En sivil tavır: Mustafa Kemal’in Askeri olmak
“Mustafa Kemal’in askeri olmak”, basit bir slogan değildir. Hem tarihteki bir olgunun, bir saflaşmanın ifadesidir hem de bugün için “safını seçme” meselesidir.
O zaman bir bakalım, Mustafa Kemal’in askeri olmak neymiş…
Mustafa Kemal’in askeri olmak, Çanakakale’de Mustafa Kemal’in emrinde savaşan askerler için kullanılmamıştı. Doğru, komutan Mustafa Kemal’di ama sonuçta Mustafa Kemal, Osmanlı’nın komutanı, askerleri de Osmanlı’nın askeriydi.
Bu örneği bilinçli veriyorum; sloganın bir hamaset sloganı olmadığını, geçtim “militarist” tavrı, “askerlik”le bile alâkası olmadığını göstermek için.
Mustafa Kemal’in askeri, 1919’un 19 Mayıs’ı sonrasında ortaya çıkar: Devrimci bir tavır olarak.
7-8 Temmuz gecesi Mustafa Kemal, “sine-i millet”e dönüyorum diyerek, askerlik mesleğinden istifa ettiğini İstanbul’a telgrafla bildirir, askeri üniformasını çıkartır, bir vatan evladı ve devrimci olarak tavır alır.
Onun belki de ilk askeri ise, Doğu Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa’dır!
İstifa etmiş, asker olmayan Mustafa Kemal’e “emrinizdeyim” derken, “Mustafa Kemal’in askeri” sahneye çıkmıştır.
Ya Yunan’ın askeri olurdun Ya da Mustafa Kemal’in
Mustafa Kemal,
– İşgalci emperyalizme ve onun ordularına,
– Emperyalizmin kuklası Yunan işgalcilerine ve ordularına,
– Emperyalizmle işbirliği yapan İstanbul Hükümeti’ne ve onun örgütlediği çapulcu Anzavur ordularına karşı, bir lider olarak, bir devrimci olarak, bir kurtarıcı olarak dikilmiştir.
Askerlik, onun aslında son “elbisesi”dir.
Ama Mustafa Kemal bir kurtuluş savaşçısıdır. Bir kutuptur.
Ya işgalcinin, emperyalistin, işbirlikçinin tarafında olurdunuz ya da direnişçinin, kurtuluşçunun, devrimcinin, yani Mustafa Kemal’in yanında!
O gün Mustafa Kemal’in askeri olmayanlar ya Yunan askeri oldu ya da Anzavur’un askeri.
Çünkü başka bir cephe, başka bir taraf, başka bir seçenek yoktu.
O halde ilk olarak şunu tespit edelim; Mustafa Kemal’in askeri olmamak, tarihsel olarak insanları demokrat, barışçı falan yapmamış; onları yine asker yapmıştır ama işte Yunan’ın askeri!
Kurtuluş Savaşımız sadece askeri savaş değil milletçe mücadeleydi
Mustafa Kemal, Türk Kurtuluş Savaşı’nın lideridir. Aynı zamanda Başkomutanıdır. Ama biz onu daha çok “Milli Mücadele’nin Lideri” olarak anarız.
Dikkat edin, Mustafa Kemal’in konumu değildir burada tartışılan, 1919-1923 yılları arasındaki mücadelenin niteliğidir.
Orada da kastedilen “millilik”, sadece “milliyetçilik” veya “antiemperyalizm”le alâkalı değildir. Asıl kasıt, mücadelenin topyekûn milletçe verilmiş olmasıdır!
Yani bir halk savaşı oluşu.
Kurtuluş Savaşımız, “askerî” safhası ile ön plana çıkartılırsa, bir milletin giriştiği büyük savaş “gizlenmiş” olur.
Bugün, “Mustafa Kemal’in askeriyiz” sloganına karşı çıkanlarsa “sivil”i yani “halk”ı ön plana çıkartır gibi yaparak, aslında Mustafa Kemal’i askere, Milli Mücadele’yi de bir “savaş”a indirgediğinin farkında mı?
Kurtuluş Savaşımız basit bir “süngü” savaşı değildi, bir milletin ruhuyla, namusuyla, vicdanıyla verdiği bir savaştı.
Ve bu savaş da, yani aslında “namus” için, “vicdan” için yapılan bir savaş da, her savaşçısını asker yapardı.
Üniforması olsun ya da olmasın!
Halide Edip’in sivil ve aydın tavrı
En çarpıcı örnek, sonradan yollarını ayıracak bile olsa Halide Edip değil midir?
Bir kadın.
Bir yazar.
Bir aydın.
Yani “sapına kadar” sivil.
Ama hiç “gocunmamış”, “onbaşı” manevi rütbesiyle, Mustafa Kemal’in askeri olmuştu.
Yani safını seçmişti.
“Yoldaşlık” talep etmemiştir Halide Edip. Çünkü mücadelede yoldaş olsanız bile, bir lider vardır. Lidere tabi olanlarsa, hem onun askeri hem de yoldaşıdır. Ama liderin askeri olmayanlar, onun yoldaşı da olamaz. Gerçek yoldaş şunu bilir; millet lideriyle ayakta durur.
Lider, ne kadar güçlü olursa, millet o kadar güçlü olur.
Lidere bağlılık, kimseyi küçültmez, lideri de “büyütmez”, sadece milleti yekvücut yapar, millete moral verir.
Milletlerin, morale ihtiyacı vardır ve moral kaynağı liderdir!
Başkomutanlık Yasası’na karşı çıkanlar, “Mustafa Kemal’in askeri olmayız” diyordu
Ama şunu da biliyoruz, Mustafa Kemal’e tarihte “Ben senin askerin olmayacağım” diyen bir grup, hem de Kurtuluş Savaşı döneminde, üstelik de Milli Meclis’te çıkmıştır!
Başkomutanlık Yasası’ndan bahsediyorum!
Hatırlayın, Mustafa Kemal, Büyük Taarruz öncesi Meclis’e bir teklif getirdi. Savaşı kazanmak için, o güne kadar cephede olmayan Mustafa Kemal, ordunun başına geçecekti. Böylece Meclis’i “terk edip”, “siyasi” bir “risk” alacaktı.
Onu ilk destekleyenler muhalifleri oldu. Böylece Mustafa Kemal cepheye gidecek, kendileri Meclis’te çoğunluğu ele geçirecek; Mustafa Kemal yenilince de başa geçeceklerdi.
Fakat onların umduğu gibi değil Mustafa Kemal’in inandığı gibi oldu. Baktılar ki Mustafa Kemal savaşı kazanacak, işte o zaman Başkomutanlık Yasası’nın uzatılmasına karşı çıktılar!
İşte, onlar Mustafa Kemal’in askeri değildi!
Yoldaşı da değildi!
Hırsın, kinin, kibrin girdabına sürüklenmiş, bu kibri “din” veya “sosyalizm” kisvesi altında gizleyen, zayıf karakterli insanlardı.
“Ben Mustafa Kemal’in askeri değilim” diyenlerin içinden geçenin ne olduğunu anlamak için en güzel örnektir bu.
“Asker” olmamak için “bozguncu” olmak.
Asker olarak misyon edinemeyeceğinizi anlayıp, bozguncu olarak misyon yüklenmek…
Şeytanın tuzağına düşmek.
Mustafa Kemal’in değil Anzavur’un yoldaşı olanlar
Başkomutanlık önemli. Ama daha önemlisi var.
Mustafa Kemal, zaferi kazanırken önemli bir karar daha çıkartmıştır: Tekalif-i Milliye Kanunu!
Her ev bir cephedir, cephanedir, mevzidir.
Her yurttaş, askerdir.
Cephede sayısı 200 bine ulaşacak bir ordu kurulmaktadır.
Ama bozguncu çoktur.
İngilizler, padişahla birlikte Anzavur çetelerini örgütler; subaylar asılır, askerler süngülenir.
Militarizme karşı “sivil”Anzavur“demokratik halk isyanı” örgütlemiştir. Bu Anzavur İsyanı’nı iyi hatırlayın. Tarihimizde ordu düşmanlığı, subay düşmanlığı, asker düşmanlığı; sivillik, sivil toplumculuk değil Anzavurluk olarak ortaya çıkmıştır.
Ha, yaptıkları neydi derseniz?
Subayları katletmek, askerleri de “kaçak” yapmak!
Yani sivilleştirmek!
Kurtuluş Savaşımız, devasa bir asker kaçağı sorunu ile karşılaştıysa, sebebi bu “Anzavur Yoldaş”tır!
Çerkes Ethem’in yolu: Ankara’nın değil Yunanistan’ın askeri olmak
Başka bir yoldaş daha var; unutmayalım.
Çerkes Ethem!
Subay olamayınca çete reisi olmuş. Ama işte düzenli ordu kurulunca, orada da bir “subay” olmak istememiş.
Şişkin egosu onu “Mustafa Kemal’in askeri” olmaktan uzaklaştırmış.
Uzaklaşa uzaklaşa; Yunan ordusuna varmış!
Mustafa Kemal’in askeri olamayanın sonunun Yunan askeri olmak olduğunun en ibretlik hikâyesi.
Ha sahi, Çerkes Ethem diyorum ama unuttum, o bir ara da Bolşevik olmuştu!
Yoldaştı yani!
Yoksul Anadolu’nun kadınları: Mustafa Kemal’in gönüllü askerleri
Tabii bir de Anadolu var.
Toprağı çorak, ürünü kıt, insanı az, aç sefil, kadınların nöbet tuttuğu Aziz Vatan!
İnebolu’nun karlı dağ yollarında kendini kağnıya bir öküz gibi koşan Elif’lerimiz!
En bilinen hikâyelerden biri…
Mustafa Kemal’in emriyle, “asker” olmuş bir kadın. Cepheye mermi taşıyor. Yağmur var, mermi ıslanmasın diye bebeğinin kundağında taşıyor!
Çünkü kundakladığı; vatanıdır, namusudur, hayalleridir.
Anadolu’da evinde bir gün eşinin olacağının, kendisinin de ana ve kadın olacağının hayalidir bu.
Bebek ölür, mermi cepheye ulaşır!
Bu kadın; Anadolu’nun askerinin, Türk askerinin, Mustafa Kemal’in askerinin en tipik örneğiydi.
Ama işte o kadını o yola düşüren şey, “Başkomutanlık Yasası”dır.
Yasa işte budur!
Yasa, Meclis sıralarından değil bir milletin vicdanından çıkar ve uyulur.
Mustafa Kemal’in askeri olmak işte budur: Çocuğuna analık etmeyi bile bir yana bırakacak bir vicdan!
Önce Ana Vatan!
Vah zavallı kadın mı diyor, kadın il başkanlarımız, kadın temsilcilerimiz!
Varsa daha anlamlı bir “yoldaşlık” tarihleri, anlatsınlar da dinleyelim!
Biraz da onlarla içlenelim.
Üç beş bildiri dağıtmak, gözaltına alınmak, üniversite solculuğu…
Güzel günler.
Ama işte koca bir Milli Mücadele gerçeği yanında, bunlar olsa olsa birer “aydın yaramazlığı” olabilir!
Ergenekon kumpası ile dirilen ruh ve slogan
Dönelim günümüze.
Bu slogan neden yeniden atıldı?
Aslında daha önce slogan bile değildi ama en doğal haliydi milletin. “Ya İstiklal Ya Ölüm” demişti bu millet, safını seçmişti.
Gün geldi, “geldikleri gibi gidenler” gaflet, dalalet ve hıyanet döneminde geri geldi.
Adına emperyalizm denilen bir canavardı bu.
Düşmanı, “yoldaş” siviller değil, askerlerdi: Türk Ordusu. O ordunun da komutanları.
Ergenekon dedikleri bir kumpasla, ordumuzun komutanlarını hapsetmeye başladılar. Neler diyorlardı neler?
Militarizm, asker çeteleri, derin devlet, faili meçhuller…
Ordu, terör örgütü; komutanları terörist ilan edilmiş, hapsedilmişti.
Tarihten, tanıdık bir sayfa; aynısını Mustafa Kemal’e de yapmışlardı.
Herkes, yoldaşıyla dindaşıyla ırktaşıyla orduya saldırırken, Ergenekon’un 1 numarası yurt sathında aranıyordu.
Millet sindirilmeye, korkutulmaya çalışılırken, “sivil”lerimiz, “yoldaş”larımız “yetmez ama evet” diye kuyruğa girerken, bir kişi çıktı “Emperyalizmin hedefindeki 1 numaralı komutan Atatürk’tür” dedi ve ekledi:
“Ben de 1 Numara’nın emrindeyim Mustafa Kemal’in askeriyim.”
Türk Solu ve Gökçe Fırat: Mustafa Kemal’in bugünkü askerleri
Bu slogan Türk Solu gazetesinde kullanıldı ilk.
Yani gerçek solcular, Türk Solcuları kullandı!
Sonra, Türk bayraklı gösteriler yasakken, meydanlara dökülüp haykırdılar, haykırdılar.
“Başkomutanlık Yasası” yine çıkıyordu halkın bağrından.
İşte bu sloganı atan, bu sözü slogan yapan kişi, bir Türk Solcusudur, adı Gökçe Fırat’tır. Şu anda Silivri’de tutsaktır.
Yani emperyalizm ve işbirlikçisi iktidar; Mustafa Kemal’in askerlerinden intikam almaya devam etmektedir, hâlâ.
Neden hâlâ Mustafa Kemal’in Askeriyiz?
Çünkü işgal döneminden farklı koşullarda değiliz. Saray aynı saray, emperyalizm aynı emperyalizm, Anzavurlar aynı Anzavur.
O nedenle, hâlâ Kurtuluş Savaşı’nın fiili ve manevi ortamındayız ve hâlâ yol göstericimiz, başkomutanımız Atatürk.
Gerçek Gazi, Gerçek Lider!
O kadar büyük bir lider ki, Misak-ı Milli’den Lozan’a; Meclis’ten TSK’ya, her şeyimizi O’na borçluyuz.
O kadar büyük bir lider ki, azılı düşmanları bile onun gölgesinde politika yapmak zorunda.
Ve biz bu büyük lideri, sıradanlaştırmak, yoldaşa dönüştürmek için çırpınıyoruz.
Dünya O’nu büyüttükçe, yücelttikçe biz onu küçültmeye çalışıyoruz.
Soruyorum: Kimi küçültmeye çalışıyorsunuz: O’nu mu kendinizi mi!
Bir Türk’ün yükselebileceği en büyük mevki; hâlâ O’nun askeri olmak!
Ne mutlu Türk’üm diyene!
Ne mutlu Mustafa Kemal’in askeri olabilene!