Trump ikinci başkanlık dönemine başlar başlamaz; Ocak 2018’de başlattığı ticaret savaşlarına kaldığı yerden devam ettireceğini duyurdu.
Bu açıklama üzerine ABD’de ve tüm dünyada aynı tekerleme yine piyasaya sürüldü: “Ticaret savaşının kazananı olmaz.”
“Ticaret savaşlarının kazananı yoktur” diyenler ya çok cahildir ya da herkesi cahil sanan Acemoğlu tarzı kurnazlar tayfasındandır. Azıcık iktisat tarihi bilen ticaret savaşlarından en az bir tane muzaffer ülke çıkacağını bilir. Başta herkes kaybediyor gibi gözükse de, mutlaka nihai “kazananı” olur. Kazanan batmayandır. En güçlü çıkandır.
Kazanan yokmuş. Niye ki? Örneğin daha ilk haftadan Trump bir şeyler kazandı. Panama Çin’in “Kuşak Yol Projesi” ile işbirliklerini gözden geçireceğini söyledi. Kanada ve Meksika ise Trump’un sınırlar ile ilgili taleplerini kabul etti, karşılığında bu ülkelere karşı gümrükler bir ay ertelendi. Alman; Kore ve Japon otomobil tekellerinin bir kısmı ise fabrikalarını ABD’ye taşımak için çalışmalar başlattıklarını açıkladılar. AB’nin şimdiden kayıpları olacak gibi görünüyor. Bakalım AB pazarını Amerikan ürünlerine kapatabilecek mi? Olabilir. En azından yine “tekel davalarını” devreye sokabilirler.
Çin lideri Şi ise gelişmelere karşı “ticaret ve bilim teknik savaşlarının kazananı olmaz” ezberini yineledi. Ama Çin de “Google” ile ilgili kendi ülkesinde 2010 yılında açılmış olan tekel davasını canlandırmaktan geri kalmadı.
Diyelim ki öyle olsun. Ticaret savaşından tüm ülkeler kaybetsin. O zaman en çok kaybeden yenilmiş, en az kaybeden kazanmış sayılır. Kazanan da bir sonraki “serbest” ticaret döngüsünde, kendi oyun kurallarını dayatır.
Zaten dünya kapitalist sistemi hiçbir zaman “serbest ticaret ile herkesin kazandığı” bir sistem olmadı. Tarihe baktığımızda ticaret savaşları ve bunların yol açtığı silahlı savaşlar dönemleri vardır. Sonra savaşın kazananı bir müddet kendi “serbest ticaret” rejimini oturtur. Ona tabi olan rakipleri, ortakları ve bizim gibi en alt ligdeki sömürge ve yarı sömürgeler bir müddet yeni “barışçıl dönemi” kabul ederiz.
Sonra statüko yine zorlanır. Arkadan gelen biri en tepedekine yetişir. Ya da kimse en tepedekine yetişmez ama tepedeki geriye düşer. Haydi bakalım! Döngü yine başlasın. Ticaret savaşı – bildiğin savaş – kazananın belirlediği şartlarda yine “barış”.
Adı üstünde “savaş” bu! Savaşlarda herkesin bir şeyler kaybedeceği genel geçer doğru değil mi? Ama yine de binlerce yıldır insanlık tarihinde hiçbir güç “ya savaşın kazananı olmaz, gidip bunları ezmeyelim” demedi. Ticaret savaşının da, askeri savaşın da kazananı bal gibi olur! Mesele şu; kazananı kim olur?
Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce de liberaller ve başta Kautsky olmak üzere Sosyal Demokratlar “uluslararası ticaret savaşları imkânsız hâle getirdi, herkesin çıkar ortaklığı var” tezini savunuyordu. Bu ultra-emperyalizm tezlerinin üzerinden daha birkaç yıl geçmedi ki; Birinci Dünya Savaşı çıktı. Sonra yine aynı saçmalık… “Birinci Dünya Savaşı o kadar büyük bir yıkım yarattı ki artık bir daha burjuvazi böyle bir şeye izin veremez.” Sonra İkinci Dünya Savaşı.
İktisat kuramında “oyun teorisi” şimdilerde çok revaçta. Karmaşık matematiksel hesaplarla serbest piyasa, oligopol piyasa ve monopol piyasa koşullarında kazanan, kaybeden senaryoları yazıyorlar. Bu matematik indirgemeyi politik-ekonomiye uygulayan vasat zekâlı akademik kurnazlar da eski liberal palavra için “amprik” verilere yeni parlak yöntemlere başvuruyorlar. Efendim ticaret savaşlarının olduğu dönemlere bakmışlar. Hep şu sonuca ulaşmışlar. Herkes aynı anda kaybediyormuş. O zaman oyun teorisine göre ticaret savaşına hiçbir aktör başvurmamalıymış.
Tabii ya. O yüzden İngiltere 1846’ya kadar kendi sömürgelerinden bile ülkesine tek bir tüketim maddesi girmesine izin vermedi. Veya Almanya ulusal birliğini kurar kurmaz 200 yıl gecikmeyle en kabasından merkantilizm ve gümrük korumacılığı uyguladı. Japonya da aptal, Meiji Rejimi ülkeyi tüm yabancı tüccarlara kapatmış. Çin de aptal! Küreselleşme ve “serbest ticaret” rejiminden en çok kazanan ülke olmasına rağmen, kendi sanayilerini korumak için en sert korumacı önlemlere başvurmuş. Güya ülkeye yabancı ürünlerin girmesine izin vermiş. Ama para birimini hep değersiz, Çinli üreticinin zararlarını finanse etme pahasına yerli ürünleri hep ucuz tutarak; fiilen iç piyasayı yabancılara kapatmış.
Kısacası Çin bu “ticaret savaşını” yıllardır yürütüyor, hem de tüm dünyaya karşı. Trump “şimdi biz de yapacağız” deyince, Şi “ama bu işin kazananı olmaz” diye 200 yıllık köhne liberal vaazı vermeye çalışıyor. Kazananı yoksa sen niye yapıyorsun?
Bir de bu dersi ABD Başkanına vermeye kalkmazlar mı? Ticaret savaşları ve hatta bildiğin dünya savaşları olmasıydı; ABD bugünkü ABD olabilir miydi? Adamlar ta 1800’lerin başında emperyalist arenaya “Monroe Doktrini” ile girdi. “Amerika Amerikalılarındır.” Yani Kuzey ve Güney Amerika’ya Avrupalı sömürgeciler artık giremez çünkü burası benim ticari havzam. Dünya Savaşları sayesinde de İngiltere’yi koltuğundan ettiler.
Savaşların kazananı yokmuş! Hele bir de Almanya’ya sorun bakalım bunu. Kendilerini kaybetmiş hissettikleri kesin. Ama herhalde “aslında ABD ve Sovyetler de kazanmış sayılmaz” demiyorlardır.
Neyse biz bugüne 2025’e dönelim. Biden 2020’de iktidara geldikten sonra Trump’un Çin’e yönelik korumacı önlemlerini azaltmadı, arttırdı. Bu süreç Trump’un çılgınlıklarına yorulacak bir süreç değil.
Peki, kim kazandı şu ana kadar ABD-Çin restleşmesinden? Trump’un Çin ile restleşmeyi başlattığı 2018’de ABD’nin Çin’e dış ticaret açığı 418 milyar dolardı. 2024’e geldiğimizde Bu açık 295 milyar dolara düşmüş. Yani Çin’e bağımlılık bariz azalmış. Ama ABD Çin ile açığımı kapatacağım derken, yeni ticari ortaklarına daha fazla açık vermiş. Bu süreçte toplam dış ticaret açığı 870 milyar dolardan 1 trilyon 202 milyar dolara çıkmış.
Çin ise ABD’de kaybettiği piyasalara ikame piyasalar bulabildi. Toplam ihracatı düşmedi ancak AB, Hindistan ve Güneydoğu Asya ülkeleri de ABD’den sonra gümrükleri yükseltmeye başladı. Tüm dünyada uluslararası ticaret daralırsa, hakikaten Çin çok kötü bir duruma düşebilir.
Bu savaşı kim kazanır? ABD mi Çin mi? Ticaret savaşlarında ekonomisi ve sanayisi ihracat ağırlıklı ülkeler kaybeder. İhracat, Çin’in milli gelirinin %20’sini; ABD’nin ise sadece %11’ini oluşturuyor. Ayrıca ABD’de kişi başına yıllık gelir 82 bin dolar iken, Çin’de bu oran 13 bin dolar. Yani dünya piyasaları daraldığında, ABD sanayisinin satış yapabileceği çok daha zengin bir iç pazarı var.
Bunlar Çin’in ticaret savaşındaki dezavantajları. Avantajlar? ABD’li liberallerin söylediği gibi ticaret savaşı ABD’de enflasyonu arttırabilir, büyümeyi yavaşlatabilir. 4 yılda bir seçim yapılan ülkeyi bir arada tutmak daha zordur. Çin’in totaliter rejimi sanki avantaj gibi duruyor.
Ve ben kendi fikrimi söylüyorum. Ticaret savaşı denizde yürütülür. Kimin daha çok uçak gemisi varsa o kazanır. Ekonomik bir savaş değil bu. Askeri-politik-ekonomik bir savaş.
Buyurun basit bir örnek. ABD Başkanı Panama’ya tehdit ettikten sonra, Çin uçak gemilerinden oluşan bir filoyu yola çıkarabildi mi? Hayır. Çıkarsaydı ne olurdu? Panama Başkanı başka konuşurdu. Çıkaramayınca başka konuştu.
Bugün dünyada toplam aktif uçak gemisi sayısı 50. Bu gemilerin 11’i ABD donanmasına ait ancak ABD’nin 11 gemisinin toplam uçak taşıma kapasitesi geri kalan ülkelerinkinden fazla. Çin’in şu anda 3 uçak gemisi var ancak bu 3 geminin toplam uçak taşıma kapasitesi ancak ABD’nin bir gemisi kadar ediyor.
Uzun lafın kısası Çin’in ticaret savaşı kazanması için, ticaretten çok uçak gemisi yapması gerekiyor. Yoksa değil Panama Kanalı; burnunun dibindeki Malakka Boğazı’ndan bile ticaret gemisi geçiremez hale gelebilir. Bu da Çin bütçesine daha çok yük, ihracatına da daha çok maliyet demektir.
Çok karmaşık bir denklem yok. Denizlere hâkim olan ticaret savaşını kazanır. ABD kendiliğinden “tepetaklak” olmaz. 11 uçak gemisini 12 uçak gemisi yenebilir. Ve ticaret savaşları da böyle kazanılır. “Ticaret savaşının kazananı olmaz” diye isteyen de kafasını kuma gömebilir. İhracata dayalı büyüme, “mucize yaratma” dönemi kapandı. Bu işin feriştahı olan Almanya, Japonya bile 20 yıldır durgunluk bataklığına gömüldü. Çin zaten Üçüncü Dünya, Dördüncü Dünya’nın yeni “mucizelerinin” önünde en büyük engel…
Ha Türkiye’ye ne olur? AKP Türkiye’yi, adeta Çin’in ticari AB’nin sanayi sömürgesi yaptı. Türkiye Çin ile ticaretinde 2024 yılında tam 42,5 milyar dolar açık verdi. AB’ye ticaretimiz nispeten daha dengeli ama zaten AB için Çin ile olan bu açığa adeta katlanıyoruz. Zincir ülke olmuşuz. Türkiye sanayi, şu anda Çin’den ithalat AB’ye ihracat yapmaya tamamen bağımlıdır. Ucuz işgücü sömürüsüne dayanan bu ihracatın bedeli ise her yıl on milyarca dolar cari açık. Çin’in ve AB’nin ekonomilerini finanse ediyoruz. Şimdi bu ticaretimiz bile tehlikeye girdi.
ABD ve Çin savaşından en çok AB kaybedecek gibi görünüyor. Şimdiden AB sermayesi fabrikalarını ABD’ye taşımayı planlıyor. Bu Türkiye sanayisi için yıkım olacaktır. Zaten AKP’nin hangi tasarısından, planından ülkeye bir fayda gelmiştir ki! Beton ekonomisinin getirdiğinden daha da kötü bir yıkımı; “ucuz tl, ucuz işgücü” stratejisiyle gerçekleştirilmek istenen sanayileşme mucizesinin (!) çöküşüyle görebiliriz.