Devlet bir gecede tapularınıza el mi koydu? Gidebileceğiniz ve şikayetçi olabileceğiniz hiçbir yargı kurumu yok. Hayatınızdan endişe ettiğiniz için hakkınızı bile arayamıyorsunuz.
Muhalif olduğunuz için tutuklandınız mı? Gözaltı süresi diye bir kavram yok, sizi savunacak bir avukat bile yok. Yakınlarınız nerede olduğunuzu bile bilmiyor. İstihbarat örgütleriyle ilişki halinde olan bir terörist olduğunuz söylendi. Delil bile sunulmuyor, mahkemeye ne zaman çıkacağınız belli değil. Yaşayabilirseniz bekleyeceksiniz. Ölürseniz mezarınızın nerede olduğu bile belli olmayacak.
Ses çıkardığınızda, herhangi bir şeyleri eleştirdiğinizde konuştuğunuz akrabanızdan, komşunuzdan bile şüphe duyacak, rejimin en çok yatırım yaptığı jurnal ağının bir kurbanı olmaktan endişe duyacaksınız.
Öğrenci olursanız eylem yapamayacaksınız, işçi olursanız tam anlamıyla makinenin bir “dişlisi” olan bir robot olacaksınız ve bu sizin kafanıza iyi bir şeymiş gibi sokulacak.
Zengin olursanız, iş adamıysanız elbette biraz daha şanslı olacaksınız ama bu bile sizin hayatınızı garantiye almayacak. Herhangi bir meselede işler ters gittiğinde çok kolay biçimde kurban edilecek ve gazetede 3 satır bir haber olarak yazılacak ve sonra da unutulacaksınız. “Şüpheli ölüm” denilecek ama katilleriniz hiç bulunmayacak.
İşte “Şanghay Beşlisi” denilen şey tam olarak budur. Erdoğan’ın “hedefimiz üyelik” dediği birlik tam olarak böyle bir yapıda. Bazı okurlarımızın “İyi ama bunlar Türkiye’de yok mu?” dediğini duyar gibiyim.
Evet, bunlar Türkiye’de de gerçekleşen olaylar. Ancak her şeye rağmen muhalif vatandaşın “devran dönecek!” diyebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Şanghay Beşlisi, devranın hiçbir zaman dönmeyeceğini insanların kafasına zorla sokmaya çalışan Kafkavari rejimlerin bir araya gelmesinden oluşan bir birlik.
Adına bakıp bunu bir “dış politika hamlesi” olarak görmemek gerekiyor. Bu büyük bir hata olur. İktidarın bugün yüzünü bu rejimlere doğru çevirmesi ve bu coğrafyada dostlar edinmeye çalışması tamamen iç politikaya yönelik bir adım. Türkiye’de de içe kapalı ve demokrasi düşmanı bir rejim kurma hedefi Türkiye’yi doğal olarak bu ülkelere yanaştırıyor.
Çin’in sınırlarını “Çin Seddi”yle çevirmesi ve kendisini tamamen kapatması, bugün de Çin rejiminin genetiğini gösteren tarihsel bir olay. Tıpkı Sosyalist Rusya’nın daha sonra kapitalistleşse bile Putin Rusya’sına sinen ruhu gibi.
Komplonun, şantajın ve suikastlerin başrolde olduğu bir ülke bugün Rusya. Siyasi partilerin etkisiz olmasının sebebi siyasetin bir yöntem olmaktan uzunca süredir çıkması. Entrika ana yöntem haline gelmiş durumda.
Ve öylesine bir Sovyet ruhu ki, bu özgürlüğünü kazanmış Türk coğrafyasına bile aynı ruh (ya da ruhsuzluk) sirayet etmiş durumda.
Semerkant’ta “yuvarlak sofrada” yer alan bütün liderlerin mal varlıklarının Batı’da olması, çocuklarının Batı’da okuması elbette bir tesadüf değil. Tıpkı Türkiye’deki Avrasyacı “paşalarımızın” çocuklarının Batı’da eğitim görmeleri gibi. Batı’nın nimetlerinden faydalanıp Avrasya’yı bir gelecek projesi olarak sunmak çok büyük bir iki yüzlülük.
Mersin Akkuyu’daki nükleer santral olayını iyice bakın. Rus Devleti kapıya kilit vurduktan sonra gidip şikayetçi olacağınız bir kurum bile yok.
Mesele Türkiye’nin Şanghay Beşlisi’ne üye olup olmamasıyla sınırlı değil. Erdoğan’ın “üye olacağız” demesi bile iktidarın Türkiye’yi nereye götürmek istediğinin bir göstergesi.
Bu yolun sonu Türkiye’nin parçalanması ve içinden hiç çıkamayacağı bir bataklık. Bir devrimin bile düzeltemeyeceği farklı bir yapının inşası konuşuluyor bugün. Avrasya bloğunun baskıcı rejimleri ve Batı’nın iki yüzlülüğünü eşitleyerek ikisi arasında zaten bir fark olmadığı sonucunu çıkarmak zekice bir düşünce değil.