Ukrayna 17 gündür Rusya’nın işgali altında ve bu 17 gün her yönüyle tarihe geçiyor. Bir taraf direnişiyle destan yazıyor; bir taraf ise zalimliğiyle, kanlı elleriyle tarihe kaydediliyor.
Orada bir dram yaşanıyor ve bu dramda kim kimin yanında, kim nasıl tavır almış, kim ne yazmış hepsi not ediliyor.
***
Mariupol’de bir doğum hastanesi Rus ordusu tarafından bombalandı. Evet, doğum hastanesi…
Bizim basınımız neler yaz(ma)mış diye bakalım mı?
Bakmadan önce şunu söylemek istiyorum: Bunun haber değeri olup olmadığını, gazeteciliğe girip girmediğini tartışmaya gerek bile duymuyorum. Bu olayı, yaşandığı gibi yazıp yazmamak arasında yapılan tercih, insan olmakla olmamak arasındaki tercihten başka bir şey değildir benim için.
***
Sözcü, haberi iç sayfada “Rusya çocuk hastanesini vurdu” diye vermiş.
Yeniçağ, yine iç sayfada Sözcü’ye göre biraz daha küçük ama benzer şekilde vermiş.
Cumhuriyet, iç sayfada küçük bir alan ayırdığı haberde iki tarafın da açıklamalarına yer vererek okuyucularına sormuş: “Hastaneyi kim vurdu?”
Aydınlık’tan “Rusya doğum hastanesini bombaladı” şeklinde bir haber bekleyecek kadar saf değilim. Aydınlık’ın haberinde Lavrov’un ağzından doğum hastanesinde Nazi’lerin vurulduğu yazıyordu. Aydınlık ve Rusya artık Ukraynalı bebekleri, hamile kadınları da Nazi olarak görüyor.
Elinize tesadüfen bir Evrensel Gazetesi geçse böyle bir olaydan haberiniz olmaz. “DSÖ: Ukrayna’da sağlık hizmetlerine yönelik 18 saldırı” diye ne olduğu belirsiz, ancak okuyucunun “belki de bu bombalamayı ima etmeye çalışmışlar” diyerek yorumlayabileceği bir haber var.
Birgün de iç sayfada “savaşa son verin” gibi çok “insancıl” küçük bir başlığın altında BM Genel Sekreteri Guterres’in “Ukraynalı sivillerin kendileriyle hiçbir ilgisi olmayan bu savaşın bedelini ödediği” şeklindeki açıklamasına yer vererek geçiştirme yoluna gitmiş.
Kimsenin hakkını yemek istemem. Gördüğüm gazeteler içinde bu dramı olması gerektiği gibi veren Karar Gazetesi ve Hürriyet Gazetesi idi.
İki gazete de ilk sayfada “Rusya’nın çocuk ve doğum hastanesini vurduğu” şeklinde verdiler.
***
Önemli olan kimin ne yazdığı değil kimin yazarken aslında nasıl ve neden yaz(a)madığıdır.
Onlaradır sözüm!
***
Cumhuriyet Gazetesi…
Adı üzerinde Cumhuriyet’in gazetesi…
Cumhuriyetle yaşıt sayılan bir gazete…
Dünya çocuklarını kucaklayan, onlara bayram hediye eden, onları kendi toprağının çocuklarından ayrı görmeyen bir liderin izinden gittiğini iddia eden bir gazete…
“Kimsesizlerin kimsesi” olanın ismini taşıyan bir gazete…
Yakın tarihinde Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı olan ve bu savaşların sonucu öksüz/yetim kalan çocuklarla dolu olan bir milletiz.
Darüleytamlar(Öksüzler Yurdu) var bu vatanın tarihinde. Yetim kalan bebekleri sarıp sarmalayan bir ülkede; ölen çocukların, doğmamış bebelerin katledilmesine kör olan gözler var artık.
***
Birgün, Evrensel…
“Sol” tarafın gazeteleri…
Siz ki solcusunuz…
Siz ki “her şey çocuklar için” dersiniz…
Siz ki “dünyayı çocuklar yönetsin” dersiniz…
Siz ki mücadelenizi “çocuklara güzel bir dünya için” verirsiniz…
Doğmamış çocuklar bile hedef alınırken, katledilirken neden bu “suskun”luğunuz?
Suskunluk değil de tercihinizdir belki, ne dersiniz? Kutsal ideolojinizle açıklamanızı da yaparsınız değil mi? Emperyalist uşakları, antiemperyalist mücadele falan diyerek de süslersiniz.
“Acısı hep taze” olan Berkin’i ilk sayfada gören Birgün’ün gözleri Ukraynalı küçük çocukları, bebekleri niye görmez?
Napalm bombalarının yaktığı Vietnamlı o küçük kız çocuğunu gören gözleriniz Ukrayna olunca nereye bakar? Yoksa bombayı mı beğenmediniz? Ya da bombayı atan antiemperyalistti size göre, bombayı yiyeni de emperyalist uşağı olarak gördüğünüz için “hak etti” mi dediniz? Hangisi?
Hiroşima’daki o küçük kız çocuğunu biliyorsunuz değil mi? Hani, saçları tutuşan önce, gözleri yanıp kavrulan, sonra da kül olup havaya savrulan kız çocuğu, işte o…
Hani, Nazım Usta yazmıştı, siz de çok seversiniz o şiiri, dilinizden düşürmezsiniz…
Dilinizden düşürmezsiniz!
Nazım Usta bugün yaşasaydı ne derdi size?
“Şiirlerimi dilinizden değil yüreğinizden düşürmeyin” derdi, o
büyük usta.
Hiroşima’yı yazdığı gibi Mariupol’ü de yazardı bugün.
Edebiyat yapma mı diyorsunuz?
Peki o zaman, idol olarak gördüğünüz Che Guevara’yı konuşalım…
Beş çocuğu vardı Che’nin ardında bıraktığı. Ne olabilirdi Che’nin içindeki ideal? Çocuklarını geride bıraktıracak kadar olan inanç neydi?
Evet, o dünya çocuklarını kendi çocuklarından ayırt etmemişti değil mi?
“Ama Che bize çok uzak” derseniz, Deniz Gezmiş’i, Yusuf’u, Hüseyin’i konuşalım derim size.
Deniz’in Şarkışla’daki son yakalanışında bir belediye başkanı vardı, hani “Deniz Gezmiş ilçemize gelmiştir, yakalayın” diyerek halkı Deniz’e karşı kışkırtan biri, o işte. Deniz karşısına dikilmişti hesap sormak için ama sonra vazgeçmişti, neden? Evet, o sırada başkanın çocuklarını görmüştü, çocukların bakışlarındaki korkuya vicdanı dayanamamıştı da geri dönmüştü Deniz.
Ya Hüseyin’e ne demeli…
Ne demişti idama giderken yaptığı son savunmasında: “Anaların rahmine el atılmadığı sürece, bu mücadele biz olmasak da sürecek.”
Putin’in yaptığı tam olarak bu değil mi? Düşmanının soyunu kurutmak…
Bugün doğan Ukraynalı bebeler büyüdüklerinde tarihi okuyacaklar; cinayetleri, işlenen suçları, Putin’in nasıl bir katil olduğu öğrenecekler. Bugün yaşananların hesabını soracaklar.
İşte katil Putin’in yaptığı buna engel olmaya çalışmaktır.
***
İnsanlığa karşı cinayet işleyen Putin’i görmemek solculuğa sığar mı?
Çocuk masumiyettir, bu masumiyeti savunamamak gazeteciliğe de solculuğa da sığmaz!
14 yaşındaydım sol fikirlerle tanıştığımda. Tanıdığım sol tertemizdi. Kalp ile beynin birlikteliği, vicdan ile yoğrulmuş mantıktı sol ideoloji.
Çocukları öldüren Putin’i görmeyen solu tekrar vicdanla buluşturacağız!
Bu da bizim sözümüz olsun.