Sudan’da birkaç gündür kan gövdeyi götürüyor. Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) adı verilen 100 bin mevcutlu paramiliter örgütün, ülkeyi yöneten General Burhan ve orduya karşı başlattığı ayaklanmada şu âna kadar en az 200 sivil öldü, binlercesi de yaralandı.
HDK’nın lideri ve daha çok “Hemedti” adıyla tanınan Muhammed Hamdan Dagalo, kendine bağlı bu “ordunun” Sudan ordusuna entegre edilmesine karşı harekete geçtiklerini ifade etse de ilk kurşunu kendilerine sıkanın ordu güçleri olduğunda ısrarcı.
Paramiliter güç dediğimize bakmayın. HDK, 100 bin silahlı personel mevcudunun yanı sıra çatışmalarda top ve ağır makineliler kullanacak kadar da teçhizatlı bir yapı. Yani HDK’nın gücüne bakılırsa Sudan, 1950’lerdeki birinci ve yakın zamanlarda bitmiş olan ikinci iç savaşın ardından, şimdi bir üçüncüsünün kıyısında olabilir.
HDK’nın selefi olan Cancavid (atlı cinler) adı verilen ve iç savaşa vahşice damga vurmuş olan kanlı milis gücünün tarihi, 1987’ye kadar geriye gidiyor. Konuyu kısaca özetlemeye çalışalım…
Arap Dünyası’nın her ülkesinde örgütlenmiş olan “İhvan’ül-Müslimin” yani Müslüman Kardeşler örgütünün Sudan kolunun başındaki Hasan el Turabi, General Ömer el Beşir ile 1989 yılında bir darbeyle Sudan’da iktidara gelmişti. Ulusal İslamî Cephe adı altında ülkeyi İhvancı bir dikta altına alan ikilinin arası ise bir süre sonra açıldı.
Askerî gücü elinde bulunduran Beşir, bu çatışmada ağır bastı ve ülkeyi 2019’daki yoğun sokak protestolarının ardından devrilmesine kadar demir yumrukla yönetti. Fakat bu arada da hem Güney Sudan’da Arap ve Müslüman olmayan etnik gruplara karşı yürüttüğü iç savaşı kaybederek ülkenin ikiye bölünmesine neden oldu, hem de ülkenin batısındaki Darfur’da yine Arap olmayan ama Müslüman kabilelerle iç savaş içinde bir iç savaş başlattı.
Her iki çatışma bölgesinde de hem Beşir’in emrindeki Sudan ordusu hem de yine onunla ittifak halindeki ya da emrindeki milislerin katliamları, savaş ve insanlık suçlarıyla soykırım dünya gündeminden düşmedi. İşte bu milis güçlerinden biri de bugünkü ayaklanmanın başındaki HDK’nın öncülü olan Cancavid milisleriydi.
Hem Güney Sudan’da buranın ayrılıkçı örgütü Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’na karşı hem de Darfur’daki Sudan Kurtuluş Hareketi/Ordusu’na karşı savaşan Cancavid milislerinin çoğunluğunu Rizeigat adlı bir Müslüman, Arap-Bedevi kabilesi oluşturuyor. Bu kabile de Nijerya, Çad ve Sudan’a yayılmış bulunan Baggara adlı bir kabile konfederasyonun kolu. Bugün isyan halinde bulunan HDK’nın lideri Dagalo da bu kabilenin reislerinden birinin yeğeni olarak kariyerine başlamıştı.
Tayyip Erdoğan’ın da yakın dostu ve ideolojik kardeşi olan diktatör Ömer el Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) soruşturmasına uğrayıp iyiden iyiye köşeye sıkıştığı zaman, Kasım 2017’de Moskova’ya kadar gidip Rus diktatörü Putin’den himaye istedi. Talihe bakın ki o dönem Beşir’i kanatlarının altına almaya hevesli Putin de bugün Ukrayna’daki başarısız saldırganlığı ve rezilliğiyle çaptan düşmüş ve yine UCM’nin yakalama kararıyla yüzleşmiş sefil bir diktatör savaş suçlusu konumunda.
Wagner’siz katliam olmaz!
Putin’in paramiliter örgütü Wagner’in Sudan’a ilk defa el atması tam da bu döneme rast geliyor. Putin ve Wagner, Beşir’i elbette hayır için kurtarmaya çalışmamışlardı. İlgi alanlarının içinde Sudan’ın altın rezervleri ile Kızıldeniz kıyısındaki liman kenti Port Sudan’da bir Rus askerî üssü kurmak vardı. O dönem Beşir’in vurucu gücü olan HDK ve lideri Dagalo’nun, Putin ve Wagner’le ilişkisinin de bu çerçevede başladığı biliniyor.
3 Haziran 2019’da, Sudan’da demokratik halk eylemleri en üst seviyedeyken Hartum’da sivil protestocuları katleden güç, yine 2013’te HDK adını almış Dagalo’ya bağlı milislerden başkası değildi. 2021’de şu anki devlet başkanı Abdulfettah el Burhan’ın yaptığı darbede onunla beraber hareket eden Dagalo, Burhan’ın yardımcılığını kapmıştı. Bir nevi “Sudan Wagner’i” olarak tanımlanabilecek HDK, Libya ve Yemen’deki iç savaşlarda da çatışmış ve zamanla Dagalo’nun artan gücü de Burhan’ı korkutacak hale gelmişti. HDK’nın orduya entegrasyon görünümü altında tasfiyesinin ardında da bu korku vardı.
Bu, herkesin birbiriyle çatıştığı, kanın gövdeyi götürdüğü, halkın katliama, tecavüze, işkenceye ve köleleştirmeye uğradığı ortam işte böyle bir kabilecilik-Şeriatçılık-diktatörlük sacayağı üzerinde gelişti. Bu altyapıdan başka bir sonuç alınamaz. Ortada ulus yerine kabileler, laiklik yerine İhvancı Şeriatçılık, cumhuriyet yerine de dikta varsa netice budur.
Ve tüm kabileci, Şeriatçı diktatörlerin hamisi ve lideri konumuna gelmiş olan Rus oligarşisinin lideri Putin de bu tablonun tamamlayıcısı olarak, olan bitenin hem merkezinde hem de arka planında yerini almıştır. İsyancı milislerin arkasında geçmişte olduğu gibi şimdiki ayaklanma esnasında da Rus paramiliter örgütü Wagner’in olduğu, başta İngiliz The Telegraph gibi gazeteler olmak üzere Batı basınında dile getirilmeye başlandı bile.
Bizim basınımız ise yandaşıyla ve muhalifiyle, Rusya’ya ve Çin’e laf etmemenin yüksek (!) bilinciyle konunun “Wagner’siz iç savaş, katliam, savaş suçu olmaz!” diye adeta bağıran özünü görmezden gelmeye devam ediyor. Diğer taraftan Afrika’nın ve Orta Doğu’nun yeni sömürgecisi Çin’in bu olaya hangi boyutlarda müdahil olduğu henüz anlaşılmış değil.
Kısacası dünyanın her yerinde olduğu gibi Sudan’daki kabile “reis”lerinin, Şeriatçıların ve irili ufaklı diktatörlerin de üzerini biraz kazıdığımız zaman altından Putin-Wagner faşist şebekesinin çıkması hiç de şaşırtıcı değil.
Unutmayalım: Farklı koşullar altında da olsa aynı şey Türkiye açısından da geçerli. Wagner şimdilik sadece trolleriyle, internet korsanlarıyla seçimlere giden Türkiye sahasında olsa da gelecekte burada da kanlı roller üstlenmeyeceğini kim garanti edebilir? Belki şimdiden bir Wagner yetiştirmesi “HDK/Türkiye” vardır ama biz bilmiyoruzdur!