Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın “TSK’nın kimyasal silah kullanmış olabileceğini” söylemesi üzerine evine baskın yapılarak gözaltına alınması Fethullahçıların ve iktidarın birlikte düzenlediği Ergenekon operasyonlarını anımsattı.
O dönemde de baskınlar önceden haber yapılır, ardından kameralar eşliğinde “suç mahalline” girilerek “suçüstü” yapılırdı. Ardından medya aracılığıyla geniş çaplı bir propaganda başlar baskın sırasında evde bulunan süs eşyaları bile “delil” olarak gösterilirdi.
Görüntüler ve kopartılan tantana “ele geçirilenin” Fincancı değil de üst düzey bir PKK yöneticisi olduğu izlenimi yaratıyor. Fincancı, böyle bir baskını gerektirecek kadar üst düzey bir terörist ise nasıl TTB başkanı olabildi? Buna kimler nasıl izin verdi? Kaldı ki Fincancı’nın “TSK’nın kimyasal silah kullandığı” propagandasını ilk ortaya atan kişi olan Doğu Perinçek bugün hükümetin ortağı durumunda.
Baskında evde bulunan “delillerden” bir tanesi Bejan Matur isimli Kürtçünün yazdığı “Dağın Ardına Bakmak” isimli bir kitap. Çözüm sürecinde epey popüler olmuş bu “terör örgütü materyali” o dönemde AKP’lilerin iltifatlarına mazhar oluyor, TRT’de tanıtımı yapılıyor ve iktidar medyası tarafından sürekli övülüyordu. Olayın ortaya çıkmasıyla AKP’li kalemler kitabı öven eski tweetlerini silmeye başladılar. AKP’li kitap zinciri D&R da düne kadar mağazalarında sattığı bu “suç aletini” bir gecede satıştan kaldırdı.
Fincancı’nın PKK’ya yakın durması, ulusalcılıktan nefret etmesi, Ordu düşmanı olması gibi düşüncelerini elbette biliyoruz. Ancak PKK’yı meşru bir örgüt gibi gösteren söylemlerin AKP eliyle ve AKP himayesinde arttığını, yargı güvencesi sağlandığını, ulusalcılığın ve milliyetçiliğin bizzat bu iktidar tarafından düşman ilan edildiğini ve Türk Ordusu’nun bu iktidar tarafından nasıl yok edildiğini de unutmuş değiliz.
İktidar geçmişte “beraber yürüdüğü, beraber ıslandığı” tüm siyasi paydaşlarını ortadan kaldırarak geçmişin getirdiği tüm yüklerden kurtulmanın telaşında. “Çözüm süreci” kanlı bir defter ve AKP’nin yeni bir siyasi çizgi yaratabilmesi için bu kanlı defterin tamamıyla yok edilmesi gerek.
Nasıl ki 15 Temmuz sonrasında Fethullahçılar yok edilerek Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının tüm günahı onlara ihale edildiyse, PKK ile geçmişte yapılan tüm pazarlıkların günahı da bugün HDP’ye ve onun uydusunda olanlara ihale edilmeye çalışıyor. Amaç AKP’nin tövbe ettiğine milleti inandırmak.
Yani iktidar ve Fincancı düşman değil olsa olsa düşman kardeştirler ve yolları şimdilik ayrı görünse bile varacakları yer elbette aynıdır. İki taraf da bunu bildiği için en büyük düşmanları olarak gördükleri “Atatürk ve ulusalcılıkla” mücadeleye devam etmekten asla vazgeçmez. Fincancı gibi bu konuda oldukça radikal olan bir ismin TTB’ye başkan olabilmesi bile AKP’nin yarattığı politik atmosferin doğrudan sonucu.
AKP’nin Fincancı’yı böylesi ucube bir gerekçeyle gözaltına alması tuhaf gelse bile Fincancı’ya verilmiş bir hayat öpücüğü. İktidarın namuslu siyasetçiler için “itibar suikasti” ve “yok etme” aracı olarak kullandığı bir yöntem olan “cezaevi” sopası, geçmişte iktidarla birlikte siyaset yapmış Demirtaş gibi isimler açısından bir reklam çalışmasına dönüşüveriyor.
Demirtaş ve Fincancı gibi isimlerin gerçek siyasi kimliği unutulup birden bire “faşizm tarafından mağdur edilen birer demokrasi kahramanına” dönüşüyor.
Bu elbette bilinçsiz bir strateji değil. AKP şimdiden gelecekte cezaevinde “ıslah ettiği” aynı zamanda “güçlendirdiği” bu isimlerle –şartların AKP tarafından belirlenmesi kaydıyla- yeni bir çözüm masasının da hesabını yapıyor. Tüm bu tiyatronun gerçek sebebi düşman kardeşler ulusalcılığın tamamen yok edildiği menzilde buluştuklarında hangisinin daha fazla söz sahibi olacağı.