Çok üzgünüm. Çok sevdiğim ve saydığım, minnet borcu duyduğum Ünal Yaltırık’a veda ediyorum.
Bugün sonsuz istirahate yolculadığımız bu özel insan, cumhuriyetimizin ilk yıllarında, zor koşullarda idealistçe yetişen, ayağını bastığı her yere adeta cumhuriyeti de götüren o müstesna gençlerden biriydi.
Ortaokuldan beri hiç kopmadığı can dostu Yekta Güngör Özden gibi Ünal Bey de büyüğümüz ve ağabeyimizdi.
Her yönden aldığı sert rüzgarlara, içeriden dışarıdan kuşatmalara rağmen halen “Türkiye” diye anılan bir ülkede yaşayabiliyoruz. Bu sağlamlık, kökleri bin yıllara uzanan eşsiz bir mayanın marifeti. Cumhuriyeti kuran Atatürk ve beraberindekiler kadar sonraki nesillerin de sahip çıkmasıyla bugünlere gelen, bize emanet olan maya.
Milletçe, ailece korunan o maya, Ünal Yaltırık gibi gençlerden birer vicdan ve ahlak şövalyesi yarattı. Bunlar, ateşle bağlandıkları Menderes’e bile en popüler döneminde tavır alarak Turhan Feyzioğlu gibi CHP’li hocalarına sahip çıkabilen gençlerdi. Cumhuriyet mayası işte böyle bir fazilet yaratıyordu.
Mülkiye’de “devlete sahip olmayı” değil, “devlete sahip çıkmayı” öğrenmiş, gencecik yeni mezun haliyle Eti Bank’ın kasa anahtarı emanet edilmiş asil bir mayadır Ünal Yaltırık’ınki.
Kimsenin umursamadığı mahrumiyet bölgesi gümrüklerde devletin namusunu ve haysiyetini korumak ve insanların mağdur olmasını önlemek için gerektiğinde öne atılmış, kanunu bile çiğnemeyi göze almış ama hak yememiş ve yedirmemiş olan mayadır.
Atatürk’ün çaldığı o cumhuriyet mayası öyle bir tutmuştur ki, Atsız’ın yeğeni, Türkeş’in yoldaşı, Demirel’in kardeşi “sağ milliyetçi” Ünal Yaltırık en gergin dönemde hiç sevmediği Ecevit’le bir araya gelip ülkenin önünü açmak için inisiyatif geliştirebilmiştir.
Ünal Yaltırık, bürokrat kimliğiyle hükümet kurucusu olmuş, çok sevdiği Demirel için ama Demirel’e rağmen meşhur “11’ler Olayı”na imzasını atmıştı. Yaltırık gibi sağduyulu, mayalı şahsiyetlerin o gün iki taraftan da yalnız bırakılması muhakkak 12 Eylül’ün işini kolaylaştırmıştı.
Ünal Bey küçük bir çocukken, daha ilkokuldayken içine işleyen yazma çizme tutkusuna hep bağlı kaldı. 1978’den bugüne getirdiği dergiye “Maya” adını vermiş olması bu yüzden tesadüf olamayacak kadar anlamlı. Onun neslinin âşina olduğu sözcükle bu bir “tevâfuk”.
Son âna kadar kalbi ülkesinin derdiyle doluydu. 44 yıla varan süreçte Maya dergisi sayfalarından yeri geldi 12 Eylül’ün işkencecilerine kafa tuttu, yeri geldi kumpas savcısı Zekeriya Öz’le hesaplaştı. 20 yıldır ülkeyi saran karanlığın karşısında ise her zaman dimdik durdu.
Muhalif Atatürkçü kimliğinden zerrece taviz vermeyen Atatürk’ün has evladı Ünal Yaltırık, işte ailesine, sevenlerine, milletine böyle bir isim bırakıyor.
Türkiye’nin talana açıldığı son yarım yüzyılda bürokrasinin, basının, devlet teşekküllerinin içinden geçen Ünal Yaltırık, ardında şaibesiz ve onurlu bir tevazu bırakıyor. Ünal Yaltırık, toprakla alnı ak bir şekilde buluşuyor.
Başta belirttiğim gibi çok üzgünüm. Ama gururluyum ve içim rahat. Cumhuriyet çınarı Ünal Yaltırık’ın hayattaki son misyonunu yerine getirmesinde üstüme düşeni yerine getirdiğimi sanıyorum.
Bana güç vermek için tekrar tekrar bildirdiği güveni boşa çıkarmadığıma inanıyorum. Pandemi şartlarında haftalarca süren uzaktan görüşmelerimizi onun istediği gibi kitaplaştırabildik.
Sanırım en son “arkadaşı” bendim. Onu en çok vefâsı, daima ifade ettiği şükran duygusu ve eşsiz nezaketi ile hatırlayacağım.
Kitabın maketi üzerinde ufak bazı değişiklikler talep ettiği son görüşmemize kadar her fırsatta Türk Solu’na, özellikle Başyazarımız Gökçe Fırat’a duyduğu minneti ve sevgiyi ifade etmekten geri durmadı.
Hastaneye yattığı ilk günlerde kitabının basılı son halini görmüş olması en büyük tesellimiz.
Uğurladığımız beden, cumhuriyetin faziletiyle nefes alıp verdi, cumhuriyetin mayasını yaşadı ve yaşattı.
Şimdi o nefes bizim nefesimiz ve o maya bize emanet.