Salı günkü gelişmelerle birlikte “Abdullah Gül” adının bir hayalet gibi siyasetin üzerinde dolaşmaya devam ettiğini gördük. Abdullah Gül, T24’ten Murat Sabuncu’ya konuştu ve kararın “utanç verici” olduğunu belirtti.
Aynı gün Karar’da Mehmet Ali Verçin’in Abdullah Gül’e dair son derece ilginç bir yazısı yayınlandı. Fehmi Koru gibi kilit bir ismin Verçin’in yazısından pas alarak ertesi gün konuya dâhil olması daha da ilgi çekiciydi.
Verçin’in Abdullah Gül’ün ne kadar da “idealist, gözü tok ve ilkeli” (!) olduğunu anlattığı kayganlaştırıcı girizgâhtan sonra anlattıkları önemli. Sadede gelir gelmez müthiş bir diplomatik nezaket eşliğinde Gül’ün muhalefete dayatıldığı şu cümle geliyor:
“Parlamenter Sistem Anayasasını oluşturacak “kurucu meclis” ve “Cumhurbaşkanı”nı seçecek çoğunluk ancak ve yalnız AK Parti’yi destekleyen seçmenlerin %20’sinin saf değiştirmesiyle mümkün olabilmektedir.”
Mehmet Ali Verçin, Babacan ve Davutoğlu’nun kurduğu iki partinin, gönlü kırık AKP seçmenini çekmekte başarısız olduğunu belirtiyor ve düğümü çözecek anahtar olarak Abdullar Gül’ü gösteriyor. Hatta bir adım ileri gidip teklifi somutlaştırıyor ve iki partinin birleşmesini, Abdullah Gül’ün de genel başkan olmasını öneriyor.
Tabi bu, 6’lı masaya Abdullah Gül’ün bizzat oturması demek. Ve belki “muhalefetin ortak cumhurbaşkanı adayı” söylentisi kadar tahrip edici.
Hâlihazırda hem Davutoğlu, hem Babacan eski dönemin hesabı şöyle dursun, özeleştirisini bile vermemiş olmakla eleştirilirken Türk siyasi tarihine adını “Çankaya Noteri” olarak yazdırmış Abdullah Gül’ü muhalefet nasıl hazmedebilir?
Bu noktada akıllara şu soru da takılmıyor değil: Davutoğlu ve Babacan, Gültekin Uysal’ın “20 yıllık AKP döneminde sorumluluğa ortak olmamak” diye tanımladığı ortak aday kriterine gerçekten kendileri adına mı surat ekşitmişlerdi? Yoksa Verçin’in yazdıkları alttan alta yürütülmekte olan bir Abdullah Gül planın kamuoyu yoklaması mıydı?
Sabah gazetesinden Mahmut Övür’ün 21 Nisan tarihli yazısı, AKP cenahının böyle bir ihtimal karşısında ne kadar tetikte beklediğinin önemli bir örneği. Fakat bu tetikte olma halinin bir başka örneği, Uşak Valisi Funda Kocabıyık’ın ani görevden alınma haberi oldu. Zira dün, Vali Kocabıyık’ın eşi, AKP eski milletvekili Hüseyin Kocabıyık’ın Kavala kararını eleştiren twitleri gündemdeydi. Kocabıyık şu cümleleri kurmuş:
Bizimki de nasıl bir kader böyle! Tüm hayatımızda CHP’nin 1946’da yaptığı seçim hilesini tenkit ettik. 2019’da İstanbul’da bir benzerini biz yaptık. Hayatımız boyunca Menderes’i ipe çeken zalim hâkim ve savcılara lanet okuduk; şimdi onların benzerleri vicdansız hükümler kuruyorlar.
AKP’yi 1950 öncesi CHP’ye benzetip, Menderes mağduriyetinden yürümek son dönemin tipik “muhalif eski AKP’li” söylemi. Saray’ın, eski AKP’li vekilin karısını valilik görevinden alması, bu açıdan şaşırtıcı değil. Hüseyin Kocabıyık’ın ileride DEVA veya Gelecek partilerinden birinde siyasete girmesi de aynı şekilde şaşırtıcı olmayacaktır.
İşte Fehmi Koru da Mehmet Ali Verçin’den pas aldığı dünkü yazısında benzer bir Menderes söylemine yer veriyor ve Abdullah Gül’ün Kavala kararı eleştirisini bu şekilde selamlıyor.
Abdullah Gül’ün gayrıresmî sözcüsü ve süper-egosu kabul edebileceğimiz Fehmi Koru’nun konuya yaklaşımı, Verçin’in dile getirdiği teklifi olumlu karşılayan bir elçi gibi…
‘Millet ittifakı’ çatısı altında buluşan muhalefet partilerinin kararsızları kendilerinden yana çözmek diye bir dertleri varsa, bunu ‘yanal düşünce’ yöntemleriyle çözme yoluna gitmeleri tavsiye edilebilir.
Tabii, böyle bir dertleri gerçekten varsa…
Anlıyoruz ki, Gül cephesinin aktif bir seçim stratejisi var ve bir program dâhilinde bunu yürütüyorlar. Kavala ve diğer Gezi davası sanıklarına verilen hukuksuz cezalar Gül’ün hamle yapmasına olanak tanıdı.
Muhtemeldir ki, geçen haftadan beri yine özellikle Karar’cı çevrede çıkan “6’lı masanın heyecanı kalmadı” tadındaki yazılar yeniden ısıtılan bu Abdullah Gül senaryolarına bir aperatif işlevi gördü.