Dün Tayyip Erdoğan, Temmuz 2017’den beri, yani 4.5 yıl sonra ilk kez Suudi Arabistan’ı ziyaret etti ve adına “seçim diplomasisi” diyebileceğimiz turda önemli bir dönemeci daha geçmiş oldu.
2 Ekim 2018’de, İstanbul’daki Suudi konsolosluğunda gerçekleşen gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler donma seviyesine gelmişti.
Suudi Arabistan’da Türkiye’ye yönelik yasal ve fiili ticaret yasakları sonucu dış ticaret 2021’de yok denecek seviyedeydi. Fındık ve demir-çelik gibi bazı malların transit ticareti ile ara ülkeler üzerinden Suudi Arabistan’a görünenin dışında ihracat da yapılmadı değil. Ancak Türk malı almamanın “vatan görevi” olarak dayatıldığı ve teşvik edildiği ülkede hiçbir ara formül dış ticareti bitme noktasına düşmekten kurtaramazdı.
Erdoğan’ın Suudi Arabistan’da yaptığı açıklamalar birçok kalemde ticareti eski hacmine kavuşturmak ve Suudilerin güvenlik kaygılarını gidermeye yönelik iki temel hedefte toplanıyor.
İçerideki sonuçları bakımından “seçim diplomasisi”nden bir ekonomik sonuç bekleniyor. Zamanında yapılacağını var sayarsak seçimlere bir yıldan biraz fazla zaman kaldı. AKP sineğin yağını çıkarırcasına, tıkanıklığı giderilen bu ekonomik pencerenin manzarasını tribünlere göstermek ve vatandaşın cebinde somut bir sonuç hissettirmek istiyor.
Ama bundan ne kadar randıman alırlar, bilinmez. Son bir yılda yarı yarıya eridiği kesin olan alım gücü’nü Körfez’le ticaret kurtarır mı, göreceğiz. Fakat bakanların yarısını Riyad’a götüren Erdoğan’ın beklentisinin de büyük olduğunu görebiliyoruz.
Siyasi yönden, bölgedeki en büyük oyuncuya ulaşıldı. Erdoğan’ın ifadesiyle “Körfez Bölgesi’ndeki kardeşlerimizin istikrarına ve güvenliğine kendi istikrar ve güvenliğimiz kadar önem vermek,” Yemen’deki Husi meselesinden Lübnan Hizbullah’ına ve Filistin’de Hamas’a kadar, İran’ın tüm vekil cephelerinde “gerekli tavrı” en azından uzun vadede almayı gerektirebilecek bir taahhüt. Rusya’nın total içe çöküşüyle de uyumlu bir hareket.
Fakat en ağır düşmanlıkların üstüne 180 derece dönüp BAE, İsrail ve Mısır’a çeşitli tavizlerle yaklaştıktan sonra dış politika itibarımızın eskisi gibi olacağını söylemek çok zor. Tam olarak, 4 yıl önce Erdoğan’ın bastıra bastıra “enayilik” olarak tanımladığı şey yapıldı. Kaşıkçı cinayetinin sanıkları, akıbetleri ne olacak diye sorulmadan teslim edildi.
Tam anlamıyla egemenlik hakkını satmak anlamına gelen bu hamlede kilit rolü üstlenen Adalet Bakanı Bekir Bozdağ olmuştu. Bozdağ’ın bu ve bunun gibi “projeler” uğruna Abdülhamit Gül’ün yerine oturtulduğu söyleniyor. Diplomatik temaslarda nispeten az bulunan bir bakan olarak Bozdağ’ın bu ziyarete dâhil edilmiş olmasının bir amacı var. Kocaman bir “Aferin!” almak. Komşularla sıfır sorundan alıp değerli yalnızlığa, oradan da Avrasyacılık ile yuvarlana yuvarlarına bizi getirdikleri yer; dünyada sıfır itibar.
Tabi işin bu kısmı Erdoğan’ın umurunda değil. Çünkü onun aldığı nefes bile seçime ayarlı. Seçim kanunundaki değişiklikten, milyonlarca insana Osman Kavala üzerinden “idam” ipi sallamaya, yeni medya düzenlemelerinden bu diplomatik hamlelere kadar her şeyin odağı artık seçim.