Tayyip Erdoğan’ın bu hafta açıklayacağı AK Parti’nin “Türkiye Yüzyılı” programına AKP’li olmayan ve uzun süredir basın toplantıları için akredite verilmeyen Nevşin Mengü, İsmail Saymaz, Doğan Şentürk, Özlem Gürses, Çağlar Cilara, İsmail Küçükkaya, Fatih Portakal, Taha Akyol, Deniz Zeyrek ve Akif Beki gibi isimlerin de davet edilmesi, iktidarın seçimlerden önce yeni bir “demokrasi” tiyatrosuna hazırlandığını gösteriyor.
Böyle bir davetin “dezenformasyon yasası” gibi önümüzdeki süreçte toplumsal yansımaları çok yıkıcı olacak bir yasanın ardından yapılması, iktidarın yasayı geçirirken yaptığı “sansür olmayacağı ve basının daha da özgürleşeceği” propagandasıyla bire bir örtüşüyor. Basının daha serbest olacağı görüntüsünü vermek için gerekli olan fotoğraf da, bu yukarıda saydığımız isimlerin Saray’a davet edilmesiyle gerçekleşecek.
Çağrılan isimler bu oyunun bir parçası olup olmadıklarına kendileri karar verecekler. Ancak gazetecilik kutsal bir meslek değil; kutsal olan şey insanın kişilikli bir duruşunun olması ve her şeye rağmen iktidara boyun eğmemesi. Yargı kararlarına göre “kaçak” olduğu söylenilen bir yapıya muhalif gazetecilerin de gitmesi ülkedeki tüm siyasi dönüşümün tamamlanması, herkesin de bunu kabul etmesi anlamına gelecek.
“Ben bağımsız gazeteciyim, soru sorarım” argümanının geçerli olabilmesi belirli koşullara bağlıdır. Burada bir gazetecilik faaliyeti olmayacak. Tam tersine iktidarın ihtiyacı olan bir seçim stratejisi için meze olacak fotoğraflar çekilecek. Buraya katılan gazeteciler soru soracak özneler olmayacak, AKP’nin ne kadar hoşgörülü ve demokrat olduğuna dair yapılacak bir propagandada vitrin süsü olacaklar.
Erdoğan’ın önünde sert ve yumuşak iki tane yol var. Bu iki yol aynı yere çıkan alternatif yollar ama vardığı yerler aynı. Kimi zaman sopa gösterecek, kimi zaman da Saray’a davet edip kafa okşayacak.
Gazetecinin “Ben orada mesleğimi yapacağım” diyerek kendisini savunmasının da bir anlamı yok. 20 sene sonra bugünlere ait fotoğraflara bakan kişiler açısından anlaşılması zor ve “mesleki gerekçelerle” açıklanamayacak bir mizansen yaratılıyor.
Mesela geçtiğimiz günlerde Süleyman Soylu’nun “canın benim” diyerek çenesini okşadığı ve gözdağı verdiği Fox Tv muhabiri de davetli mi? Ya da Osmaniye’de mülteci kamplarından kaçanları haberleştirdiği için aylardır tutuklu bulunan Hasan Tolga Balcılar?
AKP’nin bu “demokrasi açılımına” elinde tuzlukla koşacak muhalif sayısı çok. Halk TV, Tele 1 gibi televizyonlarda bundan sonraki süreçte birçok AKP’li bürokratı demokrasi adına dinleme şansına erişmemiz yüksek bir ihtimal. Hatta ceza yağdırılan bu kanallarda konuşacak iktidar sözcüleri “Basın özgürlüğüne yönelik cezaları kınıyoruz” bile diyeceklerdir.
İsteyen “gazeteci kimliğiyle” bu tiyatroya katılabilir ve bu “demokrasi oyununun” bir parçası olarak tarihte yer alır, isteyen de gazeteci kimliğinden önce “insan” kimliğini hatırlar ve böylesi bir masaya oturmayı reddeder.
Bundan 6 ay sonra, “Bize kumpas kurmuşlar” diyerek ağlamanın hiçbir anlamı yok. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz’un hemen ertesinde Yenikapı Mitingi’ne katılıp 6 ay sonra “kontrollü darbe” demesi nasıl hiçbir etki yaratmıyorsa, AKP’nin propaganda toplantısına katılacak muhalif gazetecilerin de aylar sonra ayılmasının bir inandırıcılığı olmaz. Mesele şimdiden ilerisini görebilmek.