Degil mi ki, bu ülkede bir Mustafa Kemal ATATÜRK yaşamıştır; bütün Türk çocuklarının aradıkları huzuru ve barısı ve uygarlık dolu zamanları bulmaları, tarihsel olarak ân ve süreç meselesidir!
Kemalizm (Atatürkçülük), 20. yüzyılın ilk yarısında, Mustafa Kemal’in güçlü önderliğinde, teokratik – mutlakiyetçi Osmanlı’nın kozmopolit yapısından arta kalan Anadolu Türkü’nün o zamana dek kötü akan yazgısını tersine çeviren büyük düşünsel ve eylemsel olgunun adıdır! Eylem yönü, esir alınmak istenen Anadolu’yu çiğnemeyi ve sömürgeleştirmeyi hedefleyen dış (Batılı Emperyal) düşmanlara ve (onların destekçisi) içerdeki padişahçı – hilâfetçi kesimlere karsı verilen bir savaş olmasıdır. Ama, dahası da vardır: Ulusça verilen amansız mücadelenin sonunda, doğrudan uygulamaya konmuş bir düşünce dizgesidir! Ve sadece Türk ulusuna ve onun toplumsal yapısına uygun olmakla kalmaz, diğer tüm sömürülen uluslara da örnek olarak tasarlanmış ve uygulanmış örnek bir (emperyalizmden) ‘kurtuluş modeli’dir… (Bkz.: Doç. Dr. Kemal ARI, Atatürk ve Aydınlanma (3. Basım), İzmir: Yakın Kitabevi, Şubat 2010, s. 235.)
Değil mi ki, Atatürk, tebaayı yurttaş, kulu birey yapmış bir aydınlanmacıdır; her Türk çocuğu, kendisine (devletçe) sağlanacak eşit yetişme olanaklarından, özgürce yararlanacaktır! Oysa, Türk ulusu kanlı bir kurtuluş savasının içindeyken, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını âsi ilân edip, idamlarını emreden ve savaş sonunda, isgâlci İngilizlerin gemisine sığınıp, ülkesinden kaçan hain Sultan Vahidettin: ‘(Bu) Millet bir koyun sürüsüdür; onu güdecek bir çoban lâzımdır, o da benim!’ diyen bir soysuzdur?! Atatürk’ün onun sözlerine karşılık olarak dediği ise sudur: ‘Millete efendilik yoktur, hizmet etmek vardır!’ Üyesi olmakla gurur duyduğu Türk ulusunu yücelten yüce bir ‘demokrat’tır, Atatürk! (Arı, Atatürk ve Aydınlanma (..) a.g.y., s. 237.) Çocukluk arkadaşı Nuri Conker’in, Atatürk’ün çocukluğundan söz ederken, ‘o, bakla tarlasında karga çobanlığı ederdi!’ demesini gülerek karşılayan Atatürk’ün ünlü saptamasını anımsayalım: ‘Bana insanlar üstünde bir doğuş atfetmeye kalkışmayınız. Doğuşumdaki tek fevkalâdelik, Türk olarak dünyaya gelmemdir!’ Bireysel varoluş öyküsünü, Türk-toplumsal varoluşundan kaynaklı ve de yalnızca ona-hedefli gören kurucu-atadır, Atatürk!
Değil mi ki, Atatürk, son bir gayretle, Sultan Vahdettin’i bile, Türk’ün düşmandan kurtuluş mücadelesine katmaya çalışır Ve ona sormuş olduğu: ‘Eğer bu memleketin hürriyet ve istiklâli tehlikeye düşer ve milletin birliği tehdit edilirse, galiplerin her şartını kabul etmekle yükümlü mü olacağımız tahmin buyuruluyor?’ sorusuna aldığı: ‘Her ne hâl olursa olsun, kuvvete müracaat cinnet olur. Sonra taht-ü saltanatımız tehlikeye girer!’ sefil yanıtına karşılık, su sözleri (anıtsal bir heykel güzelliği içinde) sarf etmiştir: ‘O gün anladım ki, padişahlar, milletlerinin kaderini değil, ancak SAHIS larının HUZURUnu düşünürler. O gün Türkiye’yi Cumhuriyet’in kurtaracağına tamimiyle iman ettim!’ (Bkz.: Niyazi Ahmet BANOGLU, Nükte ve Fıkralarla ATATÜRK, İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevleri, 1978, s. 222.) Evet, ulusun yazgısına karşılık, ‘sahsının huzuru’nu düşünen Osmanlı Saltanat dizgesini yıkan ADAM’dır, Mustafa Kemal Atatürk!
Kemalist Cumhuriyet’in çocuklarından olan Çelik’ler, ‘Türk ulusu bireyleri ve yurttaşları’ olarak, ‘Şahıs Saltanatları’na karsı olarak yetişmişlerdir ve de yetişeceklerdir!
‘Şahıs’ mı, ‘millet’ mi?
Başka bazı yazarlar yanı sıra, ‘Cumhuriyet’ gazetesi yazarı Prof. Dr. Emre Kongar da, (seçilmiş) ‘Cumhur-Baskan(ı)’ Erdoğan’ın, su ânda ‘Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’ adı altında sürdürdüğü (otoriter) ‘Tek Adam Rejimi’ni, ‘(ucûbe) Sahsım Devleti Rejimi’ olarak tanımlamaktadır! Genel ekonominin, üretimsizlik, tüm Kemalist sanayinin talan boyutunda özelleştirilmesi ve yabancılaştırılması, (AKP’li) yandaş 5-altyapı-müteahhidi-firmanın soygun düzeyindeki yap-işlet-devret projeciliği ve inşaatçılığı, işsizlik, süper enflasyon, yasam pahalılığı, enerji ve petrol faturalarının ödenemez tutara yükselmesi, tüm ulusa yaygın borçluluk ve yoksullaşma görüngüleri eşliğinde tam anlamı ile çöküşünün gösterdiği üzere, bu dizge, artık yurttaşların eziyet ve intihar boyutunda algıladığı bir düzeye gerilemiştir?! Bu durumu değerlendirmek üzere, (12 Şubat 2022 günü, Ankara’da) bir araya gelen (AKP MHP’li) ‘Cumhur İttifakı’ karşıtı (CHP-IYI Parti liderliğindeki) ‘Millet İttifakı’nı oluşturan 6 (muhalif) parti, Erdoğan’ın ‘Şahıs Devleti’ni seçimle yenmek/alt etmek üzere (!), kamuoyu önünde söz birliği yapmışlardır! ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem(e Dönüş için) Mutabakat Metni’ hazırlamış olan ‘Millet İttifakı’, ‘kuvvetler ayrılığının tesis edildigi güçlü, özgürlükçü, demokratik, adil bir sistem inşa etme’ kararlılığındadır! Kendi deyimi ile, bir ‘Toplumbilim Ögrencisi’ olan Prof. Kongar’a göre, Türkiye’deki ‘Çok Partili Demokratik Rejim’in başlıca özelliği, (1950’den beridir, 70 yılda!), demokrasiyi sadece kendisine isteyen büyük bir (antidemokrat!) ‘sağ siyaset’ bloğu karsısında, tüm toplum için isteyen (‘sol ve merkez siyaset’teki) CHP ile ancak küçük birkaç partiyi üretebilmiş olmasıdır?! Bu da, yaklaşık olarak (yüzde) 60’a – 40 ‘sağ’ (yâni, anti-demokratlar!) lehine olarak gerçekleşmiştir! Simdi ilk kez, ‘Millet İttifakı’ ile, 60’a 40, ‘Demokratik’ cephe lehine bir paradigma / ittifak kurulmuş durumdadır! (Bkz.: https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/emrekongar/6li-toplantinin-asil-anlami-ve-onemi-1908016; erişim tarihi: 17.02.2022.)
Gerçi Erdoğan, sanatçı-yazar Bedri Baykam’ın da erken zamanda saptadığı gibi, izlediği siyasetin nereye varacağının farkında olarak, örneğin ‘İnönü-Hitler’ benzetmeleri yaparak, İnönü’nün ‘Hitlervari’ bıyıklarından bile söz açarak, giderek artan ‘tek adamlığa gidiş Süreci’nde karşılaştığı ‘Erdoğan- Hitler’ benzetmelerinin önünü almak istemiştir?! Demokrasiyi tüm zaaflarını kullanarak yok etme, orduyu polis gücüyle total kontrolüne alma, parlamenter demokrasiyi, kendi ‘diktatörvari’ eylemlerine (yönetimine) geçiş için bir geçici tramplen olarak görme ve hattâ Hitler Almanya’sına ek olarak, ‘İranlaşmaya geçiş için ‘Humeyni modeli’ni de (bilinçaltından) kullanma gayretinde olan Erdoğan, yukarıda sözü edilen ‘anti-demokratik sağ siyaset’in altyapısını son derece güçlendirmeyi basarmıştır, denilebilir! (Bkz.: Bedri BAYKAM, Sivil Diktaya Hayır!, İstanbul: Piramid Film ve Yayıncılık, Ağustos 2010, ss. 212-214.)
Simdi burada, ‘Tek Adam’, ‘Sivil Dikta’, ‘Erdoğan Sahsım Devleti’ gibi tanımlarla betimlenen (sağcı, anti-demokratik!) olgunun, Emre Kongar’ın sözünü ettiği ‘Demokratik Paradigma’ya yol açtığı doğrudur. Ancak, (Kürtçü, ırkçı, bölücü, [Amerikan-Avrupa kökenli olup] Türkiye’yi bölerek, ‘Kürdistanlı – Ortadoğu Federasyonu’na tasıma-taşeronu PKK-PYD’ci) HDP’nin de, ‘dincilik-ırkçılık’ kapanından bütünüyle kurtulup (!), (İstanbul yerel seçimlerinde olduğu gibi?), anılan ‘Demokratiklik’ mekanizmasına ya da cephesine katılacağı beklentisi, Kongar kusura bakmasın, fazlaca iyimser bir beklentidir?! AKP-MHP (‘Türk-İslam’?!) birlikteliği, geçici, ‘konjonktürel’ bir oluşumdur! Asıl olan ve ‘Batı’nın dayatacağı formül’, (AKP-HDP!) ‘Şeriatçı- Arapçı, Kürt-Islâm’ birlikteliğidir! Nitekim, HDP’li Pervin Buldan: ‘Altı partiden birini ayırın, diğerlerinin oy toplamı HDP’nin yarısı etmez. O yüzden biz kendi yolumuzda yürümeye devam edeceğiz. Yolumuz üçüncü yoldur. Bu yola bir gün herkes muhtaç olacak. Biz öyle kolay lokma değiliz!’ demiştir. (Bkz.: https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/nedim-sener/hic-kimseninyemedigi-siyasi-hile-42003395; erişim: 17.02.2022.) Doğallıkla, (PKK bölücüsü!) Buldan’dan, eristiklerini savladığı toplam ‘Kürt’ oylarının yüzde kaçının, PKK’nın silâhlarının gölgesinde, zorla alındığının sorgulamasını bekleyemeyiz?! Bu yapay oluşum bile, seçimlerin tam demokratik ve tam güvenli bir ortamda yapılması durumunda, Türk siyaset sahnesinin nasıl da ‘Cumhuriyet’in kurucu ayarlarına döneceğinin asal ve de haklı bir belirtisi sayılmalıdır?!
‘Türk Solu’ başyazarı Gökçe Fırat’ın, (2007’de yayınlanmış olan) ‘Kürt-İslam Faşizmi’ kitabında, Türkiye sol cenahında ilk kez olarak, ‘Şeriatçı – Kürtçü’ birlikteliğine çekmiş olduğu dikkât farkını görüyoruz! (‘Cumhuriyet’ yazarı) Uğur Mumcu tarafından ilk kez olarak, (Şeyh Sait ayaklanmasına iliskin) “Kürt-İslam Ayaklanması-1919-1925” kitabında (İstanbul: Tekin Yayınevi, 1991) dile getirilmiş bulunan, ‘Kürt-İslam’ terimi, bundan 15 yıl sonra 2006’da, yine Gökçe Fırat tarafından, o ideolojinin adı olarak, ‘Kürt-İslam Sentezi’ biçiminde kullanılmıştır! (Bkz.: Gökçe FIRAT, Kürt-İslam Faşizmi (4. Basım), İstanbul: İleri Yayınları, Mayıs 2007, ss. 7-10.) Gökçe Fırat’a göre, 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümü ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti için ‘gerileme dönemi’ başlamıştır. Bu gerileme döneminin önemli kilometre tasları olarak: 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi; 12 Mart 1971’de, 27 Mayıs 1960 atılımlarına son veren faşist darbe; 1980’de, 12 Eylül Amerikancı faşist darbe; 1984’te, Özal’la başlayan Amerikancılaşma dönemi; 1994’te, Refah Partisi’nin belediye seçimlerini kazanması; 3 Kasım 2002’de, AKP’nin iktidar olması ve Mayıs 2007’de, Cumhurbaşkanlığı seçimi sayılabilir… (Bkz.: Fırat, Kürt-İslam Faşizmi (..) a.g.y., s. 101.)
Yine ‘Türk Solu’nun önemli yazarlarından Ali Özsoy’a göre, nasıl ki (1839) ‘Tanzimat’ dönemi, Osmanlı Devleti’nin ‘Batılı reformlar’ aracılığıyla, ‘azınlıklar ve hakları’ bahanesiyle parçalanması sürecine götürülmesi ise ve nasıl ki (1876) ‘I. Meşrutiyet’ yönetimi, Batı’nın Türkiye yönetimine kalıcı hâle gelen müdahalelerinin ‘anayasallaştırılması’ ise, 1938’den sonra da, (neredeyse) aynı siyasetlerin yinelendiğine tanık olunmuştur! 1938-sonrası (İnönü ile) içine girilen ‘Batılılaşma’ süreci, ‘II. Tanzimat’tır ve (3 Ağustos 2002’de, AB yasası olarak, ‘Kürtçü bölücülüğün yasallaştırılması’ ile başlayıp) 3 Kasım 2002’de tamamlanan ‘AB-ABD Darbesi’ ise, (Arapçı, dinci – şeriatçı ve hilâfetçi!) AKP’yi, ABD’nin iktidar alternatif olarak ve de ‘III. Meşrutiyet’ (yönetimi) olarak, Türkiye’nin merkezine oturtmuştur! Dolayısıyla, Erdoğan’ı, ‘III. Abdülhamit’ olarak da görme olanağı vardır! (Bkz.: Ali ÖZSOY, III. Abdülhamit, İstanbul: İleri Yayınları, Temmuz 2005, ss. 13-30.)
‘Şahıs’ mı, yoksa, ‘Millet’ mi, bu konudaki tercih, ya 2023 Haziran’ında, ya da daha ‘erken’ yapılacak özgür genel seçimler sonucunda anlaşılabilecektir?! Saç düşecek, kel görünecektir?! III. Meşrutiyet (özgür seçimle ve gerçek demokrat cephe tarafından!) tasfiye edilecek, ‘Kemalist Cumhuriyet’, yeniden kurulacaktır! (Hangi dönemin, kapatılması gereken ‘parantez’ olduğu, o zaman anlaşılacaktır…)
1974’teki ölümünden 2,5 ay önce, kendisiyle TRT adına yapılan bir görüşmede, Kurtuluş Savası dönemi edebiyatının ve (Kemalist ideolojinin dergisi) ‘Kadro’nun ünlü yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk’ün, kendilerinden her zaman 30-40 sene önde gittiğini söylemiş ve eklemişti: ‘Mesela itiraf ediyorum, ben cumhuriyetçi değildim. Böyle bir şey olacağını aklımdan geçirmezdim.(..) Ben cumhuriyeti tercih etmiyor değildim, ediyordum ama o devirde halifelik vardı, bilmem ne vardı, bunlar ortadan nasıl kalkacak, bir türlü aklım ermezdi. Bize bütün cesareti veren Atatürk’ün otuz senelik önde gidisiydi. Atatürk bizi arkasından sürükledi. Sonra Atatürk, Gaspçılık meselesini çok iyi çözümlemişti. Biliyorsunuz, kapitülasyon devrinde bu memleket bizim değildi, yabancılar hâkimdi. (..) Çünkü bizim basımıza kötülük olarak gelen ne varsa Fransa’dan, İngiltere’den, şuradan, buradan gelmişti. (..) Sark meselesi demek, Türkiye’nin ortadan kalkması demekti!’ (Bkz.: Hıfzı TOPUZ, Bana Atatürk’ü Anlattılar (4. Basım), İstanbul: Remzi Kitabevi, Haziran 2010, s. 33.) ‘Şark meselesi’nin, bugün, ‘III. Meşrutiyet’ ve ‘BOP’-‘Kürdistan’ tartışmaları çerçevesinde hâlâ sürdüğünü söylemek, bir güncel tarihselliğin altını çizmek olacaktır…
Prof. Sina Aksin ise, Kurtuluş Savaşı’ndan bahsederken, emperyalizmleri, ikiye ayırır ve ‘Osmanlı’nın feodal ve toprak-fetihçisi emperyalizmi’ ile ‘kapitalist emperyalizmi’ni, ayrı ayrı vurgular… Evrensel emperyalizmin hedefinin, Atatürk Devrimi’nin gerçekleşmemesi olduğuna dikkat çeker. Türkiye’deki genel seçimlerde, hâlâ daha toplam sağ oyların yüzde 60 dolayında olduğuna bakarak, Atatürk Devrimi’nin hedeflerine varamadığını saptar! Ve, geçmişteki fetihçi Osmanlı emperyalizminin ve/ ya da (günümüzde kimi sağcı, Yeni-Osmanlıcı, ırkçı, saltanatçı, hilafetçi aklı-evvellerin de savunduğu gibi?!) ‘Kanuni Sendromu’, ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne!’, ‘sınırlar tesadüfîdir!’, ‘Biz Kuzey Afrika’daydık!’ söyleminin, kapitalist, evrensel emperyalizmle olan organik bağına işaretle, tarih eğitiminde böylesi yanlışlara düşülmemesi gerektiğini, haklı olarak, ileri sürer! (Bkz.: Prof. Dr. Sina AKSIN, ‘Emperyalizmin ve Feodalizmin Tarih Eğitimindeki Etkileri’, (içinde) Devrimci Cumhuriyet’in Eğitim Politikaları (2. Basım), İstanbul: Kaynak Yayınları, Ocak 1999, ss. 63-66.) Akşin’in sözünü ettiği yüzde 60’ın, Kongar’ın belirttiği yönde dönüşüp dönüşmediği meselesi, (erken) seçim sürecinde anlaşılacaktır
Kemalist Cumhuriyet’in çocuğu Gülersoy, ise ilkokul eğitimine, Yıldız’daki üç katlı bir tas konak olan ‘Şems-ül Mekâtip’te (‘Okullar Güneşi’) baslar… (Paralı olan bu okulda, Çelik, ablasının orada dikiş hocalığı yapmasıyla, parasız okuyabilme olanağına sahip olur…) 1-2 ve 3. sınıflar, (o lüks okulda bile!) tek derslikte okumaktadırlar. ‘Dünyayı tanımaya başlayışım, bu okul yıllarında baslar. Daha basından edebiyata ve tarihe meraklıydım. İlkokul 3. sınıftayken, ağabeylerimin ortaokul kitaplarından tarih okuyordum!’ der, Çelik… (Bkz.: Çelik GÜLERSOY, Kırk Yıl Olmuş, (Yayına Hazırlayan: Nezih BASGELEN), İstanbul: İstanbul Kitaplığı Ltd. Yayını, 1989, s. 46.)
Hangi tarihi okumaktadır, Çelik? Atatürk’ün (‘Türk’ ve ‘İslamiyet’e ilişkin bazı bölümlerini) bizzat yazıp, gerisini (Yusuf Akçura, Afet İnan, Sadri Maksudi Arsal, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve [Çelik’in bas koruyucusu] Reşit Saffet Atabilen gibi) seçkin tarihçilerin oluşturduğu ‘Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’ne yazdırdığı (liseler için dört ciltlik) ‘Tarih’ kitaplarını! (Bkz.: Prof. Dr. Şerafettin TURAN, Türk Devrim Tarihi III: Yeni Türkiye’nin Oluşumu [İkinci Bölüm] [1923- 1938] [2. Basım], Ankara: Bilgi Yayınevi, Eylül 2010, ss. 92-93.)
Ve aradığını bulmaktadır, Çelik çocuk…
Kemalist Cumhuriyet’te arayan bulacaktır, aradığını çünkü…
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi, 1980 öncesinde, Kemalizm’den soyutlanmış Türk solu, giderek toplumdan da soyutlanmıştı… Soyutlanmanın verdiği yenik düşme psikolojisi içinde, şiddete de yöneldi?! 1980’lerin sonlarından itibaren, küresel değişimlerle, bu yolun tıkandığı bir gerçektir… Türk solu için bir ‘sol sapma’ kalmadığına göre, tek çıkış olarak, ‘sağ sapma’, yâni ‘2. Cumhuriyetçilik’ (‘Yetmez, ama, Evet’çilik’!), yâni ‘Özal’cılık’, yâni ‘yeni sağcılık’ vardır?! Kemalizm, (şeriatçıların ve Kürtçülerin ve de 2. Cumhuriyetçilerin tersine!) ‘ilerici’ bir ideolojidir! ‘Ne geçmişin bekçiliğidir, ne de kalıplaşmış bir inanç sistemi… Değişen koşullar içinde, sürekli ve akılcı bir yenilenmeyi ve o yenilenmenin ilkelerini içerir!’ (Bkz.: Prof. Dr. Ahmet Taner KISLALI, Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 1994, ss. 14-15.)
Kemalizm’in özünde, düşünmek, tasarlamak, aramak, bulmak, tartmak, değerlendirmek; yoksa, yaratmak vardır, çünkü…
Çelik çocuk, İstanbul mehtaplarının ıssızlığı ve sessizliğinde, aydınlık arayışını, şafaklara dek sürdürecektir…
(Sürecek…)