Mizah yazarı Vedat Özodemiroğlu ile Türk tiyatrosunun duayen ismi Ferhan Şensoy üzerine konuştuk. Röportajı gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Ali Özsoy gerçekleştirdi.
“Ferhan Şensoy, hepimize bir zekâ mirası bıraktı”
Türk Solu: Ferhan Şensoy, 31 Ağustos 2021 tarihinde vefat etti. Sizin için bir ustadan öte, çok önemli bir isimdi…
Vedat Özdemiroğlu: “Siz, babanızdan büyüksünüz çocuklar.” Kırk sene sonra Ortaoyuncular Tiyatrosu’nun, Ferhan Şensoy’un yokluğunda da olsa, büyük fedakârlıklarla sahnelediği “Şahları da Vururlar” oyunundan bir şarkının bir dizesi bu. Nâzım Hikmet’in şiirine de gönderme var burada. Hayatın doğal gelişimini “babamdan ileriyim, çocuğumdan geri” diye kodluyor ki, gerçek evrim budur.
Türk Solu: İlerici iyimserlik. Günümüzde yine moda olan bohem karamsarlığı değil, aydın iyimserliği var Ferhan Şensoy’da.
Vedat Özdemiroğlu: Bu bir iyimserliktir. Genellikle aydınlarda şu anda bir karamsarlık var. Yeni kuşağı beğenmeyenler var. Aydın olmanın sanki göstergesi gibi olmuş kendini beğenmiş olmak.
Bence bu hem iyimserlik hem de doğruluktur. Ferhan Şensoy, hepimize çok büyük bir zekâ mirası bırakarak gökyüzüne uçtu. Bunun farkına varmamız lazım. Kadim bir laf var: Kimse kendi köyünde peygamber olamaz, derler hani. İlgi çekip, ilginç bulunup, sana inanmaları için başka köye gitmen gerekir. Nihayetinde işte Ferhan Şensoy Karadenizli, Çarşambalı bizden bir adam. Galatasaray’da okumuş. 26 Şubat 1951 yılında, çarşamba günü Çarşamba’da doğmuş üstat.
Çok özet söyleyeyim, aynı adam olup İngiliz, Fransız ya da İtalyan kimliğiyle doğsa, eminim Ferhan Şensoy ile daha çok ilgilenecek bir sürü beyaz Türk vardır. Hani Dario Fo demesi belki daha zevkli ama Ferhan Ağabey daha büyük.
“Bir Kiralık Oyun” adlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Kiralık Konak” yapıtına gönderme olarak yazdığı oyunda şöyle bir diyalog geçiyor. Bir başkası diyor ki “bugüne kadar gelmiş geçmiş en büyük oyun yazarı Shakespeare”. Orada Ferhan Şensoy, yani onun tiplemesi diyor ki “o daha belli değil.”
“Benim için gelmiş geçmiş en büyük tiyatro yazarı”
Henüz yaşıyordu. Ve şu an çok yüzyıllar önce ölmesine rağmen Shakespeare de rahmetli Ferhan Şensoy da. Yani daha belli değil dünya için. Ancak bence belli şu an. Benim için gelmiş geçmiş en büyük tiyatro yazarı Ferhan Şensoy’dur.
Ben hiçbir konuda objektif değilim zaten. Bu konuda da objektif değilim. Nikon değilim, Canon değilim. Niye objektif olacakmışım?
Rahmetli, avukat bir aile dostumuz vardı. İbrahim Amca, İbrahim Öztürk vardı. Şöyle derdi: “En iyi araba benim arabam. Çünkü benim.”
O da benim yazarım. Benim ustam, benim ağabeyim. Aynı dönemde yaşamış oluşumuz, tanışmış oluşumuz ayrı bir güzellik ama sadece okuyucusu olarak kalsam da ben bu görüşleri söylerdim.
Hepimize yepyeni bir Türkçe, zekâ dolu, duygu dolu, hüzün dolu, coşku dolu, neşe dolu, hiçbir şeyden esirgemeyen, hiçbir duyguyu kısmadan, tam hakkıyla veren bir büyük dâhi üstattan bahsediyoruz. Saygıyla eğiliyorum ve onunla aynı ana dilini konuştuğum için de çok büyük kıvanç duyuyorum.
“Ferhan Şensoy külliyatı bir din olsa kutsal kitabı ‘Şahları da Vururlar’ olur”
Türk Solu: “Şahları da Vururlar” yeniden sahneleniyor…
Vedat Özdemiroğlu: Evet. Ortaoyuncular’dan, Ferhan Şensoy’un öğrencilerinden Faruk Güncan’dan alıntılıyorum. “Ferhan Şensoy külliyatı bir din olsa kutsal kitabı ‘Şahları da Vururlar’ olur.”
Yani kendisi Etna Yanardağı gibi. Arada bir lav püskürtüyor. “Şahları da Vururlar” işte böyle bir patlamanın sonucu ortaya çıkıyor. Aslında Usta, oyununu yıllar sonra, sahnesinde kendisi oynamak istiyordu. Araya Pandemi kâbusu girdi. Pandemi başlamadan önce provasına gittik. Evet. Zaten bu da Ferhan Ağabeyi sahnede son görüşümüzmüş. Ömer Hayyam rolünü 40 yıl önceki gibi oynuyordu. Ve çok da güzel oynadı. “Lanlı lunlu konuşman benimle,” diye…
“Şahları da Vururlar” ile sadece Türkiye değil dünya gezegeni şahane bir orijinal bir tiyatro yazarı kazandı.
“O, Batı’yı değil vatanını seçti”
Türk Solu: Oyunun ortaya konduğu tarih 1980 yılının mart ayı. Türkiye’de de büyük bir politik gerilim var. Oyunda sadece İran’daki emperyalist sömürü ve faşist diktatörlüğe değil, Türkiye’deki Amerikancı darbelere, Demirellere, Ecevitlere, dışa bağımlı yapıya pek çok gönderme var. İran’daki Amerikan işbirlikçisi Şah rejiminin yıkılması bir umut ortamı da yaratmış.
Vedat Özdemiroğlu: Şimdi emperyalizm öyle İran, Türkiye diye ayırmıyor. Emperyalizmin bütün halklar üzerinde bir hegemonyası var. Yani oyunda geçen “Acem sana ne gerek senin kendi petrolün, Coca-Cola faulün” dizesini, Türkiye’ye uyarlarsak da “Türk sana ne gerek senin kendi pamuğun, tütünün, madenin” şeklinde yineleyebiliriz. İşte kendi sigaramızı Marlboro olarak içiyoruz şu an.
Ferhan Şensoy’un otobiyografik eserlerinde görüyoruz ki; onun Batı’ya teslim olup, Paris’te veya Kanada’da daha konforlu bir tiyatro hayatı yürütmesi çok kolaydı. Yabancı dillerin hepsine hâkim. O dilde şarkı söyleyip espri yapabiliyor. Kendisine Kanada’da yazdığı bir tiyatro oyunu için çok önemli bir ödül veriliyor. Aynı oyunu, örneğin hem Fransızca yapıyorsunuz, sonra da Türkçeye çevirip, burada sahneleyebiliyorsunuz. Yani çok birikimli ve yetenekli bir isim.
Aslında o işbirlikçi bir Beyaz Türk’ün bütün donanımlarına sahipken doğup büyüdüğü, geliştiği vatanını, Beyoğlu’nu terk etmiyor. Bu kalbi bir tercih.
Şensoy, kendi dilinin olanaklarını çok üst aşamaya çıkarabilen, imkânlarını zorlayan bir adam. O yazınca, “bu konuşabileceğimiz, söyleyebileceğimiz bir cümle,” diyoruz. Bildiğimiz dili de zorlayan bir dil. Neredeyse kendi dilbilgisi kurallarını dayatan bir ekol. İnsanın hayvandan farkı bu. Yeni kelimeler bulması ve bunları dil bilimi içinde birbirine bağlaması. Cumhuriyet ile kendine gelen yeni Türkçeye çok şeyler kattı Ferhan Şensoy.
Yıkmak, saldırmak, eleştirmek, çok kolaydır. Dostoyevski’nin meşhur kadim lafı var. “Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık.”
“Biz, hepimiz Yunus Emre’nin hırkasından çıkmayız”
Peki, biz nereden çıktık? Bence, Yunus Emre’nin hırkasından çıkmayız biz… Veyahut Nasrettin Hoca’nın kavuğundan… Bin yıl öncenin dili. Diliyle, o basitliğiyle bir mucize Yunus Emre. Sanki yeryüzü şekilleri gibi… Çiçekler, ağaçlar gibi, o doğal lıkır lıkır akan cümleler genlerimize işlemiş. Biz çok kadim ve derdini anlatmayı iyi bilen bir milletiz. Evet. Bu yüzden özür dilemeyeceğiz.
Türk halkına böyle tepeden bakan beyaz Türk zihniyetini de telin ediyorum, kınıyorum. İlginç bir şey ki onların üstünlük olarak düşündükleri Batı edebiyatındaki her şeyin en fazlası da Ferhan Şensoy’da var.
“Halkçı çocuğu bir halkçıydı”
Türk Solu: Evet, Ferhan Şensoy, fanatik bir gerici veya yerelci değil. Batı edebiyatını ve kültürünü çok iyi biliyor. Ancak hep de, Türk ulusalcısı, Cumhuriyetçi ve antiemperyalist olarak kaldı. Batı emperyalizmine karşıydı. Kendisinin seviyesinin çok çok altında olan tatlı su aydınları ise aynı ona işte ulusalcı, dinozor, darbeci, militarist gibi akılları sıra sataşıyorlardı.
Vedat Özdemiroğlu: Ferhan Şensoy hiçbir zaman mazlum halk kitlesini karşısına almadı. Ancak halk dalkavukluğu da yapmadı. Bu işten nemalanmadı. Evet. Bu işin rantiyesini yapan, az eğitim almışları fitnelerle sömüren dincilere karşı çıktı.
Ulusunu, halkını niye karşısına alsın? Zaten halk çocuğuydu. CHP’li bir belediye başkanının oğluydu. Çarşamba Belediye Başkanı’nın oğlu. Halkçı çocuğu bir halkçıydı.
Bir insan düşünün. Hiçbir yazdığı, elektriksiz ve demode değil. Binlerce, on binlerce sayfa var. On kişi gibi çalışmış bir adam. Her nedense edebiyat dünyasında böyle bir klik var. Yerleşmiş papaz tayfası gibi. Vatikan Kurulu, ruhban sınıfı gibi… Yani laf edemiyorsun. Aşamıyorsun. Her nedense bunların bir dokunulmazlıkları var.
Türk Solu: “Şahları da Vururlar” oyununu sahnelenmeyi bırakıyor bir müddet sonra Şensoy. Bu sorulduğunda “bu eser benim klasiğimdir,” diyor. “Ama politika olarak doğru değil,” diyor, “şu anda İran rejimi çok çok daha kötü bir şeye dönüştü” diye ekliyor. Ya 2019’da tekrar gündeme alması, hemen ardından İran’da halk isyanlarının patlak vermesi yine politik bir öngörü gibi. Ayrıca bugün Türkiye’de de adeta gayri resmi bir saray rejimi var artık. Humeyni ve Şah arasında İran’da tavla maçı var oyunun sonunda. Yeni sahnelenmesinde bu tavla maçı halk ile Şah arasında geçiyor. Acaba biz işimizi şansa bırakmaktansa, satranç oynayabilecek miyiz Türkiye’de?
Vedat Özdemiroğlu: Yönetmeniyle konuşmak lazım ama doğru, yerinde bir değişiklik olmuş. Yani hakkını veren bir değişiklik olmuş.
Nihayetinde kim yazarsa yazsın. Bu bir tiyatro oyunu… Gökten inen ayetler değil. Üzerinde değişme, oynama, yorum katma olabilir. Değişiklikler vefat etmeden önce Ferhan Usta tarafından mı yapıldı, bilmiyorum. Vâkıf değilim.
Türk Solu: Yine orada bir Ferhan Şensoy zekâsı görüyoruz. Satranç da İran’dan çıkma bir oyun. Halk ile tavla oynuyor. Şah, Amerika’yla satranç oynamaya çalışıyor. Ama tabii ki ne yaparsa yapsın hep kaybediyor. Aslında kukla ve bir piyona dönüşmüş kendisi. O tahtada gerçek bir oyuncu değil aslında.
Vedat Özdemiroğlu: Çok ilginç bir noktaydı. Katılıyorum. Biraz doğunun kara düzenine benziyor değil mi? Zaten birebir Humeyni indirmedi Şah’ı. Bütün halk kitleleri karşıydı. Sol muhalefetin de payı vardı. Hatta daha çok onlar etkindi. Ancak sonradan, onlar da kıyıma uğradılar. Yani Şah’ın emperyalist işbirlikçisi faşizmi gitti, yerine bir Şeriat faşizmi geldi. Yani çok da uzağımızda durumlar değil bunlar.
Türk Solu: “Uzun Donlu Kişot” oyunuyla ilgili kendisine soruluyor. “Siz de Don Kişot gibi değirmenlerle mi savaşıyorsunuz?” Şimdi edebiyatı bilmedikleri için yanlış bir soru. Ferhan Şensoy da diyor ki “yel değirmenleriyle savaşmak iyi bir şey değil ki. Bir nevi aptallık… Biz gerçek canavarlarla savaşıyoruz. Tiyatronuza haciz geldi mi, vergi dairesinden yazı geldi mi, bunların yel değirmeni olmadığını görürsünüz. Ben yel değirmenleriyle savaşmıyorum. İlla bir şeye benzetecekseniz iğneyle kuyu kazıyorum.”
Vedat Özdemiroğlu: Güzel bir aileden geliyor. Ama kesinlikle seçtiği yazarlık ve oyunculuk yolunda çok sıkıntılar çekmiş bir üstat. Yeri geliyor Haldun Taner’in evine görüşmeye gidecekken minibüse verecek parası yok. Operasyona gider gibi yürüyerek gidiyor. Bunları da ustasına, ahbabına yansıtmıyor. Yıllar sonra yazdıklarından görüyoruz.
Aynı adam, aynı azimle, o yetenekle, o heyecanla turneler yapıp, “Ferhangi Şeyler”i Türkiye’nin her bir yanına ulaşmak…
“ ‘Ferhangi Şeyler’, gerici faşizme karşı bir direniş eylemi olarak başladı”
Türk Solu: Aynı zamanda bedel ödemiş bir insanlar topluluğu söz konusu. Şan Tiyatrosu’nun gerici faşistlerce yakılması… Tiyatro şehidimiz var o karanlık gecede.
Vedat Özdemiroğlu: Şan Tiyatrosu’nun yakılması olayına girelim. Ben “Muzur Müzikal”i seyretmiş, azınlıktan biriyim. Kundaklama olayı Mart 1987’de. Daha sonra yaygınlaşan gerici terörün ilk örneklerinden. Bu olaydan sonra tiyatrosunu ayakta tutması imkânsız gibi. Küçük sahnede “Ferhangi Şeyler”i gösterime koymaya karar veriyor. Direniş eylemi gibi.
Meşhur İstanbul’un hep anlatılan karlı kışı. Gittim ben o karda kışta ilk gösterime. Taksi bir yere kadar ilerleyebildi. Yangın olayından sonra başlamış oyun. Geriye dönmeyeceğim. Karar verdim. Doktor Jivago gibi yürüyerek git. Karlara bata çıka ulaştım. Benim gibi yüzlerce kişi oradaymış. “Ferhangi Şeyler”in ilk gösterimini seyrettim. Çok şanslı hissediyorum. O bir politik eylem gibiydi. Ve çarpıldık.
Ve orada bizim bir şehidimiz var. Tiyatronun gece bekçisi Niyazi Özlü. Kundakçılar bulunmuyor. Kimse yargılanmıyor. Ancak Ferhan Şensoy, muzırlık suçlamasıyla yargılanıyor ve yirmi bir gün hapis cezasına çarptırılıyor.
“Muzır Müzikal”e ben de gitmiştim. Benim gittiğim gösteride de tehditler vardı. Her gösteride, en ön sırada yobazlar bilet alıp müdahale ediyorlardı. En sonunda onları dövmeye başladı seyirciler. Ferhan Usta oyunda şöyle bir cümle kuruyordu: “Ben Fatih’e gidemiyorum. Fatih laik olmayınca.”
Yani aslında aynı Aziz Nesin gibi. Yobaz faşizmine karşı bir tavır bu. Horozlar bunlar. Toplumun gerçek aydınları bu horozlar. Uyandırmaya çalışırlar. 50 yıl sonra anlaşılıyor değeri o tavrın.
“Gerçek muzırlık, yobazlıktır”
Erken öten horozlar hep büyük olay olmuştur. Muzır dediklerim, yobazlar zaten diyor. Sanki ben muzırmışım da yobazlar bana karşı çıkıyormuş. Ha zaten en büyük muzırlık yobazlıktır.
Kesinlikle en büyük laubalilik asık suratlılıktır. Böyle bir şey. Yobazlıktan daha büyük bir tehlike yoktur. Yani ondan daha muzır, ondan daha haylaz, korkunç bir tehlike işareti olamaz yani.
Ben on dokuz yaşındaydım. Ferhan Usta çıktı sahneye ve bu oyun beyaz kâğıt üzerine laik cumhuriyet mürekkebiyle yazılmıştır diye bir açıklama da yaptı. Evet, çok güzel bir başlık bu. Laik cumhuriyet mürekkebiyle yazılmıştır. Ve çok büyük alkış aldı tabii. Bu ülkede, tarihten beri yobazlar var ama yobazlara karşı da hep büyük direnç göstermiş. Her zaman var. Şeytan bunun neresinde diyen adam var. Saz enstrümanına şeytan diyor adam.
Diyor ki Âşık, “Venedik’ten Venedik’ten gelir teli. Ardıç ağacından kolu. Be Allah’ın şaşkın kulu. Şeytan bunun neresinde?”
“Ferhangi Şeyler” işte o yangından sonra çıkıyor. Ferhan Şensoy, henüz 36 yaşında ve formunun zirvesindeyken, böyle bir gadre uğruyor. Yani zaten sadece bizim ülke değil, galiba dünyada da böyle. Ortalamanın çok üstüne çıkan bir zekâ, her zaman cezalandırılıyor. Evet. Yani Nâzım Hikmet’e hapis yatırıyor bu halk. O kaçınılmaz bir hal, dönemin ne olduğu da değişmiyor. Her dönem oluyor. Sen misin deha gösteren? Hani sen misin ortalamanın huzurunu bozan?
“Ferhan Şensoy, Beyoğlu’ndaki son kaleydi”
Türk Solu: Ancak nihayetinde o “huzur bozanlar” kalıyor, Şah ise kaçıp gidiyor Tahran’dan.
Vedat Özdemiroğlu: Oyundaki şu söz çok güzel; “Ey gidi Tahran bu kaçıncı terk ediliş?”
Yani oradaki Tahran tek değil. Vahdettin bırakıp gitti. İleride de öyle kaçıp gidecekler. Kendi mülkünü bıraktı gitti. Bugün, şu an ideolojik olarak terk edilmiş bir vatan değil miyiz gerçekten? Sahipsiz bırakılmış bir Türkiye ve bir İstanbul’da yaşıyoruz. Aynı Millî Mücadele öncesi…
Dostoyevski’nin günlüklerinden iyice öğreniyorum ki İstanbul böyle bir serbest şehir olarak planlanıyor. Yani kimseye ait değil. Zaten Osmanlı o dönem hasta adam. Bütün ulusların ticaretine açık bir serbest şehir gibi planlanıyor İstanbul. Dostoyevski diyor ki “Bu böyle olmaz. Rusların hakkıdır. Ama görün bakın. Ne yapıp edip İngilizler işgal edecekler ülkeyi,” diyor.
Beyoğlu’nu şimdi yine aynı rüzgârla besliyorlar sanki. Elimizden almak istiyorlar. Yani bir dünya savaşı tehdidi var. Benim İstanbullu bir yazar olarak söyleyeceğim şey şu; hiçbir zaman Batı içine sindiremedi İstanbul’u Türkler olarak alışımızı. Yani İstanbul’u aldığımızdan beri bütün Papalar fesat içinde.
Ferhan Şensoy da Beyoğlu’nda direnen son isimdi. Belki de hepimizin içinde durduğu büyük bir kaleydi. Ferhan Şensoy yaşadığı sürece zaten bir şövalye tavrıyla yaşadı. Geliri eksik bir prensti o. Yani koruyacağına emindik kalesini ama asıl onu yitirdikten sonraki çocuklarının, Müjgan ve Derya’nın dirençleri de ortadadır. Aynı şekilde son eşi Elif Durdu’nun ve Ortaoyuncular ekibinin sanki Ferhan Ağabey yaşıyormuş gibi, sanki orada öyle yine başlarında işte o neşeli otorite duruyormuş gibi, ciddiyetle ve tutkuyla bu işe devam etmeleri de ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü hiçbir kurum kişilere bağlı değildir. Evet. O bir müessese kurdu.
“Şahları da Vururlar”ın yeni versiyonunda, Ferhan Şensoy’u izleyemeyeceğiz ama oyunun afişinde arkası dönük birisi var. Sanki o zemin veriyor. Dikkatli bakan görür.
“Kıkırdak liberal doku ona düşmandı”
Türk Solu: Kolay yolu seçebilirdi Ferhan Şensoy. Kendine dayanak noktası olarak işte belli fonları, Kültür Bakanlığı ödeneklerini, Avrupa Birliği’ni, Kürtçü, küreselci lobileri seçebilirdi.
Vedat Özdemiroğlu: Bravo. Kimseler için söylenmeyen şeyler, sert eleştiriler de yapıldı Ferhan Usta’ya. Yani orada hemen bir açık arama çabası var. “İşte bak aslında o da ulusalcı.” “Aslında o da faşist.” “Bak o, askeri savundu.” “Bak o darbeci.”
Kıkırdak liberal doku! Yani kıkırdak! Bugün hani zılgıt atmayanı soldan saymıyorlar filan. Hâlbuki Türk Solu hiç kimseye ait değildir. Biz Türk Solu derken, çok evrensel bir soldan bahsediyoruz. Yani bütün dünya emekçilerini ciddiye alan bir sol. Yani teknik olarak, Arap’la, Rus’la, tüm uluslarla hemhal olmuş kalbi ve zihni duyguları paylaşan bir soldur.
Yani dünyanın merkezi İstanbul’dur bize göre. Nabzımız böyle atar. Türk kadar kapsayıcı, dışlamaktan uzak bir ırkı dünya tarihinde göremezsin. İşbirlikçi, emperyalizme işbirlikçi faşizan kesimi ayrı tutuyorum. Evet. O her ülkede var.
Biz Ferhan Usta’nın deyimiyle “kıçımızı geleneğe dönmedik,” yok saymadık. Ferhan Şensoy, Yunus Emre’den de, Kaygusuz Abdal’dan da, Pir Sultan’dan da etkilenmiştir. Haldun Taner’den, Yaşar Kemal’den, Sait Faik’ten de etkilenmiştir ama bütün o etkileri harmanlayıp orijinal bir kalem olarak karşılaşmıştır kendi çağını, zamanını. Etkilenmemek mümkün mü? Etkilenmeden etkileyebilir mi?
Anadili Türkçe olduğu için Türkçeye meftun olmuştur. Yani Budapeşte’de olsaydı Macar diliyle oynayacaktı. Ama şurada da hiç, onun deyimiyle, pardon yani, hiç geri adım atamayacağım. Türkçe oynanmaya çok müsait, bereketli bir dildir.
Türkçe iyi işlendiğinde ortaya Homeros’un meslektaşı Yaşar Kemal çıkar. Balzac da, Stendhal da, Tolstoy da büyük yazar ama Homeros’un meslektaşı da bizden çıktı. Pardon yani.
“Şensoy’da sözcükler bile halk yararına”
Türk Solu: Tekrar “Şahları da Vururlar”a dönersek. Dille oynuyor. Ama Türkçenin bir matematiği var ya, o matematiği çok iyi çözdüğü için, “Ya Türkçeyi mahvetmiş, saçmalamış” demiyorsun. Adeta kendi grameri kendi sözcük dağarcığını oluşturuyor. Oyun başından sonuna gelene kadar, izleyiciyi kendi grameri ile eğitiyor. Sonunda, “Bu oyunun grameri Türkçe. Demek ki Türkçe böyle de kullanılabilir” diyorsunuz. Şensoy’un kendi dil kurallarını, lügatini de öğreniyorsun.
Vedat Özdemiroğlu: Çok sağlam bir geometrisi var. Bütün o kelime oyunlarının hep yani sözcükler de halk yararına kullanılmış. Bütün virgülüne kadar. Sözcükler dahi halkçı diyorsunuz yani. Aynen öyle.
Bir başka oyunu da “Kahraman Bakkal Süpermarket’e Karşı.” Orada da aynı bu oyundaki gibi diptekini savunuşunu görürsün. Bir tavır gösterir. Robotlaşmış marketlere karşı insan sıcaklığını taşıyan bakkalı savunur. Evet. Şarkı şöyle biter. Der ki “İcabında bir bakkal borç bile veriyor insana. Çünkü bakkal insan, market makine.”
Yani o insani olanın peşinde. Ve zalimin gadrine uğrayan mazlumun peşinde.
Türk Solu: Sizin yazım tarzınızda, mizahınızda da “Usta” dediğiniz Ferhan Şensoy’un büyük etkisi var diyebilir miyiz? Çünkü çok küçük yaşta takip etmeye başlamışsınız. Ve sizin de metninizde Türkçenin matematik sadeliği ve yeniden örgütlenme yeteneği ön plana çıkıyor. Sanki dediğiniz gibi, geometrik kurallara uyan bir sözcük seferberliği…
Vedat Özdemiroğlu: On altı, on yedi yaşlarımdan, lise yıllarımdan beri etkiliyor beni Ferhan Şensoy’un edebiyatı. Kelimeleri, mizahı matematikle el ele gidiyor.
Şimdi ben tiyatrocu değilim. O bir tiyatro ustası ama aynı zamanda bir edebiyat ustası. Adam şair, edebiyatçı aynı zamanda. Ben yazar olduğum için benim ustam. Bir sürü oyuncu da onu bir oyuncu olduğu için usta bellemiş.
“Bize gereken Şensoy’unki gibi ruha giden zekâ”
Türk Solu: Dil üzerinden tiyatrosunu kuran biri diyebilir miyiz?
Vedat Özdemiroğlu: Tabii. Tamamen zekâ tiyatrosu. Benim Shakespeare’den daha değerli bulmamın sebebi o. Shakespeare’den daha önemli mi? Bilemem. Çünkü bunu konuşmak için bir tiyatroda olman gerekiyor. Ancak ben daha değerli buluyorum. Edebiyatçıyım. O açıdan bakıyorum. Sadece kalbi hislerle konuşmuyorum. Benim zihnime, zekâma dokunduğu için Ferhan Şensoy benim için ölümsüzdür.
Bu insan bir bütündür. Bunların toplamına ruh diyoruz. Bizim ruhumuza giden yol, zaten zekâdan geçiyor. Kalbe indirmediğin bir zekâdan Turgut Özal çıkar.
Yani çok zeki biri ama halk zararına bir şeyin faaliyetinin içine girersiniz o zaman. İşte orada da o bakkal da markete dönüşüyor değil mi? Makine oluyor. Kahraman bakkal buna direnir işte. Sadece gramlara, rakamlara çalışmaz zekâsı.
Bize Ferhan Şensoy’un zekâsı gerek!