TÜİK ve Ticaret Bakanlığı 2022 yılının ilk 9 ayının dış ticaret verilerini açıkladı. Bu sene Türkiye tarihinin en büyük dış ticaret açığı ortaya çıktı.
2021 yılında 12 ay sonunda 46 milyar dolar dış ticaret açığı, bu sene 2022 yılında sadece ilk 9 ayda 83 milyar 97 milyon dolara ulaştı.
Geçen seneye göre dış ticaret açığında artış yüzde 268’i buldu. 2021 yılında ihracatın ithalatı karşılama oranı %83 iken bu sene bu oran ilk 9 ayda %69’a kadar geriledi. Yani Türkiye 100 birim paralık ithalata karşı yalnızca 69 birim paralık ihracat yapıyor.
AKP geçen sene bilinçli bir devalüasyona giderek bir yoksulluk karşıdevrimi gerçekleştirdi. Orta sınıf ve alt sınıf ücretlilerin tümü hem göreceli hem mutlak olarak yoksullaştırılırken, özellikle faiz sermayesine büyük bir aktarım yapıldı.
Yeni düzenin müttefiki olarak da sanayici ve ihracatçı sermaye gösterilmişti. Ancak geride kalan 9 ay Tayyip’in ifadesiyle “ucuz TL”, “ucuz maliyet” politikasının Türkiye’yi ikinci bir Çin, bir sanayi canavarı yapmadığını gösterdi. Tam tersine tarihimizde görülen en yüksek dış ticaret açığı ortaya çıktı.
Evet, ilk 9 ayda sanayi üretimi ve ihracat arttı ancak ithalat çok daha fazla arttı. Çünkü Türkiye sanayisi için “ucuz TL”, “ucuz emek” mukayeseli bir üstünlük nedeni olmaya yetmiyor. Sanayi sektörümüz ithalata ve yabancı teknolojiye bağımlı ve TL’nin değersizleşmesi ithalat giderlerini ihracat gelirlerinden çok daha fazla patlatıyor.
İhracat sanayi ile ithalat arasında kalın setler olduğunu düşünenlere hatırlatma: Türkiye’de 100 birim değer ihracat malı üretimi için enerji, teknoloji ve hammadde dâhil 70 birim değer ithalat gerekiyor.
Nitekim son 9 ay Türkiye cari açığını ihracat ile kapatamadı. Net hata noksan yani kaynağı belirsiz para girişi 2022 yılında rekorlar kırdı. Kısacası tökezleyen inşaat oligarşisi yerine sanayi sermayesi ile yeni bir AKP oligarşisi yaratılamadı. AKP’nin seçim senesinde müttefikleri kara para sahipleri, faiz lobisi, Rusya’nın finans operasyonları ile gelen sermaye ve yine inşaat oligarşisi olarak kaldı.
Burada önemli olan şu: Herkes sahte bir ortodoksi heterodoksi tartışmasıyla kendini oyalıyor. AKP’nin her alanda propagandasına karşı çıkılabiliyor ama iktisadi alanda ortaya attığı sahte gündemlere kimse yanıt veremiyor çünkü “iyi kapitalizm – yozlaşmış kapitalizm” şablonu hem AKP hem muhalif cephelerde egemen. Var olan kapitalizm doğal bir sistemdir. İyi ve kötü diye yapılan tanımlar bize ait. Nebati’nin sıktığı palavralara herkes gülüyor ama farkındaysanız, kafalarda var olan egemen palavraları kullanıyor.
AKP propagandistlerine göre iyi kapitalizm üretim kapitalizmi ve Batı bunu istemiyor. Muhaliflere göre iyi kapitalizm kurallarına göre oynanan ve yolsuzluğun olmadığı kapitalizm ve AKP bunu istemediği için bizi Batı’dan koparıyor.
Bunlar yalan! Rakamlar yalanlıyor. İdeolojik olarak dünya kutuplara bölünebilir ancak dünya kapitalist piyasalarında Batı ve Doğu diye iki kutup yok. Şöyle bir örnek verelim. Türkiye’nin 9 aydaki 83 milyarlık ticaret açığının 29,3 milyar doları Çin ile ticaretten, 37,5 milyar doları Rusya’dan kaynaklanıyor.
Türkiye hanesine yazılan büyük bir zarar! Ancak sadece Rusya ve Çin değil, AB için de büyük bir kâr! Açıklayalım.
Bu muazzam bir ticaret sömürüsüdür. Dünyada Türkiye kadar ticareti dengesiz çok az ülke vardır. Ancak bu Rusya ve Çin bağımlılığı bir kandırmaca sonucu ortaya çıkmadı. Tam olarak ihracat sanayimizin hammadde ve enerjide ithalata bağımlı olmasının bir sonucudur “Doğu”nun bu kadar bizi sömürmesi.
Batı’ya yani AB’ye olan ihracatımız patladı 2022 yılında. Ancak Türk Lirası ve Türk emeğinin değeri o kadar çok düştü ki; bu sene AB’ye olan miktar bazındaki ihracat patlamamız bile bizi zarara soktu. Geçen sene 12 ayda AB’ye olan 8 milyar dolarlık ticaret fazlamız, bu sene 9 ayda 9 milyar dolarlık ticaret açığına döndü. 17 milyar dolarlık bir gerileme! AB ekonomisine ucuz ürün takviyesi yapmakla övünen “yerli ve milli” bir emek soygunu.
AB’nin savaş ve resesyon ile boğuştuğu en zorlu yılında, Türkiye Rusya ve Çin’e ticaret sömürgesi gibi bağlanmak pahasına, en çevre düşmanı ve en emek sömürücü sektörlerde üretim “patlaması” gerçekleştirdi. AB’ye yok pahasına yapılan ihracat Türkiye’yi yoksullaştırıyor.
“Doğu”nun dış ticaret sömürgesi, “Batı”nın emek sömürgesi olarak Türkiye’nin kalkınacağını savunanlar esas en “ortodoks” ve en bariz neoliberal gericilerdir.
Azgelişmiş ülkelerin ancak ve ancak zengin Batı ülkeleri ile dış ticaret yaparak kalkınabileceği ve bunun için de mukayeseli üstünlük aracı olarak üretim maliyetlerini düşürmesi gerektiğini –yani hammadde ve emeğini ucuza satmayı- savunmak 200 yıldır hiç değişmeyen tek liberal iktisat kuramıdır. AKP Türkiye’yi köleleştirirken en ortodoks, en klasik iktisat teoremini uyguluyor aslında.
Çok karmaşık bir teori de değil bu. Ucuz satılan malın daha çok satılacağı ve toplamda daha büyük gelirin elde edileceği propagandası… “Sürümden kazanacağız yeğenim” teorisi de denebilir. Ancak eğer senin üretip sattığın ve üretmeyip satın aldığın ürünlerin arz-talep eğrileri uygun değilse, hem ucuz sattığınla kalırsın hem de zarar ettiğinle.
Tayyip’in “TL’yi ucuzlatacağız, sanayi ve ihracatı patlatacağız” derken kastettiği tam olarak son bir yılda yaşananların özetidir. Evet, sanayi ve ihracat patladı. Ancak Türkiye insanı ve ürünleri ile o kadar ucuzladı ki, ülke daha da yoksullaştı.
Uyuşturucu, terör ve Rus sermayesinden oluşan kara parayı da devreye soktuğunda seçim yılını çıkarırsın belki ama onun adına “heterodoksi” denmiyor. Muhalif iktisatçılar ekonomideki illegalitenin adını koyamıyor ve garipsedikleri her şeye “heterodoksi” diyerek işin içinden çıkıyorlar. Galiba liberal iktisatçılar da klasik ekonomi kuramını çok iyi bilmiyor.
AKP Türkiye’sinin dış ticarette ultra-ortodoks, ultra-liberal rejimini sürdürebilmesi için, en gayrinizami ve en kanunsuz “iktisadi” ilişkileri devreye sokması şarttır. Önce bunun bir adını koyun. Yoksa liberalizmi veya “iktisat biliminin kanıtlanmış gerçeklerini” de savunamazsınız.
AKP’nin “seçim yılını” atlatması, onun ekonomi politikasının başarısını göstermiyor. Muhalefetin sadece ekonomi değil her alanda politikasızlığını ve başarısızlığını gösteriyor. İşe ilk başta AKP’nin palavralarını doğru kabul edip, onlar üzerinden “karşı politika” üretme gafletini bırakarak başlayabilir muhalif cephe.