Geçtiğimiz haftalarda her gün sanki hemen yarın başlayacakmış gibi beklenen Suriye operasyonundan bir süredir ses çıkmıyor. Acaba Suriye operasyonu gerçekten rafa mı kalktı?
İç ve dış gelişmeleri, konu ile ilgili tarafların çıkışlarını, kurulan ittifakları göz önüne aldığımızda cevap evet. Görünen; AKP dış politikasının yeni bir çöküşüyle karşı kaşıya olduğumuz ve operasyonun zora girdiği.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından önce Batı İttifakı’na dönüş sinyalleri veren AKP, ardından iki cephe arasında denge politikası çizgisine geçmeye çalıştı. Fakat gelinen noktada bu tip bir “denge” politikasının Türkiye için sadece dengesizlik ürettiği görülmeli. Karşı karşıya gelmiş iki taraf arasında konuşma zemini olarak kalmayı başaran izafî tarafsız bir konumu sürdürmek, sadece “denge söylemi” kullanmakla olmuyor. Bunu gerçekten yapabilmek; reel siyasette, üstelik hem içeride hem de dışarıda dengeli ve tutarlı olmayı gerektiriyor. Ama AKP, tüm sahalarda bu özelliklerin semtinden bile geçemiyor.
Böylece terazinin denge noktasında, meselenin ağırlık merkezinde konumlanmaya çalışan dengesiz ve ağırlığı olmayan bir siyaset, kendini bir anda iki taraf arasında bir tenis topu gibi oradan oraya fırlatılırken bulabiliyor.
Suriye operasyonu söylemlerinin önce dozajının düşüp sesinin kısılması, şimdiyse yavaş yavaş unutulmaya/unutturulmaya terk edilmesinin ardında da bu sorunlar var.
ABD’nin ve Batı İttifakı’nın böyle bir operasyona sıcak bakmayacağı zaten baştan belliydi. Daha operasyon konu edilir edilmez de tavırlarını belli ettiler. AKP hariciyesi ise özellikle İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği konusundaki olumsuz tavrın, ikili bir olumlu etki yaratabileceğini düşünüyor gibiydi: Bir taraftan Batı’ya karşı koz, diğer taraftansa Rusya nezdinde şirin görünme imkânı. Fakat beklenenin aksine ne Batı bunu bir koz olarak sineye çekiyor ne de Rusya, bu mesele üzerinden Suriye’deki bir TSK hareketliliğine göz yumma eğilimi gösteriyor.
Hem neden böyle bir sonuç versin ki? ABD ve Batı İttifakı’nın tümü Suriye’de, PKK’nın oradaki kolu olan PYD-YPG’nin varlığını destekliyor. Burada yeni bir “Kürdistan” kurulması da programları dâhilinde. Fakat diğer yandan Rusya da aynı PYD-YPG merkezli projenin doğrudan destekçisi. Batı ve Rusya’nın Suriye’deki birinci tercihleri farklı. Batı’nın ilk seçimi PYD-YPG iken, Rusya’nınki Çar Putin’in Suriye’deki vasalı olma seviyesini artık aşamayacak olan Esat. Fakat Rusya da PYD-YPG ile sürekli bir destek ilişkisi içinde, Kürt bölgesi projesinin de diğer mimarı durumunda. Ve şu an çatışan iki tarafın burada hep anlaştıkları iki konu var: Türkiye’nin etkinliğini engellemek ve Kürt bölgesinin özerkliği ve ilerleyen dönemde “Büyük Kürdistan”a iltihakı.
Bu noktada Rusya’nın Suriye özel temsilcisi Lavrentyev’in Türkiye’nin operasyon yapması ihtimali üzerine 15 Haziran’da yaptığı “Akıllıca olmaz,” açıklaması anlam kazanıyor. Her zamanki gibi bir Rus geleneği haline gelmiş olan diplomatik nezaketten yoksun bu “akıllı olun” açıklamasına AKP cephesinden bir tepki gelmedi. Bu tehdit kokan çıkış, açıkça sineye çekilmiş oldu.
Fakat Rus emperyalistleri sadece tehdit ederek işin peşini bırakacak değillerdi elbette. Amerika merkezli Al Monitor’a dayanan ve Türk basınında da geniş yer bulan haberlere göre, Rusya, yanına İran’ı da alarak Esat ile PYD-YPG’yi barıştırıp Türkiye’ye karşı birleştirdi bile! İçinde YPG’nin, İran destekli Fatemiyoun adlı Suriye merkezli milislerin, Hizbullah’ın buradaki kanadının ve tabii ki Esat’a bağlı güçlerin yer aldığı bir ortak operasyon merkezi oluşturdular. “Kuzey Yıldırım” adını verdikleri öğrenilen bu operasyon merkezi ya da ortak karargâhın Türkiye’ye karşı kurulduğu kimse için sır değil. Bu “merkezin” komutasını da iki Rus, üç İranlı Devrim Muhafızı, üç PKK’lı ve iki de Esat subayı ortak olarak yapacak.
Buna paralel bir gelişme ise TSK’nın diğer sınır ötesi operasyon bölgesi olan Kuzey Irak’tan geldi. TSK’nın buradaki Zelikan Üssü’ne 17 Haziran’da yapılan saldırıları İran yanlısı El Ahrar adlı Şiî grup üstlendi. El Ahrar, Tahran yönetiminin Kuzey Irak’taki yeni “vekil” örgütü olmanın ötesinde İran’ın doğrudan, “vekil” aramadan Türk askerine saldıran sınır ötesi gücü durumunda. “Türkiye’nin Irak topraklarındaki askerî operasyonlar terör eylemidir. Bizim eylemlerimiz, Türkiye’nin işgalciliğine, Irak ve bölge güvenliğine yönelik tehditlere karşı meşru bir yanıttır,” açıklamalarında da bulunan örgütün ipi Tahran’ın elinde. Ama Tahran’ın ipinin de Moskova’da olduğunu da elbette bütün dünya gibi Ahmet Davutoğlu’nun yerini gayet güzel dolduran bizim “yeni stratejik derinlerimiz” de biliyor olmalı.
Diğer taraftan, Türkiye’nin Suriye’de girişmeyi düşündüğü operasyonun zeminin zayıfladığı bir diğer alan da Afrin. Rudaw Ajansı’nın haberine göre Afrin’in güneyi ve batısı Heyet Tahrir el Şam’ın (Suriye El Kaidesi) eline geçmiş durumda. Türkiye’nin on yılı aşkın zamandır beslediği ve fayda umduğu Suriye Millî Ordusu (ÖSO) ise kendi içinde çatışmakla meşgul, AKP ise bunları barıştırmaya çalışmakla…
Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir’in Ukrayna’ya silah satışı üzerine dün yaptığı açıklama artık ne ABD’ye ne Rusya’ya yaranabileceğinin bir göstergesi gibiydi:
“Türkiye, her iki tarafı da barış masasına çağırabilen yegâne ülke. Bir tarafa bir sürü silah gönderirken bunu nasıl yapabilirsiniz? Bu konuda artık çok daha dikkatliyiz.”
İki tarafa birden oynarken, iki tarafın birden antipatisini kazanmak acı bir şey. Ve bu dengesiz denge politikasının sonucu sadece Türkiye’yi küçük düşürmek oluyor.
Ve tüm bu tablodan görülebileceği gibi Suriye’ye operasyon söylemleri bir süre daha duyulabilir ama kuvveden fiile çıkması belki de hiç olmadığı kadar zor.