamadı bir türlü. İktidar, siyasetin bir üçgen içinde cereyan etiğini biliyor: Ekonomi, sosyoloji ve psikoloji.
Ve burada da iki kritik kavram var: Felaket ve kurtuluş.
AKP, ekonominin en kötü noktaya kadar gitmesi için bilinçli bir iktisadi politika uyguladı, enflasyonun da, dövizin de en tepe noktaya gelmesi için bilinçli bir politika izledi ve insanlara bir felaketi gösterdi. Felaketle karşılaşan insanlar bir kurtarıcı ararlar ve iktidar da son birkaç ayda attığı her adımla da kurtarıcı rolüne soyunuyor. Asgari ücretten EYT’ye, konut projelerinden enflasyonun düşüşüne, döviz kurunun sabitlenmesine kadar “felaketten çıkaran yine AKP” algısını yaratıyor.
Muhalefet, AKP’nin iktisadi politikalarını ciddi ciddi iktisadi eleştiriye tutuyor ve gerçekten çok komik oluyor. İnsanlar, sebep aramazlar suçlu ararlar. “Enflasyonun sebebi faiz politikasıdır” demek bir derslikte öğrencileri ikna edebilir ama seçim meydanına çıkıldığında “enflasyonun sebebi bu kazıkçı marketler” demek oy getirir. Muhalefet, birazcık olsun Türk filmi izlesin: Türk filmlerinin değişmez kazıkçı bakkal tipinin hepimiz üzerinde nasıl etkili olduğunu bir daha düşünsün.
Şimdi kimileri diyecek ki ama ekonomiyi zaten AKP batırmıştı kurtaran yine o olsa bile AKP’nin sorumluluğu ortadadır. Evet, sorumluluk AKP’nindir ve zaten muhalefetin anlamadığı şey tam olarak bu: İnsanlar kurtarıcı ararlar ve kimin batırdığına değil kimin çıkardığına bakarlar.
İsterseniz dinler tarihini de bir daha okuyun: Tüm peygamberlerin kurtarıcı rollerinin nedenini bir anlamaya çalışın…
Siyasetçi, gazeteci, tiyatrocu
İşin belki de en trajik yanı şu: Muhalefet tüm yatırımını ekonomik krize yapmıştı ve bu krizi arkasına alarak iktidarı yıkacaktı. Ama görüyoruz ki seçimlere giderken AKP ekonomiyi düzeltecek adımları atıyor ve aslında muhalefetin eleştiri getirdiği her sorun çözülüyor. Eh, bu durumda kimse EYT’yi kim gündeme getirdi diye bakmaz, kimin çözdüğüne bakar.
Muhalefetin buradaki rolü gazeteciliktir, yine siyasetçilik değil! Halkın sorunlarını başarılı bir şekilde gündeme getirmek gazetecinin işidir. Diyebilirsiniz ki bu da bir şeydir, tiyatroculuktan iyidir. Ama aslına bakarsanız, bu bile bir tiyatrodur!
Madem halkın böyle ekonomik sorunları var, o halde vatandaşın sokağa çıkarak bu sorunlarını haykırması gerekmez mi? Siyasi partilerin halkın bu sorunlarını dile getireceği mitingler yaparak bu kitleyi kendi yanına çekmesi gerekmez mi?
İnanılır gibi değil ama Türkiye’de en büyük ekonomik krizin yaşandığı dönemde bile muhalefet, halkı kendi yanına çekmek için tek bir miting dahi yapmadı!
Dünyanın hangi ülkesinde muhalefet halkın kendi partisine katılabileceği bu imkanı geri teper?
Hiçbir ülkede!
Çünkü hiçbir ülkede siyasetçi bizdeki gibi tiyatrocu değildir.
Halkın bu kadar siyasi olduğu başka bir ülke de belki yoktur. Bu da tiyatronun bir eğlence unsuru değil bir ihanet olduğunu gösterir…
Kumpanya mı, kumpas mı?
Evet, muhalefet tiyatrosunun bir kumpanya mı bir kumpas mı olduğunu anlayacağımız döneme giriyoruz. Yakında muhalefet kendi cumhurbaşkanı adayını çıkartacak ve göreceğiz 6’lı Masa bir çözüm müymüş yoksa bir tuzak mı…
AKP’nin siyasetlerine karşı çıkabiliriz, bunlardan nefret edebiliriz ama siyasetin kuralını bildiklerini ve uyguladıklarını yadsıyamayız. Tayyip Erdoğan, kendisine verilen bir hapis cezası sonrasında siyasetin kuralına uydu ve siyasal liderliğini ilan etti.
Şimdi benzeri bir durum Ekrem İmamoğlu’nun başına gelmek üzere ve Tayyip Erdoğan’ın aldığı ceza ile Ekrem
İmamoğlu’nun aldığı cezayı kıyaslayan muhalefet yine hata yapıyor.
Bir defa, Tayyip Erdoğan, halkı kin ve nefrete sürüklemekten ceza almıştı. Ayrıca cezanın okuduğu şiirle bir ilgisi yoktu yaptığı konuşmadan ceza aldı. Verilen karar hukukiydi ve aslında ne kadar haklı olduğunu da yaşayarak gördük. 20 yıldır halkı kutuplaştırmasından şikayet etmiyor musunuz? Yahu mahkeme bunu 20 yıl önce görmüş ve tedbirini almış: Bu adama siyaset yaptırmayın, halkı birbirine düşürür demiş. CHP ise mahkemeyi değil Baykal’ı dinlemiş ve Erdoğan’ın önünü açmış.
Ama diyelim ki muhalefet haklı ve iki kişinin durumu benzer: O halde Baykal’ın Tayyip Erdoğan’a yaptığı kıyağı buyursun Kılıçdaroğlu da Ekrem İmamoğlu’na yapsın ve aday olmasına daha fazla set çekmesin!
Bu durumda muhalefetin yaptığı tüm siyasi hataların geride kalacağı bir yarış başlayabilir ve Ekrem İmamoğlu ile Tayyip Erdoğan karşı karşıya gelebilir. İmamoğlu, daha önce seçim kazanan ve şimdi de engel konulan mağdur ama kararlı, mağdur ama mücadele eden, mağdur ama mağduriyeti kabul etmeyen biri olarak bu seçimi kazanabilir. Mutlaka kazanır diyemiyoruz elbette ama sanki muhalefetin önündeki en iyi şans bu gibi.
Hadi diyelim Ekrem İmamoğlu ile değil de biz Mansur Yavaş ile iktidarı şaşırtacak ve bambaşka bir zeminde kavgasız bir seçime gideceğiz de denebilir. Bunun da garantisi yoktur elbet ama iyi bir şansı vardır.
Fakat bu iki aday dışında bir aday belirlenirse, hele hele Kemal Kılıçdaroğlu olursa bu aday, seçimin kaybedileceği garantidir.
Ve böyle bir adayla seçime giden siyasetçi, gaflet ve dalalet içinde değildir, açıkça ihanet içindedir. İşte o zaman ben buna siyaset kumpanyası değil siyaset kumpası derim!