21 Mayıs 2024 (Salı) günü, Ankara’daki ‘Türk – Japon Vakfı’’nda, Türk – Japon diplomatik ilişkilerinin 100. yılı dolayısıyla, bir anma toplantısı düzenlendi…
ODTÜ’den Prof. Dr. Hüseyin Bağcı’nın moderatörlüğündeki, ‘Türkiye Cumhuriyeti Tokyo Büyükelçilerimizin Gözünden Türkiye – Japonya Diplomatik İlişkilerinin Yüz Yılı’ konulu panele, Türk Büyükelçiler (Sn.): Necati Utkan, Selim Sermet Atacanlı, Serdar Kılıç, Dr. Ahmet Bülent Meriç, Doç. Dr. Hasan Murat Mercan ve (Japonya’nın Türkiye Büyükelçisi) Takahiko Katsumata katıldılar…
(Oran’da komşu olduğumuz için!) Ailecek katıldığımız toplantıdan kimi çıkarımları, toplantıya katılamayan ilgili arkadaşlara iletmek amacıyla, durumu şöyle özetleyeyim:
Türk – Japon diplomatik ilişkileri, 1924 yılında (07 Temmuz’da) başlatılmıştır… Büyükelçilerimizin, ittifakla belirttikleri üzere, Türk – Japon ulusları arasındaki ilişkiler, Türk Orta Asya tarihine ve (M.S. 6. ve 7. yüzyıllardaki) Çin İmparatorluğu ile olan ortak (karşıtlık) ilişkilerine dek götürülebilmektedir. İki ulus arasındaki ilişkiler, tarih boyunca (hiçbir vakit fiilî savaşa dönüşmemiş olarak), karşılıklı dostluk ilişkileri olarak şekillenmiştir. Devletler arasında, kimi zaman, (özellikle 19. yüzyıl sonlarında ve I. ve II. Dünya savaşları sırasında) Japonya’nın emperyalist dönemindeki Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı politikası ilişkilere bir parça mesafe getirdiyse bile, uluslar, birbirlerine karşı düşmanca duygular beslememişlerdir…
Tüm büyükelçilerimiz, diplomatik kariyerlerinin en huzurlu ve rahat (3-4 yıllık) dönemlerini, Japonya’da geçirdiklerinden, övgü ve iftiharla bahsetmişlerdir…
Ancak, hepsi de, Osmanlı Devleti ve Japonya arasındaki ilişkilerin, bir fâcia ile başladığını belirtmişlerdir: ‘Ertuğrul Fırkateyni Fâciası’!
Neydi bu olay?
Anımsayalım:
14 Temmuz 1889 tarihinde İstanbul’dan yola çıkıp; Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’in, hem Osmanlı Halifesi olarak, izlediği ‘Pan-İslâmist’ siyaset çerçevesinde, o sırada Batılı (yâni İngiliz) sömürgeci güçlerin tehditleri altındaki (geminin rotasındaki, yâni Süveyş Kanalı, Cidde Limanı, Yemen, Hindistan, Sri Lanka, Singapur, Saygon, Hong Kong, Nagasaki ve Kobe Limanları rotasındaki) Asya ve Uzak Doğu Müslüman ülkelerindeki halklara bir ‘Osmanlı güvencesi’ vermek, hem de, 1887 yılında kendisini ziyaret eden (ve II. Abdülhamit’in misafirperverliğine teşekkür için, Japon İmparatoru’nun, padişaha ‘Krizantem Nişanı’ hediye etmesine yanıt olarak, Japon İmparatoru’na ‘İmtiyaz Nişanı’ götürmek ve) Japon Prensi Komatsu Akihito ve eşinin ziyaretine karşılık vermek üzere, Fırkateynin başçarkçısı İngiliz Binbaşı Harty Bey’in ve kimi (Türk) Bahriye Nezareti yetkililerinin, geminin eski ve teknik açıdan yetersiz olduğunu belirtmelerine de karşın (!), Osmanlı Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın anlaşılmaz ısrarıyla (ki, bu zat, damadı Albay Osman Bey’i de, anılan gemi komutanlığına atamıştır!),Japonya’ya gönderdiği,(1874 yılında İstanbul Tersanesi’nde inşa edilmiş olan ve 79 metre boyunda, 15,5 metre eninde, 600 beygir gücündeki) ‘Ertuğrul Fırkateyni’nin, 3 ay kadar Japonya’nın Yokohama Limanı’nda kaldıktan sonra, (Japonların tayfun mevsimi uyarılarına karşın!) dönüş yolunda, şiddetli bir rüzgârla, Oşima Burnu kayalıklarına çarparak batması neticesinde, gemi komutanı Osman Bey, gemi süvarisi Yarbay Âli Bey ve 54 subayın da içinde bulunduğu 526 mürettebatın, şahadeti olayıdır!
Korkunç kazada, sadece 69 kişi kurtulmuş olup, bunların çoğu da, yaralı durumdaydı!
Ertuğrul Fırkateyni’nin süvarisi Yarbay Âli Bey, (Kemalist) Türk eğitim sisteminin ünlü kurucusu, Millî Eğitim Bakanı’mız Hasan Âli Yücel’in, anne-dedesidir! Bakanımız, bir yazısında, elim olaydan şöyle bahseder: ‘Subay, er, beş yüz elli kişinin hayatına mal olan Ertuğrul seferi, boş yere, Türk milletinin yüreğine saplanmış zehirli bir ok değildir. Bu türlü ihmallerin, yalanların ve şahsî menfaat düşkünlerinin tek kaynağı, devrin tek kudret sahibi olan padişahına hoş görünmekle yetinip, millet sevgisi ile vatan bağlılığından yoksun kalmaktır!’ (Bkz.: Hasan Âli YÜCEL, Hürriyet Gene Hürriyet –II- [Derleyen: Canan YÜCEL ERONAT], Ankara: Kültür Bakanlığı Yayını, 1998, ss. 697-698.)
Bu elim kaza, Türk ve Japon uluslarını, birbirlerine bağlamıştır…
Daha sonra da, bir deprem ülkesi olan Japonya, yine bir deprem ülkesi olan Türkiye’ye, son yüzyıllık zaman içerisinde yaşamış olduğu deprem fâcialarında, deprem-önleme-ustası bir ülke olarak, hem iyi-örnek olmuş, hem de, elinden geldiğince, teknoloji alanında, yardımcı olmuştur!
Yâni, fâcialar, iki ülkeyi, birbirine yaklaştıran olaylar olmuştur!
Sadece Büyükelçi Dr. Meriç, Japonya’nın; Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş döneminde, Sevr ve Lozan Antlaşmaları sürecinde, ‘Osmanlı Kapitülasyonu’ arayış ve isteğinde bulunduğunu belirtme cesaretini gösterebilmiştir! (Kendisini, kutlarım…)
Japonya’nın, 1600-1868 yılları arasındaki (3 yüzyıllık içe-kapanmacı) ‘Tokugava’ dönemi ile, ABD’nin baskısı ile imzaladığı 1854 tarihli ‘Dostluk ve Ticaret Antlaşması’ neticesinde girdiği dışa-açılma dönemi ve Batılı ulusların eriştiği medeniyet seviyesini hedefleyen ‘1868 Meiji Restorasyonu’ ile (ki, Osmanlı da aynı tarihlerde, ‘Tanzimat’ ve ‘Meşrutiyet’ yönetimiyle güya, ‘feodalite’ye dokunmaksızın, aynı hedefi güdüyordu?), Batılı tarzda örgütlenerek, muazzam bir siyasal, ekonomik ve askerî kalkınma sağlaması ve bunun da sonunda, kendisine örnek olarak, Bismarck Almanya’sını alıp, emperyalist ülkeler arasına katılması, Mançurya ve Kore Yarımadası’nı hedefleyerek, Rusya’yla ve Çin’le savaşması, bunları yenmesi, sonunda da, II. Dünya Savaşı’nda, ABD’yle, (07 Aralık 1941 tarihinde, Hawaii adalarındaki Pearl Harbor Amerikan Deniz Üssü’ne düzenledikleri âni saldırıyla, Amerikan Donanması’nı savaş-dışı bırakarak!) savaşa girişmesi ve ABD’nin 08 Mart 1945’te, Japonya’yı istilâya başlaması, 09 Mart 1945’te, Amerikan B-29 bombardıman uçaklarının Tokyo’yu yerle bir etmesi ve sonunda, Hiroşima’ya, 06 Ağustos 1945’te (ABD tarafından) atılan atom bombası ve 3 gün sonra da, 09 Ağustos 1945’te, Nagasaki’ye atılan ikinci atom bombası ile, (Nagasaki’deki 240 bin kişinin 74 bininin ölmesi ve binaların da %36’sının tamamen yıkılması neticesinde!), Japon İmparatoru Hirohito, 15 Ağustos 1945’te, ulusal bir radyo aracılığıyla, Japon halkına, Japonya’nın İttifak kuvvetlerine koşulsuz teslim olacağını ilân etmiştir!
02 Eylûl 1945’te, teslim belgeleri, Tokyo Körfezi’ne demirli bulunan (Amerikan) Missouri savaş gemisinde imzalanmıştır! Aynı gün kurulan (işgâlci!) ‘Müttefik Kuvvetler Yüksek Komutanlığı’na, General Douglas MacArthur atanmıştır… Bu tarihten yedi yıl sonrasına kadar, Japonya, işgâl ve reformlar politikasına tâbi olmuştur…
Ve, Sn. Hakan GÖNEN’in (Ankara Üniversitesi – Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladığı ve Aralık 2007’de, Ankara’da, Alp Yayınevi’nde yayınladığı: “Modern Japonya’nın Ulusal Güvenlik Arayışı” başlıklı güzel kitabında belirttiği gibi), ‘işgâl güçlerinin demokratikleştirme ve askersizleştirme amaçları, büyük bir sarsıntı geçiren (ve artık savaşmak istemeyen!) Japon halkının psikolojisiyle de örtüştürülerek, başarılı bir işgâl dönemi’ sonrasında (s. 72), 28 Nisan 1952 tarihinde imzalanan ‘San Francisko Barış Antlaşması ve Güvenlik Antlaşması’yla, Japonya’daki 7 yıllık işgâl dönemi sonlandırılmış ve Japonya, egemen bir ülke olarak, uluslararası topluluğa geri dönmüştür!
Amerikan hükûmeti, bundan böyle, (günümüze değin!) artık, ‘işgâlci güç’ değil, bir ‘ağabey’ rolü oynayacaktır! (S. 88.) (Hâlâ da oynamaktadır… Ama, Japonya, bugün, ekonomik gelişmişlikte, dünya üçüncüsüdür!)
Evet; işte böyle…
Şimdi, dostlar, sizler bu kadarcık bir özetlemeyle bile, şuracıkta karar verin; büyükelçilerimizin birisi dedi ki: ‘İki ülke de, tarihlerinde hiç sömürge olmadılar?!’ (Denilenlere göre) İkisi de Batılılaşmaya çalıştı; eğitim reformları yaptılar… (6 milyar dolarlık bir ticaret hacmi çerçevesinde!) Japonya bize, sınâî ve teknololoji ürünleri satıyor, biz ise, onlara, (kısıtlı olarak!) portakal, fındık, fıstık, narenciye ürünleri?!
İki ülke ulusları, birbirinden çok hoşnutlar!
‘Yaşasın Türk – Japon Dostluğu!’ diye bağladı, (40 yıl önce ilk kez Türkiye’ye gelmiş ve ’40 yıllık hatırlı kahveyi içmiş’ olan!) Japonya’nın Türkiye Büyükelçisi Katsumata, toplantıyı…
Moderatör Prof. Dr. Bağcı ise, akademik hayatında üç kez Japonya’ya gittiğini, iki gün önce Çin’den geldiğini belirtti… Ve, kurulması mutasavver ‘Türk – Japon Üniversitesi’nin kurulma çalışmalarının hızlandırılması gerektiğine dikkât çekti! (Katsumata, ise, bir dinleyicinin, ‘niçin Japonya, Türkiye’de daha fazla okul, üniversite, bölüm açmıyor?’ sorusuna, ‘şu anda, Türkiye’de sekiz üniversitede, Japonca Bölümü var!’ diye yanıt verdi…)
İyi toplantıydı, yâni…