Mahir Ünal ve cahillik
Mahir Ünal isimli AKP’li Cumhuriyet Bayramı’ndan hemen önce Dil Devrimi üzerinden Cumhuriyet düşmanlığı yaptı. Ünal’a göre Cumhuriyet kültür devrimi yaparak “alfabemizi, dilimizi, düşünmemizi yok et”miş.
Gericilerin çok sevdiği bir zırva bu… Zırva çünkü dili bilmiyorlar, Türkçeyi bilmiyorlar, Osmanlı Türkçesini bilmiyorlar, felsefe veya bilim nasıl yapılır bilmiyorlar. Bir de Arapça, İngilizce, Fransızca, Almanca veya Latinceye ilişkin de hiçbir bilgilerinin olmadığı kesin.
Önce “dile dışarıdan müdahale edildi”, “dil değiştirildi” tezlerini ele alalım. Dil tabii ki değişir. Değiştiren de insanlardır. Çünkü dil insana aittir. Örneğin maymunlar da konuşabilseydi, onlar da değiştirebilirdi dili. Gericiler aptal numarası yaptıkları için, mecburen aptala anlatır gibi anlatıyoruz.
Dilin değişmediği, evrilmediği çağ değil, on yıl bile yoktur. Ve bazen bu değişimler devrimlerle de olur.
Kuran’ın kutsal Arapçası bile yüze yakın farklı Arapça diyalekti ve sayısız yeni sözcüğün çıkmasına engel olmamış. Olamaz tabii! Arapça büyük ve yaşayan bir dil.
Hatta Arapça kendi dil devrimini Kuran daha iyi anlaşılsın diye yaşamış. İki yüzyıl boyunca “tepeden müdahaleler” ile Kuran’ın alfabesi ve tabii Arapça değişmiş.
“Harekeler bidat”tır, “dilden dini siliyorlar” diye zırvalayan gerici gördünüz mü hiç?
Arapçanın tersine, Latince ölmüş ancak ölü Latinceden bile sayısız kelime “uyduruluyor.” Ama sen bilmiyorsun, bu sözcüklerin antik Latincede de olduğunu sanıyorsun çünkü harbiden “cahil kalmak” senin tek marifetin.
Esas uydurukçu dinciler
Mecburen biraz örnekleri uzatacağız, çünkü gericiler zırvaladıkça, insanlar küçümsüyor bunları ve yanıt vermiyor. Yanıt verilmeyince de bir müddet sonra kendi palavralarını gerçek sanmaya başlıyorlar.
“Bugün bir İngiliz 500 yıl önceki Şekspir’i açar, şakır şukur okur; çünkü orada dil devrimi olmadı.”
Aptal. Görgüsüz. Palavracı. Git bir tane İngilizce Şekspir kitabı al. “Pdf” dosyası olarak indir ya da. Aç bak! Bir sayfada 17. yy’daki orijinal hali durur. Karşı sayfada 20.yy İngilizcesine çevrilmiş metin durur. Bir İngiliz ilk halini anlayamaz. Mecbur açıklamalı ve güncel haliyle karşılaştırarak okur. Böyle okunur Şekspir.
“Yalan yazan tarih utansın”mış…
Yahu biraz tarih öğren de, sonra yalanına doğrusuna gelirsin. İngiltere’de ve Londra’da 14. yy’ın ikinci yarısına kadar Fransızcanın egemen olduğunu, İngilizcenin ancak 1362’de resmi dil olduğunu öğren mesela. Çağdaş İngilizcenin bir dil devriminden de öte, adeta bir dil savaşıyla ortaya çıktığını ve hatta Şekspir’in İngiliz dil devriminin en önemli temsilcisi olduğunu öğren.
“Ecdadının yazdıklarını okuyamıyor”muş. Tam tersine, günümüzün eğitimli bir Türkü 15. yy Türkçesini, bir İngiliz’in 15. yy Flemenkçe bozması ilkel İngilizcesini anlayacağından çok daha iyi anlar.
Ama doğru! Yüzyıl önceki Tevfik Fikret’te zorlanıyoruz. Çünkü adına Yüksek Osmanlıca denen bir “uydurukçuluk” da, Tanzimat sonrası, bizzat Osmanlı Türkçesine tepeden müdahale etmiştir. Tutmayan o “dil hareketi” oldu. Ziya Gökalplerinki, Türk Yurdu yazarlarınınki değil.
Alman Romantik Devriminin bir etnografya, folklor ve dilcilik davası etrafında örgütlendiğini, tüm Alman kültür davasının -cahil İslamcımızın anlayacağı dilde söyleyeyim- bir “dil uydurmacılığı” temelinde yükseldiğini bilmiyorlar. Almanca gibi az yontulmuş bir “Germenik kavim dili” Kant ve Hegel’in “uydurukçuluğu” sayesinde, en az düzeyde Latince aşıyla 19. yy’a damgasını vurmuş.
Ne oldu şimdi? Kant ve Hegel bir gecede cahil mi bırakmış oldular Almanları?
Türkçe ile felsefe yapamıyormuş. Felsefe her dille yapılmazmış. Sözcüğün gücü yetmezmiş.
Adam bu işleri Kant’tan daha iyi biliyor. Maşallah.
Kant’ta antik Yunanca kökenli “noumenon” (numen) kelimesi çok önemlidir. Bu kavram, kişinin algısından bağımsız olarak var olan maddi bir olay veya cisim için kullanılır. Fenomen ise numenin ancak bizim tarafımızdan algılanabilen halidir. Ancak Kant “noumenon” yerine pek çok kez Almancadan türettiği “ding an sich” (kendinde olan şey) kavramını da kullanır.
Bu ikisi eş anlamlı olarak mı kullanılıyor? Bu bile tartışma konusu. Ancak ihtiyaç duymuş ki, sapına kadar Almanca bir kavramı öne sürmüş. Ne diyeceğiz şimdi? Kant “uydurukçuluk” mu yapmış? “Güçsüz”, “ilkel” Germenik kavim dilinin sözcüklerini utanmadan kadim antik Yunancaya yeğlemiş. Boş laf!
Hiçbir şey bilmiyorlar. Bir taraflarından dil teorisi uyduruyorlar. Örnek olarak sığındıkları Arapça, Farsça, Latince ise tamamen zıt tezlere kanıttır.
İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman dil davalarına karşı çıkan Rönesans aydınlarının yeniden Latinceyi diriltmek ve yeniden evrensel Avrupa dili haline getirmek için, bir Latin Dil Devrimi gerçekleştirdiklerini ancak başarılı olamadıklarını da bilmiyor. Ancak bu Latince diriliş hareketi sayesinde, 16. yy’dan sonra modern bilimlerin Latince terimler “uydurabildiklerini” bilmiyor! Dincilerin Latinceden verdikleri örneklerin büyük kısmı son birkaç yüzyıla ait “uydurma.” Ama bizimkiler Katolik papazlardan daha çok tapıyorlar Pagan Romalının ölü diline!
Latinceyle olurmuş felsefe! Türkçeyle olmazmış!
Kelimelerden put yapan Yahudi özentileri
Şimdi şu “sözcük uydurma” meselesine gelelim. İbranicenin Tanrı’nın tek dili olduğunu ve Tevrat’taki sözcüklerin kendi başına Tanrısal olduğuna inananlar Yahudilerdi. Hatta İbrani alfabesindeki şekillerin bile ilahi anlamları olduğunu düşünüyorlardı. Bir nevi harf putçuluğu!
Yahudi hayranı çağdaş dincilerimiz, Atatürk’ün “Osmanlıca”yı – ki böyle bir dil yoktur- tasfiye etmekteki amacının “dildeki İlahiliği” kaldırmak olduğunu savunuyorlar. Osmanlı’daki kelimeler “Kurani” iken, Türkçedekiler ya ilkel kavmi köklere sahipmiş ya da uydurmaymış.
Kabalacı kelime putperestlerinin temel tezi bu: Kemalistler kutsalı yıkmak için sözcük uydurmuş!
Sonra da Bay Gerici kendi tezini çürütüyor yine. Dil Devrimi yüzünden felsefe yapamıyormuşuz. Oysa felsefe sözcük uydurur. Sözcüklerin sabit kaldığı yer Kutsal Kitaplardır. Gazali’yi de bilmiyorlar herhalde. Kutsal Kitabın yorumu felsefe değildir. Felsefe de kutsal değildir. Kesişen şeylerdir ama eş değillerdir. Gericiler karar versinler. Dincilik mi yapacaklar Batı özentiliği mi?
Dinci “uydurma” meselesine kafayı takmış. Anlayacağı dille anlatalım. Almanca neden felsefe dili sence? Kelime “uydurduğu” için. Osmanlı Türkçesi’nde olup da, Arapça ve Farsçada olmayan neden yüzlerce, binlerce kelime var. Uydurdukları için!
Kutsal sandığı Osmanlıca kelimelerinin çoğu Osmanlı Türklerinin türettiği sözcükler.
Hatta sana bir haberim var bay cahil. Tüm dünya dillerindeki, bütün sözcükleri topla. Milyonlarcasını. İşte onların hepsi “uydurma”.
Mesela üstünde oturduğun sandalye de uydurma, kitabı üstüne koyduğun masa da uydurma. Kitap da uydurma. Çünkü hepsi insanlık icadı… Bilgisayar gibi…
Sonradan çıkanlara, mecburen sonradan sözcük uyduruyoruz. Hiçbir şey uydurulmaması için hiçbir şeyin var olmaması gerekiyor. Sen kendini Tanrı mı sanıyorsun ki, değişmez kelimelere sahip olduğunu iddia ediyorsun, gafil!
Artık gına getirmiş, 1960’larden kalma MTTB ve Komünizmle Mücadele Derneği tekerlemelerinden bıktık. “Bir gecede cahil kalmış”, “uydurulan sözcüklere alışamamış” falan filan…
Sokakta bunlarla dalga geçiyor ortaokul çocukları. Koca koca adamlar ise çıkmış “mütefekkirim ben” deyip bu zırvalıkları hâlâ yutturmaya çalışıyor.
Hem Türk düşmanı hem Batı hayranı
Mahir Ünal’ın kendini savunmak için yaptığı açıklamayı aşağıya aktarıyorum:
“Bugün ‘Bir Kitap Okudum’ etkinliğinde gençlerle Cemil Meriç’in Bu Ülkesini konuştuk. Kamus bir milletin hafızasıdır cümlesinden yola çıkarak yaptığım değerlendirme Cumhuriyet’e dönük değil kültür devrimi olarak yapılanlara dair bir tespittir. Buradan bir düşmanlık çıkaramazsınız.”
“Etkinlik”, “ülke”, “konuşmak”, “değerlendirme”, “dönük”, “devrim”, “düşmanlık”, “çıkarmak” sözcükleri ilk gözüme takılanlar. Çıkar bu “uydurma” sözcükleri bir daha aynı cümleyi yaz. Biz de biraz Osmanlı Türkçesi öğreniriz. Fikir sahtekârı.
Bay Gerici, Türkçeyi küçümsüyor, Batı dillerini yüceltiyor ama hiçbirini bilmediği de ortada…
Esas Batı’ya maymun gibi öykünen bunlar. Bir camia düşünün Yusuf Kaplan, Alev Alatlı gibi vasat işportacılara “mütefekkir” diyen. Bu tiplerin de övünme kaynağı “Batı kaynaklarını da okumuş” olma, oralardan da ahkâm kesebilme. Yahu arkadaş konuya biraz ilgili bir lise veya üniversite öğrencisi sizin “100 eser” falan diye salık verdiğiniz kitapları okuyor zaten. Batı kaynağı okumak bir meziyet değil ki. Okudun da ne oldu?
Kemalist Hasan Âli Yücel Türkçeye çevirince “Batı taklitçisi”, siz ucuz artistlik yapmak istediğinizde “tetkik edilmesi fevkalade faideli eserler.”
Cumhuriyet Batı’yı taklit etmiş, cahil duruma düşmüş! “Araba Sevdası” romanı kimi anlatıyordu peki? Cumhuriyet’i mi? Yahu Osmanlı’da Mason padişahı geçtim, şeyhülislamlar var!
Hepinizin haram paraları, talan ettiği tüm zenginlikleri, kaçacak ikinci ikametiniz Londra’da, utanmadan Kemalistlere sataşıyorsunuz. Dinciden büyük İngiliz hayranı mı görmüş bu ülke?
Tayyip de bir ara böyle saçmalamıştı. Bir gecede cahil kalınmış, Osmanlı dönemi süper kültürlü âlimler varmış. Ama Cumhuriyet zorla Durkheim okutmuş, herkes İbni Haldun’u unutmuş.
Adam İbni Haldun’u kim sanıyorsa? Sami Yusuf gibi bir popçu falan mı? Sonra İbni Haldun ve Mukaddime’nin de Cumhuriyet döneminde ilk kez Türkçeye çevrildiği ortaya çıktı, rezil oldu.
Kalıbımı bin kez basarım. Türkiye’de Batı hayranı ve Batı tercümecisi olanlar esas İslamcılardır. Batı’da gerici yok mu sanıyorsunuz? Birebir kopya ediyorlar. “Çüş dur, ne yaptın sen, resmen intihal bu” deyince de, “efendim Batı zaten bizden almıştı da biz geri alıverdik” diyorlar.
Hele şu Mahir Ünal’ın suçu attığı Cemil Meriç yok mu? Ve güzellemeleri sıklıkla yapılan çift Nurettin? Okudum ve çok kötü. Doğrudan kopyacı adamlar.
Özgün aydın olmak ulusçuluğun iddiasıdır
Kemalizm’e getirilen “özgün aydın” yaratamama, Batı’yı taklit etme eleştirisi, bir gericinin ağzından çıkınca, çok saçma kaçıyor.
Birincisi; temsil ettiğin gerçekten dini ideoloji ise –ki bundan da şüpheliyim- özgün olmak bir meziyet değil, sapmadır! Ve hatta evrensel olmanın birinci şartı tekerrür etmektir.
İkincisi; özgünlük, Ulusçu bir iddiadır. Ulusaldan evrensele ulaşma iddiası felsefi olarak eleştirilebilir ancak bu iddia hem Batı hem de Doğu’da Ulusçu bir iddiadır. Rönesans sonrası tüm klasik sanat formları aynı zamanda bir romantik folklor hareketi şeklinde ilerlemiştir. Acaba gerçekten bilmiyorlar mı?
Bu yüzden dincilerin iddia ettiğinin tersine yüz yıldır “özgün aydın” olma davası Ulusçu ve Kemalist aydınların davasıdır. Nitekim Ziya Gökalp’in ilk girişiminden sonra, Şevket Süreyya, Niyazi Berkes, Doğan Avcıoğlu, Hikmet Kıvılcımlı gibi aydınlar hep laik, ilerici ve ulusçu bir dil ile özgün ve evrensel bir kuram ortaya koymaya çalıştılar.
“Batı Sorunu”na dahi ilk ciddi neşteri bir Kemalist atmıştır. Niyazi Berkes “Kemalist” kılığa giren Batıcılığı bile eleştirmiştir. Ancak bunu yapabilmesi için İslamcılığın da Osmanlıcılığın da sapına kadar Batıcılık olduğunu kanıtlarıyla ortaya koyması gerekiyordu.
Dinciler ve Batıcılar Kemalizm’in “tarih” ve “dil” tezlerindeki ulusçuluk ve özgünlük iddiasını küçümsüyorlar. Akılları sıra Dil ve Tarih Kongreleri ile “bilimsel değil” diye dalga geçiyorlar. Sonra da aynı adamlar Kemalizm’e “özgün değil”, “Batıcı” diye saldırıyorlar. Bu ancak liboşlar ve yobazlara ait bir kayganlıkla açıklanabilir. Bir karar verin. Kemalizm özgün mü değil mi?
Bay Gerici! Madem Kemalistler özgün bir düşünce üretemiyor. Sen üret. Bolca eski kelime de kullan. Biz de kaleminin gücünü görelim bakalım!
Necip Fazıl’ın “Kemalist” dili
Bizzat Necip Fazıl’ın kendisi dahi Kemalist dil davasının ne kadar haklı olduğunun kanıtıdır.
Necip Fazıl İslamcı çevrede kendi özgün sistemini önerebilen belki de tek isimdir. İddia ediyorum. Bunun da tek nedeni Kemalist bir geçmişi olmasıdır. Sonradan Kemalizm’e karşı çıksa bile, özgün ve kendi evrensel sistemine sahip olma iddiasını, yani Ulusçu aydının ihtirasını sapına kadar özümsemiştir Necip Fazıl.
Necip Fazıl; Cemil Meriç ve çift Nurettin’in seviyesizliğinin ve kopyacılığının çok üstündedir. Bence yanlış çok tezi var. Yazımın konusu bu değil. Ancak diğerlerinde görülen çok kötü bir Fransız ve Bergson taklitçiliği, Necip Fazıl’da eylemci tasavvufa dayanan özgün bir sistem içinde sırıtmamaktadır.
Necip Fazıl’a katılmasanız bile; Türkçesi okutuyor, dilindeki ve tezlerindeki ihtiras da sizi sarıyor. “İdeolocya Örgüsü”, “İman ve Aksiyon”, “Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu” kitaplarını herkese öneriyorum.
Önümde şu anda “İdelocya Örgüsü” kitabının ilk sayfası var. Üç paragraflık kısa bir sayfa. Üşenmedim saydım. Birinci sayfada toplam 150 kelime var. 45 tanesi “öz Türkçe”.
Ben dilbilimci de değilim dil tarihçisi de. Çıkardığım listedeki sözcüklerin bir kısmına yönelik haklı itirazlar ve düzeltmeler olabilir. Osmanlı Türkçesi’nde zaten kullanılan eski Türkçe kökenli sözcükleri de listeye almadım. Sadece ve sadece 1910 ile 1940 arasındaki Türk dil hareketi olmasaydı Necip Fazıl’ın asla kullanamayacağı sözcükleri ve kavramları çıkardım:
“Örgü”, “Büyük Doğu”, “doğu”, “koskocaman”, “yumak”, “iplik”, “üstüste”, “devşirili”, “dağınık”, “doğru”, “toplu”, “gelmiş”, “gelecek”, “fikir ağı”, “düğüm”, “çerçeveli”, “inanış”, “görüş”, “ölçülendiriş”, “doğuş”, “bağlı”, “birinci”, “ikinci”, “kıvılcımlı”, “pembeleşme”, “bütün”, “çizgi”, “nakış”, “kucaklama”, “aradaki”, “güneş”, “yeryüzü”, “yalayıcı…”
Necip Fazıl da mı “uydurukçu”ydu?
Necip Fazıl’ın Kemalist geçmişine, Büyük Doğu Marşı’na, Atatürk vefat ettikten sonra Cumhuriyet gazetesi için kaleme aldığı mükemmel anma yazısına gönderme yapmıyorum. Necip Fazıl “dönüşümünü” tamamladıktan sonra, 1968’de yazdığı “İdeolocya Örgüsü”nden yukarıdaki sözcükler. Büyük Doğu ideolojisinin inşası için kullandığı sözcükler bunlar.
“İdelocya” 18. yy Fransızcasında “uydurulmuş” eski Yunanca “idea” kelimesi ve “locya” ekinin bozularak birleştirilmesiyle türetilmiş. Yanına da “Örgüsü” gibi “uyduruk” bir Türkçe sözcük koymuş Necip Fazıl. Bence çok güzel başlık.
Nasıl? Düşünce üretilebiliyormuş değil mi Türkçe ile?
Kısır mı buldun Necip Fazıl’ı? Bütün yazıları böyle. Çoğu Türkçe kökler ve ekler ile ortaya çıkmış, son yüzyılımıza ait sözcükler. Sen “uydurukçuluk” de, ben Türkçem ile gurur duyarım.
Kendini İslamcı gibi yutturmaya çalışan etnik şovenlerin iddiasının tersine, 20. yy’da Türkçe, üst düzey soyutlama gücü olan, kusursuz sözcükler çıkardı içinden. Abdülhamit’ten (evet Abdülhamit, git öğren) günümüze kadar Türkçe davasına sahip çıkan tüm ecdadımız ve en çok da Atatürk var olsun!
Necip Fazıl’ın kusursuz bir Türkçesi var. Hiçbir kelime boşuna kullanılmamış. “Örgü” sözcüğü de çok yerinde bir seçim. Zihin planının, iplik gibi işleyen kalem ile aksiyona geçmesi. Somutlaşması!
Zihni harekete geçen gerçekte bir eylemcidir. Sözcükleri silah gibi kullanır ve o silahlara karşı “şu Farsça”, “bu Türkçe” gibi beyinsizce bir önyargı aklının ucuna bile gelmez.
Örneğin; çerçeve ve pembe Farsça kökenlidir. “Çerçeveli” ve “pembeleşme” ise Türkçe eklerle türetilmiş.
“Kemalist ucube uydurukçuluk” mu dedin? Arkadaş, Necip Fazıl ecdadı gibi yapmış. Osmanlı Türkçesinin sözcük ihtiyacı varsa bal gibi Farsça kökle, Arapça ek; Arapça kökle, Farsça ek birleştirilebilmiş. Ecdadımız binlercesini uydurmuş! Bir tek 20. yy Türk aydınına yasak!
Üç satır yukarı bak. Necip Fazıl ecdat yadigârı “namütenahi” kelimesini de kullanmış. Arapça kelimenin başına Farsça olumsuzluk eki koyulmuş. Uydurukçuluk! Hiç “Kurani” değil!
Cahil. Sen Farsça ve Arapçada, Türkçe veya Türkçeden türetilen kelime yok mu sanıyorsun?
Necip Fazıl sence Osmanlı Türkçesini bilmiyor muydu? Bu yüzden mi “cılızlaşmış”, “mahvolmuş”, “uyduruk”, “harabeye dönmüş” çağdaş Türkçeyi kullanıyordu?
Hayır, Necip Fazıl çok iyi biliyordu Türkçeyi. Çağdaş Türkçenin en iyi şairlerinden ve yazarlarından biriydi. Zanaatının hammaddesi dil bu adamın. Gocunmuyor, eskisini de kullanıyor, yenisini de. 1930’ların Türk aydınına verdiği dil silahlarını da tamamen kuşanmış. Maziden de besleniyor.
Adam ideoloji üretecek, lafazanlık değil. Elindeki silahları kullanmaz mı hiç senin paşa gönlün için?
Türkçe düşmanı ırkçı kompleks
Ha bu arada sana kötü haber Bay Dinci. Atilla İlhan’da da ve Necip Fazıl’da da var olan dil olgunluğunu ve kompleksiz Türkçeciliği de Atatürk’e borçluyuz. “Öz Türkçeciliği” o başlatmadı. Bir Genç Osmanlı akımıydı. O yeniden hız verdi. Ama biraz Falih Rıfkı okursanız, (okuyun ya okuyun!) Öz Türkçecilik akımının da, aşırılığa ulaştığı anda, Atatürk’ün talimatıyla sona erdirildiğini görürsünüz.
Bir süreçti. Yaşanması gerekiyordu. “O anın vacibi” diyelim.
Sonuç olarak, Dil Devrimi büyük bir başarı elde etti. Felsefeden, psikolojiye, mühendislikten Tıp Bilimine kadar binlerce Türkçe terim var şimdi.
Bilmiyorsun. Çünkü akademide yoksun. Varsan da kopyayla, hileyle, torpille girmişsin.
Sen bilmediğin için de, bu sözcükler ortadan kalkmış, kullanılmamış, kabullenilmemiş olmuyorlar.
Keşke 19. yy’da, Osmanlı yıkılmadan olsaydı bu atılım. Arapça, Farsça kelime daha fazla olsaydı ama o zaman olsaydı. Vallahi billahi daha mutlu olurdum. 19. yy’da medrese de yoktu, akademi de Osmanlı’da. Hiçbir şey yok diye, Cumhuriyet hiçbir şey kurmasa mıydı? Deli misiniz siz, bir de fikir diye bunları öneriyorsunuz bize?
Keşke Osmanlı yarı sömürge haline gelmeseydi. Yok olmasıydı. Kültür Devrimi de sanayi devrimi de yapsaydı.
Kronoloji bilgin de mi yok senin? Kemalizm sonradan geldi, önceden değil. Yıkan Kemalizm değil. Yıkılan Osmanlı. O yıkımdan sonra Kemalizm egemen oldu. Cumhuriyet’in yanlışını veya doğrusunu tartışalım ama bir zahmet kronolojiyi de tartışmayalım.
Türkiye’deki İslamcılar bir din değil apaçık Türk karşıtı kavmiyet davası güdüyorlar. Ateist Kürt ırkçılarından hiç farkları yok bu açıdan. Kürtçüler bir Kürt ulusal kültür yaratamadıkları için sürekli Türkçeye ve Türk kültürüne saldırır. Aslında bu Türk ve Türkçe nefreti bir hayranlık ve fetişizmin ters ve patolojik yansımasıdır.
80 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin 5000 yıllık Kürtçeyi yok ettiğini ileri sürerler. Buyur beyefendi, sen yok ettirme o zaman. Mesela “Kürtçe”ye çevir “Suç ve Ceza”yı, “Sefiller”i. Kim tutuyor seni?
Türk’e küfrederek mi ulusal kimlik inşa edeceksin? Sadece 1930’lar yettiyse dilini yok etmeye, o zaman bu “dilin” için çok iyi bir sınav olmamış.
İslamcıların da sürekli Türkçeye ve Kemalizm’e saldırması, ah ahlanması, vah vahlanması da fikirsel bir kısırlığın ve kompleksin göstergesi. Başınıza Kemalizm kadar taş düşsün diyeceğim ama düşse siz önce şeytan taşlar gibi taşlar, sonra da tapınmaya başlarsınız.
Tutkulu her ateistte kalbi kırık bir tanrısever gördüğüm gibi, bu azgın Kemalizm düşmanlarında da aşırı bir hayranlık ve tapınma halini hemen seziyorum.
Kemalizm yeni bir “dil uydurmuş, aydınlar eski kelimeleri unutmuş, öylece kalakalmış.”
Yahu arkadaş TCK’da madde mi vardı? Kullansalardı eski kelimeleri de. Yahya Kemal’i, Ahmet Hamdi’yi hapse falan mı atmışlar?
“Çarpım tablosu” tuttuğu için “kerrat cetveli” demiyoruz. Yasak olduğu için değil. Kaldıraç sözcüğüne “uyduruk” diyen ne fizikten anlıyordur ne de dilden. Sen sanki kavram yerine “mefhum”, kaynak yerine “memba” diyorsun?
Hem “Dil Devrimi tepeden inme, zorlama” diyorsunuz, hem de “Osmanlı münevverlerinin” on yılda tüm kelimelerini unuttuğunu iddia ediyorsunuz. Kullanma o zaman. “Osmanlıca” kelime kullan.
Demek ki doğal, beklenen ve gerekli bir devrimmiş. Kalan kelime kalmış, giden gitmiş, yeni gelenlerden benimsenenler kalmış. Türk insanı ilerlemiş binlerce yıldır yaptığı gibi. Tarihi bir varlık bu. Ağlaşan gericinin şımarıklığına göre mi hareket edecekti koca ulus?
Verdiğiniz örnek bile Dil Devrimi’nin ne kadar başarılı olduğunu gösteriyor. Bu kadar “uyduruk” bir devrim olsaydı, yok olurdu. Dil kadar organik bir varlık taşımazdı onu. Tutmuş be tutmuş! Türkçe çünkü bu! Uygarlık dili. Tutmaz mı?
Ben bir Kemalist olarak olgunlukla yaklaşıyorum Kemalizm’in başarılarına ve başaramadıklarına. Kemalizm Nurullah Ataç’ı da çıkarmış, onu olumsuzlayan Atilla İlhan’ı da. Bir şekilde aşmış tüm bu sorunları. Yeni sorunlarla yeni çelişkilerle uğraşıyor Kemalizm bugün.
Bay Dinci, sen ise ulusal kültürün tamamen dışında kalmışsın. Önce bir Necip Fazıl gibi ulusunun dilini, tarihini kucakla. “Türk kavmini”, “Türk dilini” küçümseyip durma. Mecraya gir. Tekrar bir şeyler üretmeye başla. Sonra Cumhuriyet’i de, Kemalizm’i de aşabiliyorsan aş bakalım. Biz de bir şeyler öğrenelim. Peşinden bile geliriz ama insaf ya. Senin düzeysizliğini, fikir diye sunduğun çorap kokulu kıraathane lakırdını neden kabul edelim?