Dün basında yayınlanan iki haber Türkiye’deki sosyal atmosferin ger geçen gün nasıl değiştiğini tüm çarpıcılığıyla ortaya koyuyor. Bunlardan ilki Eskişehir’de düzenlenecek bir müzik festivalinin valilikçe yasaklanması.
Birçok ünlü sanatçının katılacağı 4 günlük etkinlik öncesinde Eskişehir Valiliği, “huzur ortamı ile kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, başkalarının hak ve özgürlüklerinin, genel asayişin korunması ile şiddet olaylarının yaygınlaşmasının önlenmesini” gerekçe göstererek konser ve şenlik gibi etkinliklerin 15 gün süreyle düzenlenmesini yasakladı.
Valiliğin yasak kararının ardından bir açıklama yapan şeriatçı Eskişehir Kardeşlik Platformu festivalde kızlı erkekli yatılı kalındığı ve alkol tüketildiği söylenerek yasağa destek verdi.
Eskişehir Valisi Erol Ayyıldız’ın geçtiğimiz günlerde İsmailağa tarikatına bağlı Hicret Derneği’ni ziyaret ettiği ve fotoğraf çektirdiği düşünüldüğünde, yasak kararının kimler tarafından talep edildiği ve “devlet kademesine” ulaştırıldığı ortaya çıkmış oluyor.
Devleti şeriat kanunlarına göre yönetmeye çalışan kadrolar ve onların “ılımlı” işbirlikçileri, gelebilecek tepkiyi gördükleri için niyetlerini açıkça dile getirmiyorlar. 20 yıllık İslamcı bir iktidara rağmen, laik bir Türkiye sosyolojisi var. Cumhuriyetin nimetlerinden faydalanan bir ulusu, örneği bolca görülen bir şeriat ülkesi haline getirmeye razı etmek kolay değil. Bu yüzden de iktidar olmalarına rağmen, “muktedir” olamıyorlar ve dürüst davranamıyorlar. Böyle bir yasağın gerekçesini açıklarken dolaylı yollara sapmaları bu yüzden. Müzik yasağını pandemiye bağlamaları da bunun için.
Ramazan ayında içki içerken fotoğrafını paylaşan bir Pegasus çalışanı için savcılığın “halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama” suçundan tutuklama istemesi de Türkiye’deki yeni düzenin başka bir örneği. Artık “Kimsenin hayatına karışmıyoruz.” tarzında gerçek olmasa bile göstermelik olarak dillendirilen söylemlerden bile vazgeçilmiş durumda. Dolmabahçe’deki çalışma odasından vapurdan inenleri izleyip giyilen kıyafetleri beğenmediğini ifade eden Erdoğan’ın üslubu, devletin resmi ideolojisi haline gelmiş durumda.
Tüm bu örnekler bir şekilde basına yansıyan olaylar. Oysa ülkenin her yerinde dinci baskı normalleşti ve kendisine yeni normlar yarattı. Bu yeni normlar dışına çıkanlar ise hedef gösteriliyor ve açıkça tehdit ediliyor. Sosyal medya ve devlet aygıtı da bu baskının aracı oldu.
Bunlar yaşanırken Tayyip Erdoğan’ın “anayasasın değişeceğini, millete güzel bir anayasa hediye edileceğini” dile getirmesi bir tesadüf değil. 20 yıllık bir AKP iktidarının önünde artık herhangi bir yasal engel kalmadığı, devlet kurumlarının tamamen partileştiği çok açık. Türkiye siyasi rejimi artık bir parti devlete dönüşmüş durumda. Ümit Özdağ gibi siyasetçiler sürekli devletin çok derin olduğunu ve derinlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin teslim olmadığını söylese de, o defterler kapanalı çok oldu.
Böyle bir ülkede Tayyip Erdoğan anayasadan “laikliği” çıkartır mı? Bence çıkarmaz. Sorunun kaynağı anayasanın nasıl yazıldığı değil, ortada iktidarın uyması gereken bir anayasanın varlığı. Koalisyonun küçük ortağı Devlet Bahçeli’nin dönem dönem “Anayasa Mahkemesi kapatılsın!” söylemi, iktidarın bakışını gösteriyor.
Ancak en baskıcı rejimler bile “parlementoculuk” ve “anayasacılık” oyunundan vazgeçmiyor. Tıpkı AKP Genel Merkezi’ne asılan dev Atatürk posterleriyle amaçladıkları gibi, böylesine bir düzeni meşru gösterecek araçları kullanmak da önemli.
Bu yüzden “kağıt üzerinde” laikliğin bir zararı yok. Anayasa rejimi temsil eden bir sembol değil, gerçek anlamıyla bir “kağıt parçasına” dönüşmüş durumda.
Kağıt üzerinde “laiklik” yazdığı için muhalefet laik bir ülkede yaşadığını düşünüp kendisini avutabilir, diğer taraftan da iktidar tarikatlar istediği için festivalleri yasaklayıp, içki içenler hakkında tutuklama kararı isteyebilir. İslamcı bir rejime mahkum edilip, laiklik kırıntılarıyla mutlu olan bir toplum pekala yaratılabilir.