Geçen hafta kaleme aldığım “Garabet Girdabından Çıkış Yolu” başlıklı yazımda halkla sağlıklı iletişim kurmaktan yoksun, saplantılı ve kısmen ideolojik körlük içerisindeki iktidarların, kendisine koşulsuz itaat eden kitlelerin, yakın menfaat gruplarının ve paralı etki ajanlarının ortak itkisiyle büyük felaketlere kapı aralayacağını belirtmiştim. Yazıda örnekleyerek tanımlanan birbirinden bağımsız üç tip senaryonun ilk ikisinin ihanet derecesinde ve bir hayli riskli olduklarını söyleyebiliriz. Bir diğer bakış açısıyla bu senaryoları hükümete darbe girişimleri olarak da ele almak mümkündür. Buna mukabil savaşta alınan mağlubiyet sonrasında başlayan güç mücadelesini ya da otorite boşluğunu doldurma çabalarını ise ilk iki senaryoya nazaran daha kabul edilebilir ve hatta ihtilâlci bir teşebbüs olarak görmek yerinde olur.
…
Esasen bu anlatımdaki üç aşama daha incelikli bir çalışmayla birbirine eklenerek tek plan halinde de karşımıza çıkabilir. İlk adımda kaybetmeye ayarlı bir savaşa sürükleniş, ikinci ve üçüncü adımlarda iktidar için savaşan güç merkezlerinin kendi aralarındaki mücadeleleri ve içlerinden birinin diğerlerini alt etmesi…
Üç aşamalı bu plan rejim muhaliflerinin değil de, iktidarın ya da daha dar tanımda egemen ideoloji haline gelememiş “karşı devrimci” otoriter bir iktidarın planı olarak da tasavvur edilebilir. Öyle bir durumda planı bozacak en kritik ve zaruri hamle, güvenlik bürokrasisi marifetiyle yaptırılacak hamledir. Geçmişteki benzer kaotik dönemlerde yaşanan komutan istifaları gibi tepkisel çıkışlar iyi bir hamle değildir ve hükümeti yanlışından döndürmeye yetmez. Aksine, hükümetin o yöndeki her türlü girişim ve ısrarına çekinceler koyacak, karşı argümanlarla onları ikna edecek mevkide bulunanların yanında olunmalıdır. İşte burada iktidar alternatifi olarak muhalefet aktif davranmalı ve kurumlar üzerindeki mevcut siyasi baskıya itiraz ederek ülkedeki tüm güvenlik birimlerinin, bir bütün olarak ordunun ve istihbaratın nizami çalışabilmesinin dayanağı olmalıdır.
Mesaj açıktır: Kanunların dışına çıkma, usulsüz talimatları mutlaka yazılı olarak talep et ve en önemlisi; konusu suç olan emri uygulamaktan kaçın. Biz iktidar olduğumuzda hukuk çerçevesinde gerekli yaptırımların uygulanacağını temin ediyoruz.
Bu yöntem kimilerince anti demokratik ve vesayetçi-darbeci olarak algılanabilir ancak bu algıyı köpürten iktidarın en başta kendisi demokrasinin kurallarına göre hareket etmemekte ve her gün aleni bir biçimde hukuku çiğnemektedir.
Aslında böyle bir yöntem demokrasinin özüne daha uygundur zira normalin dışında çıkılmış ve muhalefetin başka türlü yöntemlerle denetleme imkanı pek kalmamıştır. Muhalefet en başta güvenlik bürokrasisine güven vermelidir aksi halde en basit seçim usulsüzlüklerinde bile itirazlarına muhatap kimseler bulamayacaktır. Çünkü hiçbir kamu görevlisi, otoriter bir iktidara karşı muhalefetin haklı itirazını işleme koyacak kadar cesur değildir.
Ayrıca, Türkiye’de ve hatta Batı ülkelerinde bile bazı politikalar halka rağmen yapılmakta. Söz gelimi, düzensiz göçler nedeniyle oluşan toplumsal rahatsızlık çeşitli gerekçelerle bir türlü giderilemiyor. Batı’daki uygulama genelde sayıyı az tutma, nitelikli iş gücünün kabulü ve gelenlerin entegrasyonu biçimindedir. Türkiye’de ise son araştırmalara göre neredeyse 10 kişiden 9’u bu insanların geri gönderilmesinden yana¹ fakat buna rağmen en üst tepe yöneticiler tarafından bu insanların kesinlikle gitmeyeceği ve hatta normalinin böyle olduğu vurgulanıyor. Bugünlerdeki tüm kargaşanın ve muhtemelen gelecekteki mücadelenin demografik değişimler ekseninde olduğu göz önünde bulundurulduğunda konunun ne kadar stratejik hassasiyet taşıdığı daha iyi takdir edilecektir.
…
İsrail’in Salı günü çağrı cihazları üzerinden gerçekleştirdiği eylem, ilk bilgiler ışığında değerlendirildiğinde bazı çevreler tarafından iddia edildiği gibi büyük heyecan yaratacak türden bir dijital operasyon ya da yeni bir savaş teknolojisi değildir. Ancak kabul etmek gerekir ki, mükemmele yakın neticelendirilmiş bir istihbarat işidir. Daha güvenli olduğu gerekçesiyle tercih edilen cihazların İsrail’in taşere ettiği bir firma üzerinden teslimatının yapılmış olması büyük olaydır. Öte yandan, bu tip olaylardan sonra haber kaynaklarının haberi aktarırken kullandıkları dil de bilerek ya da bilmeyerek İsrail’in tam da istediği şekilde reklamının yapılmasına yaramaktadır. Eski bir Nazi subayını dünyanın bir ucundan kaçırıp İsrail’de yargılayarak idam edebilmek kadar sükseli bir tanıtım olmuştur.² Bu durum İsrail yönünden gayet anlaşılır bir durumdur. Tüm istihbarat birimleri ve hatta terör örgütleri bile bu ya da buna benzer biçimde tanınmak ister.
Hizbullah ise kapattığı köşeden gol yemiştir ancak duraklayarak ve yalnızca tehdit ederek psikolojik üstünlüğü büsbütün İsrail’e kaptırmak yerine saldırılarını yoğunlaştırması daha doğru bir karşılık olacaktır. Elbette bu yoğunluk elindeki imkanlar ölçüsündedir ve orada da durumun zor olduğu anlaşılıyor. Yeni bir gücü, küresel etkisi yüksek ve savaşın seyri açısından belirleyici olabilecek bir devleti bu saatten sonra işin içine katabilmek ne derece olanaklıdır, Filistin ve Lübnan Hizbullah’ı açısından bunun da düşünülmesi gerekiyor.
Kurulduğu günden beri boğulmaya çalışılan, son yıllarda ise kendi rejimi için varlık- yokluk mücadelesi veren İran’daki Mollalar iktidarı, Hizbullah’a ve dolaylı yoldan kendisine yapılan son terörist eyleme yine yanıt veremedi. Elinin zayıf olduğu ortaya çıktıktan sonra ise üzerine daha çok gidilmeye ve ezilmeye başlandı. Burada akıllara gelebilecek ilk soru şudur; İran’ın istediği fakat yapmadığı şey Türkiye’ye yaptırılabilir mi?
Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, böyle bir şeyin şimdiye kadar yaşanmamış olması bundan sonra da yaşanmayacağının garantisi değildir. Nitekim ortam şartlarının müsait olmaya başlaması, ağır propaganda ve içeride her yönüyle sıkışmış rejim, böyle bir sürprizin yani bir “Siyah Kuğu” vakasının yaşanması ihtimalini arttırmaktadır. Böyle vakalarda tehlikenin boyutu öngörülememektedir ve anca felaket başa geldikten sonra geriye doğru bir okuma yapılarak durum tespit edilebilmektedir.
Tüm bileşenler birlikte değerlendirildiğinde Türkiye’nin şu gün itibarıyla bir bahane üretilerek doğrudan çatışma taraflarından birisi haline getirilmesi çok büyük bir sorumsuzluk olacaktır. İnsani duyarlılık ve din bağı yaşanan ağır trajediye bir müdahalede bulunmayı ilk başta zorunlu kılıyor ancak dış politikanın yapım ve icrasında bunun somut gerekçelere daha doğrusu bir meşru müdafaaya dayanması gerekmekte. Şu halde ya elinizde bir sözleşme senedi (etkin ve fiili garantörlük hakkı veren) olmalı veya doğrudan saldırıya uğramanız gerekmektedir. Önümüzdeki günlerde bunu amaçlayan bir provokasyonun olup olmayacağı ve yine bu bağlamda Suriye ile süren normalleşme arayışları iyi takip edilmelidir.
Dipnotlar:
1) Asal Araştırma’nın 17-27 Ağustos tarihleri arasında 2000 kişiyle yaptığı ankette katılanların %87,7’si Suriyeli mültecilerin geri gönderilmesini istemiştir.
2) Toplama kamplarında sayısız Yahudi’nin ölümünden sorumlu Gestapo şefi Karl Adolf Eichmann, 1960’da İsrail gizli servisinin başarılı bir operasyonuyla Arjantin’den kaçırılmış ve bu olay o tarihte çok ses getirmişti. Bu operasyon bir diğer taraftan genç Yahudi devletinin kendisini dünya bir kanıtlamasını ve öz güven oluşturmasını sağlamıştı. 1948’de ilan edilen İsrail devletinin tarihinde önemi bir olaydır.