Her seçim sonrasında olduğu gibi hile meselesi gündemde. Ama büyük bir kakofoni halinde.
CHP’nin Bilgi Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel, gayet küstah bir açıklamayla istifasını duyurdu.
2018’deki seçimlerde kurduğu sistem çökmesine rağmen yine aynı görevle seçimde yer alan Adıgüzel, hem sosyal medyada verdiği açıklamada hem de T24’e verdiği mülakatta bir AKP’linin bile kolay kolay ağzından çıkmayacak sözler sarf ediyordu:
“Sonuçların kamuoyuna açıklanması gibi bir sorumluluğumuz yoktu.”
Onursal Adıgüzel’in iddiası, sistemin bu sefer hiç çökmediği. Fakat T24’e konuşurken söylediği bir şey daha var:
“Normalde bu gecenin iletişimi daha iyi yönetilebilirdi ancak tabi bazı veriler süreç içerisinde zamanla geliyor.”
Esas beklenen açıklama ise bu sabah geldi. Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, seçimin ancak üçüncü günü; sosyal medyadaki karmaşık, kaynağı belirsiz, amaçsız bir gürültüyle geçen iki günden sonra açıklama yapma zahmetine katlandı.
Muharrem Erkek’in aktardığına göre, Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde 2.269 itiraz, Pazartesi saat 17.00’da gerçekleştirilmiş. Milletvekili seçimlerinde ise 4.825 sandıktaki itiraz, Salı günü 15.00 itibarıyla gerçekleşmiş. Ama bir Allah’ın kulu çıkıp da bu sabaha kadar doğru düzgün halkı bilgilendirmedi.
Pazartesi ve Salı günü yapılan itirazları neden Çarşamba günü öğrenmek zorunda kalıyoruz?
Ama bu basın toplantısının başında Muharrem Erkek, çok kafa karıştırıcı bir açıklamada bulundu. CHP’nin Hukuk ve Seçim İşleri sorumlusu, Onursal Adıgüzel’in kurduğu sistemin çalışma mantığını, üçlü kırmızı alarm sistemini ve bu sistemde hiçbir aksama olmadığını anlatarak söze başladı.
Peki, o zaman Onursal Adıgüzel neden istifa ettirildi?
Gerçi Onursal Adıgüzel de iletişimin iyi yönetilemediği konusunda çok haklı. Ama onun da kimi işaret ettiği belli değil. Seçim ve Hukuk İşleri emanet edilen Muharrem Erkek’i mi suçluyor, yoksa basın ve kurumsal iletişimden sorumlu Tuncay Özkan’ı mı işaret ediyor?
Yoksa Onursal Adıgüzel’in istifası, CHP’deki ekibin halkı yatıştırmak için verdiği kelle miydi?
Ama günün sonunda, YSK’daki itiraz sürecinde görünen bir pürüz yok. Bildirilen sandık rakamlarının her iki seçimde de sonucu değiştiremeyeceği ortada.
Peki, hile yok mu? Sistematik hırsızlık yok mu?
Bütün ümitler YSK verisi ile CHP verisi arasındaki kırtasiyelik pürüzlere bağlayınca sandık başındaki kanlı canlı hileler gölgede kalıyor.
İşte burada Oğuz Kaan Salıcı meselesi devreye giriyor. CHP’de teşkilatların emanet edildiği Genel Başkan Yardımcısı. Seçime üç gün kala yanına Muharrem Erkek ve Onursal Adıgüzel’i de alıp 563 bin 754 görevlinin sahada hazır olduğunu söyleyen, işte bu Oğuz Kaan Salıcı’ydı.
200 bin sandığın başında neler olup bittiğini ne kadar biliyoruz?
Salıcı’nın 563 bin 754 rakamına güvendik diyelim.
CHP, görevlendirdiği bu 563 bin 754 görevlinin ne yaptığından ne kadar emin? İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya gibi metropollerden bahsetmiyorum. Önümüzde koca bir Anadolu coğrafyası var.
Tamam, adam tutanağı çekip CHP’nin sistemine yolluyor. Sonra seçim kuruluna da teslim ediyor. Ama tüm bunlardan önce, sayımda ne yaptığını biliyor muyuz? Sandık kurulundaki farklı partilerden görünen üyelerin aslında aynı partiye hizmet etmedikleri ne malum?
Bunu anlamanın bir yolu var. İmha edilmeden önce depolardan rasgele çuval çeker, oyları saydırırsınız. Artık eşitlenmiş olan YSK-CHP verileri ile uyumlu mu değil mi? Bakın işte o zaman hem teşkilat ortaya çıkar hem de oylar. Salıcı ve saz arkadaşları buna razı olur mu?
Seçim gecesi İmamoğlu ve Yavaş’ın yaptığı “kazanıyoruz” açıklamalarının arkasındaki olağan şüpheliler bunlar işte…
Bakın, daha Suriyeli, Iraklı, Afganlı meselesini, deprem bölgesindeki durumu konuşmadık. Nüfus artışı ile açıklanamayacak 2 milyonu aşkın yeni seçmen peydâ oldu ve oy verdi. Ama Onursal Bey’e göre bunlar 240 binle sınırlıydı…
Tüm bunlar neye benziyor biliyor musunuz?
Düşünün ki esnafsınız. Çarşıda dükkânınız var. Sağda solda da rakip dükkânlar.
Bir tane rakibiniz çok hınzır. Yıllardır pazarı felç etmiş, millete âdi Çin malları kakalayıp sakatlıyor, zehirleyip hasta ediyor, hatta öldürüyor. Ama belini kıran kimse yok.
Bunun çok sayıda çırağı var. Bu çıraklar, sizin dükkâna açılan yollardan müşteri çevirip kendi dükkânlarına yönlendiriyor. Yetmiyor, müşteri gibi dolaşıp tezgâhınızdan mal bile çalıyorlar. Hatta sizin çalıştırdığınız çırakları da ayartmışlar, düzenli olarak kasadan paranızı çalıyorlar.
Peki, sizde durum ne?
Çalışan sayısı yetersiz ama onları bile merak edip kontrol etmiyorsunuz. Rakibin eski çıraklarına dükkân önünde işgaliye bedelsiz tezgâh açtırtmışsınız. Bunlar dükkânın önünü kapatmış, size ne olduğu umurlarında bile değil.
Bir de aşiretin kaçak tütüncü dükkânı var. El altından toz işi yapıyor. Onunla herhangi bir anlaşmanız yok ama yüzsüzce tezgâhını yanlamış, çıraklarınızla kafa kol halinde ve her sabah sokakta sizi lafa tutup müşterinin sizden iğrenmesini sağlıyor.
Bu arada, dükkânı sabah akşam açıp kapatsın diye anahtarı teslim ettiğiniz adamlar, sizin bile hiç tanımadığınız uğursuz tipler. Belki de karanlık bir çetenin elemanları.
Üstüne üstlük tüm bu beş para etmez adamlar, dükkâna sadık iki tane namuslu adamınızın altını oymak için fırsat kolluyor.
Son olarak, karşılıksız çıkmış birkaç çekiniz var. Banka şubesini aramanız gerekiyor.
O arada bir bakmışsınız, tütüncünün müdavimi müptezel bir grup dükkân önünde toplanmış, size “Bankayı bas!” diye tezahüratta bulunuyor.
Peki, asıl kavgayı banka şubesinde mi vermek gerekiyor?
Sizi zarara uğratan banka mı?