Nâzım Hikmet, Şeyh Bedreddin Destanı kitabına baskı aşamasında bir ek yazma gereği duyar. Süleymaniye Camisi’ne bakarak şu satırları yazar:
“Açılan öğle güneşinin altında Sinan’ın Süleymaniye’si bulutlara yaslanmış bir dağ gibiydi.
Evimin penceresiyle Süleymaniye’nin arası en aşağı bir saattir. Fakat ben onu elimle uzatsam dokunacakmışım gibi yakın görüyordum. Bu, belki, Süleymaniye’yi en küçük girinti ve çıkıntısına kadar ezbere, gözüm kapalı bile görebilmeğe alıştığım içindir.
Süleymaniye, benim için, Türk halk dehasının; şeriat ve softa karanlığından kurtulmuş; hesaba, maddeye, hesapla maddenin ahengine dayanan en muazzam verimlerinden biridir. Sinan’ın evi, maddenin ve aydınlığının mabedidir. Ben ne zaman Sinan’ın Süleymaniye’sini hatırlasam Türk emekçisinin yaratıcılığına olan inancım artar. Kendimi feraha çıkmış hissederim.
İşte bu sefer de, büyük Türk halk hareketi için yazdığım bir risalede unuttuğumu sandığım son noktayı ararken Süleymaniye’mizi, biraz önce yağan yağmurla yıkanmış, açan güneşin altında pırıl pırıl görünce aradığımı birdenbire buldum. Ferahladım. Bulduğumu hatıra defterimin son sayfalarında okudum. Ve anladım ki “ Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı” isimli risaleme; belki on satırlık, belki on sayfalık bir zeyl ( milli gurur) yazmak mecburiyetindeyim.”
Nazım Hikmet’e bu satırları yazdıran Süleymaniye Camisi’nin önüne bir bina yapılıyor. İlim Yayma Cemiyeti’ne ait olan inşaat durdurulacak mı? İstanbul’un bütün değerlerini, rant uğruna geri plana alan bu iktidarın ve yandaşlarının geri adım atmasını beklemiyorum.
Zeytinburnu sahiline yapılan üç gökdelenle Süleymaniye’nin ve İstanbul’un silueti zaten değişmişti. Bunun traşlanması gerektiğini Tayyip Erdoğan belirtti, ama bir değişiklik yapılmadı. Hatta mahkeme kararıyla binaların kanuna uygun olduğu tescillendi. “Biz İstanbul’a ihanet ettik, hala da ihanet ediyoruz, ben de bundan sorumluyum.” diyen Tayyip Erdoğan’ın uyarıları dikkate alınmamış olacak ki, ihanet süreci hala devam ediyor.
Her seferinde “yerli ve milli” kavramlarını kullanan, sürekli ecdattan bahseden bu cenah, konu beton ve rant olunca bunların hepsini unutuyor. “Ecdat yadigarı”na saygılıyız diyenler, tarihi eserler yok edilirken sessizliğe gömülüyorlar.
Mehmet Akif Ersoy’u dillerinden düşürmeyenlere, onun Süleymaniye Kürsüsünde manzumesini okumalarını öneririm. Haliç’ten Süleymaniye’ye bakarak, oraya kadar yürüyerek anlatır İslam aleminin içinde bulunduğu durumu. Şu dizeleri işin ciddiyetini anlatır: “Hadi gel yıkılım şu Süleymaniye’yi desen/ İki kazma kürek iki de ırgat gerek/Ancak hadi gel yapalım geri şunu desen/ Bir Sinan gerek bir de Süleyman”
Yahya Kemal Beyatlı’nın Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirinde verdiği milli duyguyu, birlikteliği göremeyenler, yalnızca bina olarak görenler, bu inşaatı yapabilirler. Yahya Kemal Süleymaniye Külliyesi’nin yerinin önemini şöyle anlatır: “Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, / Seçmiş İstanbul’un ufkunda bu kudsî tepeyi;/ Taşımış harcını gâzileri, serdârıyle, / Taşı yenmiş nice bin işçisi,mîmâriyle.”
Süleymaniye Külliyesi; Mehmet Akif’ten, Yahya Kemal’e, Nazım Hikmet’e kurulan bir bağdır. Bu bağı anlamayanlar, onun yapısını bozarak, ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. “ Milli gurur”un ne olduğunu üç şairimizde de görüyoruz.
Türkiye, İstanbul’u mütarekede dahi kaybetmedi. İstanbul’u savundu, işgali bitirdi. Açgözlülük ve rant İstanbul’u yeniden işgal etti. Bu gerçekten İstanbul’a yapılan bir ihanettir.