Atatürk 1930’lu yıllara gelene kadar bir yandan ulusal kurtuluş, öte yandan da ulus devletin kuruluşu ile uğraşırken zaman ayıramadığı kurumlaşma olgusuna yeniden yönelerek devletin çekirdeğini oluşturacak dil ve tarih kurumları gibi sosyal örgütlenmelere doğru adım atarken, dünya yeniden bir savaş ortamına sürüklenerek İkinci Dünya Savaşı baskıları yeniden merkezi alanda gündeme getirilerek, bu bölgedeki Osmanlı uzantısı yeni devletlerin iç çatışmalara ya da bölge savaşlarına alet olmaları gibi yeni bir durum ortaya çıkıyordu. Bu çerçevede yeni kurulmuş olan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin doğu bölgelerinde yirmiden fazla isyan ve kalkışma, batılı gizli servislerin öncülüğünde çıkartılıyor ve Türk devletine karşılık Sevr haritaları doğrultusunda ülkenin doğu, güneydoğu ve kuzey bölgelerinde yeni devletler kurulmak isteniyordu. İşte bu gibi girişimlerin Türk devletinin ulusal bütünlüğünü tehdit etmeye başladığı yeni dönemde, yeni alt kimlikli ya da farklı din ile kültürel yapılara yönelen farklı devlet modelleri gündeme getirilerek, ülkenin Misakı Milli anlayışından gelen üniter yapısı ile ulusal bütünlüğü tehlikeye atılmaya çalışılıyordu. Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgenin özelliklerine uygun bir devlet modeli kurulmuşken, İkinci Dünya Savaşı aracılığı ile bu yapının sarsılması, bölünme tehlikesini de beraberinde getiriyordu. İşte Atatürk hem Sevr haritasından hem de Balkanizasyon sürecinin Anadolu yarımadasına atlaması gibi bölücü bir tehlikeden uzak durabilmek üzere Türk Ocakları’na dayanılarak öncelikle kurmuş olduğu ulus devleti merkezileştirerek sahip çıkarken, aynı zamanda devletin temel ilkesi olarak halkçılığı, milliyetçiliğin uzantısı olarak yanında benimsiyor ve daha sonra altı ilkeyi bir araya getirerek sistemini kuruyordu. Tam bu aşamada Türk Ocakları, Halkevleri’ne dönüştürülerek devlet ile millet kaynaştırılıyordu.
Kemalist Devrimi kurumlaştırırken, Halkevleri bizzat Atatürk’ün elleriyle kurulduğu için Atatürk’ün kültür kurumu olarak kabul ediliyordu. Siyasal rejimin kurucusu olarak Mustafa Kemal bu yoldan hareket ederken, geçmişten bu yana gelen bazı büyük vakıflar aracılığı ile kültürel çalışmalar yapılmasına karşı çıkarak bilimsel ve laik kültürel değerlerin öne çıkarılması için batılı bilimsel değerlere dayanan örgütlenme modellerini araştırıyordu. Yüksek öğretimini başarı ile bitirmiş gençleri Avrupa ülkelerine göndererek onların elde ettiği bilgi birikimini kurumlaşma aşamasında Türk devleti ve toplumuna kazandırabilmek üzere Atatürk, Çankaya Köşkü’nü bir bilim ve kültür merkezi konumuna getirerek hareket etmiştir. Kurucu önder, bu gibi çalışmalarında her akşam kendisi için hazırlanan sofra toplantılarını da her zaman belirli konuların uzmanlarına ya da dış dünyadan veya Avrupa ülkelerinden uzmanları getirerek onların duygu ve düşüncelerinden yararlanmıştır. Dünyayı beş yüz yıl yöneten İngilizlerin, Londra’nın tam ortasında kurduğu Hyde Park benzeri bir düşünce alanı ya da çeşitli arayışlar için kullanılabilecek bir Think-Tank olarak Atatürk’ün sofrası kurucu liderin öncülüğünde öne geçmiştir. Atatürk’ün sofrasına laiklik ve uygarlık ölçüleri biçiminde uzak duran ve çamur atanlar, Orta Çağ kalıntısı geleneksel kültür içinde bocalayan gerici çevreler, Atatürk’ü yok etmek için kayıtlara geçen otuzdan fazla suikast girişimi ile ondan kurtulmak istemişlerdir. Atatürk hem bu gibi girişimlere karşı kendi kurduğu düzeni korumuş, hem de bu süreç içinde çeşitli bilimsel toplantılar ya da araştırma toplantıları düzenleyerek Türk Devriminin geleceğe dönük kurumlaşmasını, devrimin üçüncü aşamasında gerçekleştirmeye çaba gösterirken bu gibi, geleceği kurma ya da kurumlaşma çalışmalarına gündüzlerin yetmediği bir aşamada Atatürk gece mesailerini de kullanarak kendi sofrasının bir uzmanlık alanı ya da beyin jimnastiği merkezi gibi kullanılmasını sağlamaya çalışmıştır. Bu tür çalışmaların gündüz mesaileriyle tamamlanamadığı aşamalarda, Çankaya sofrası İngilizlerin Hyde Park uygulamaları gibi düşünce merkezi konumuna dönüştürülerek kısa zamanda belirli alanlarda ve de özellikle kurumlaşma yolunda mesafeler katederek siyasal yapılanma açısından sonuç elde edilmeye çalışılmıştır.
Atatürk; Türk Dil Kurumu’nu, Türk Tarih Kurumu’nu, İnkılap Tarihi Enstitüsü’nü, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bilim ve eğitim kuruluşları olarak örgütledikten sonra, eğitim ve kültür alanlarının kurumlaştırılması aşamasında Kemalist Devrimi halka götürecek bir yeni adım olarak Halkevleri’ni, devleti kuran siyasal partinin halkçı çalışmalar yapan kolları olarak örgütlemiştir. Böylece devrimin sosyal ve kültürel örgütlenmesini tamamlayan Atatürk, Çankaya tepesindeki yalnız adam görünümünden kurtulmuştur. Tarihsel ve kültürel toplantıların düzenlenmesinde ilgili kurumlar idari sorumluluklar üstlenerek devletin Milli Eğitim ve Kültür Bakanlıklarıyla işbirliği yapıyorlardı. Atatürk, devletin bakanlıkları ve kamu kurumlarının açılışlarını birbiri ardı sıra gerçekleştirirken aynı zamanda kamuya yararlı eğitim ve kültür kuruluşları da kurarak devletin yanı sıra toplumun da benzeri bir yeni yapılanma seferberliğine kalkışmasına zemin hazırlayarak yardımcı oluyordu. Atatürk devlet ve toplum çalışmalarını birbirine paralel yürüttüğü gibi, yeni kurulan kurumların yönetici kadroları da belirlenerek geleceğin eğitim ve kültür ordusunun oluşturulması için yoğun çabalar gösteriliyordu. Eğitim ve kültür alanında üniversiteler ile işbirliği yapılarak gerekli kadrolar yetiştirilirken, ülkede bir de KADRO isimli bir dergi çıkarılarak devrimin öncü kadrolarını oluşturacak kadrolar yetiştirilerek devreye sokulmaya çalışılıyordu. Türk devleti böylece kendi kurumlaşmasını tamamlarken, Türkiye’yi ve Türk devletini içeride ve dışarıda temsil edecek yeni uzmanların yetiştirilmesinde önemli adımlar atılıyordu. Almanya, İsviçre, Çekoslovakya ve Danimarka gibi Avrupa kıtasının merkez ülkelerine genç cumhuriyet kadroları lisans ve lisans üstü eğitim çalışmalarını tamamlamak üzere gönderiliyordu. Bu ülkelere giderek inceleme yapan gençler, halk eğitimi ve kültürleri açısından yetiştirilirken, Türkiye’de Millet Mektepleri, Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin kurucu ve öncü kadro gereksinimleri karşılanmıştır. Türk Ocakları ise Rusya, İsviçre ve Almanya gibi merkezi Avrupa ülkelerinde başlangıç çalışmalarını yaptıktan sonra, İstanbul’a gelerek İkinci Meşrutiyet döneminde örgütlenmiş ve daha sonra da Kuvayı Milliye hareketi ile bütünleşerek ulusal kurtuluş savaşının aracılığı ile ulus devletin kurulmasına yardımcı olmuştur.
Kemalist rejimin kurumlaşma aşaması, Atatürk döneminin son yıllarına rastlamıştır. Cumhuriyet tarihi açısından konuya bakılırsa bu dönem, tek parti döneminin son yılları olarak da tarih bilimi açısından ele alınabilir. Atatürk bizzat katılarak Halkevleri’nin 14 ayrı merkezde yurt düzeyinde örgütlenmesi ile ilgili kuruluş toplantılarına katıldıktan sonra, yurt gezileri sırasında hangi il ya da ilçeye gitse oradaki Halkevi’ni sorup soruşturmuş ve daha sonra da o Halkevi’ni ziyarete giderek bu kuruluşların devletin yardımcısı konumunda topluma uzanan kolları oldukları imajını vermeye çalışmıştır. Karadeniz bölgesini ziyaret ederken, o bölgedeki Halkevleri’nin durumunu sormuş ve bu Halkevleri’nde tiyatro olup olmadığını anlamaya çalışmıştır. Bu konuda daha sonraki bir toplantıda nerede bir Halkevi şubesi varsa orada gerçek anlamda bir Türk tiyatrosu olması gerektiğini bizzat kurucu önder olarak dile getirmiştir. Özellikle Anadolu’da Türk tiyatrosunun oluşturulmasına öncelik vererek az zamanda çok büyük kültürel değişiklikler getirmeyi düşünüyor ve bu doğrultuda halk kitlelerini tiyatro salonlarına toplayacak kalabalık grupları, ülkedeki Orta Çağ kalıntısı tarikatçı kültürü devre dışı bırakmak amacıyla tiyatrolar üzerinden, çağdaş bir kültürel yapının Anadolu topraklarına taşınması düşünülüyordu. Bir anlamda sosyal ve kültürel alanlarda yeni bir örgütlenme modeli gerçekleştiriliyor ve Türk halkının az zamanda çok şey öğrenmesi ya da kısa bir zaman dilimi içinde Türk toplumunun tepeden tırnağa değiştirilmesi hedefleniyordu. İşte Atatürk, böylesine bir halk önderi olarak Türk halkı ile kucaklaşmaya yönelirken, Halkevleri ülkenin her yerinde kurulmuş halk merkezleri olarak toplumsal taban ile Cumhuriyet yönetimi arasında sosyal bir kültür köprüsü işlevini görüyordu. İl ve ilçelerde Halkevleri kısa zamanda örgütlenerek şube sayısını 500 rakamının üzerine çıkarırken büyük yerleşim yerlerinde Halkevleri, Cumhuriyet’in halka açılan merkezleri konumuna geliyorlardı. Köylerde okuma ve yazma kursları ile birlikte açılan Halk Odalarının kısa zamanda 5000 rakamının üzerine çıkması da hem devletin kararlılığı ve başarısı hem de halk kitlelerinin eğitim ve kültüre susamış halinin uzantısı olarak değerlendiriliyordu.
Halkevleri şubelerinin, devleti kuran siyasal partinin halka yönelen halkçı çalışma merkezleri olarak kısa zamanda benimsenmeleri ülkede ülkedeki rejimin, ulus devlet ağırlıklı bir biçimde gelişmesinden daha çok, Halkevleri atılımının toplumsal başarıları nedeniyle halkçı cumhuriyet olarak öncelikler kazandığı görülmektedir. Türk Ocakları üzerinden Türkçülük ile bütünleşen yeni rejim, Türkiye devletinin kuruluşunun tamamlanması sonrasında İkinci Dünya Savaşı’na sürüklenirken halk kitlelerini yanına çekmeye çalışmış, özellikle emperyalist ülkelerin kışkırttığı halk isyanlarıyla çok uğraşmak zorunda kalan devlet, savaş sürecinde kendi halkı ile karşı karşıya gelmemek üzere, devlet ve halk kaynaşması ortamı yaratmaya çabalayarak İkinci Cihan Savaşı sırasında Doğu Anadolu bölgesinde ülkenin birliğini tehdit edebilecek ayrılıkçı isyanlar, alınan önlemler aracılığı ile önlenmiştir. Savaş yıllarında ülke ekonomisinin durgunluğa sürüklenmesi yüzünden halk arasında işsizlik ve açlık sorunları ortaya çıkınca, Millet Mektepleri ile disipline alıştırılan halk kitlelerinin daha verimli çalışmalar arayışı içine girdikleri görülmüştür. Almanya ve Danimarka merkezli halk yüksek okulları uygulamalarını incelemek üzere, Avrupa’ya giden eğitimcilerin öncülüğünde Türkiye’yi ekonomik durgunluktan kurtaracak bir adım olarak Köy Enstitüleri Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir statü içinde açılmışlardır. Türkiye’nin her bölgesi için kurulan Köy Enstitüleri para kazanmaya yönelik üretim çalışmaları yapmaya başlayınca, köylerden gelen katılımcı gençler, belirli alanlarda ustalık ve kalfalık eğitimleri alarak Köy Enstitüleri ile halka yönelen ekonomik bir yapılanmanın önü açılmıştır. Daha sonraki yıllarda Türkiye Cumhuriyeti, NATO’ya girince ABD’nin baskılarıyla bu halk okulları kapatılarak Türk ekonomisi batı ülkelerinden gelen Amerikan şirketlerinin kontrolüne sokularak, Türkiye devleti daha sonraki aşamada Amerika’nın yarı sömürgesi konumuna sürüklenmiştir. Köy Enstitüsü öğretmenleri daha sonraki aşamalarda kültür ve sanat alanlarında üretim çalışmalarına yönelince, bu kez de SSCB’nin Türkiye’ye yakınlığı gerekçe gösterilerek bu halk okullarının öğretmenlerinin komünist olduğu suçlamasıyla kapatılması istenmiş ve daha sonraki aşamada soğuk savaş gerginliği çerçevesinde Köy Enstitüleri haksız yere kapatılmışlardır.
Halkevleri’nin yurt düzeyinde örgütlü bir kültür kuruluşu olması, Köy Enstitüleri’nin açılışı sırasında önemli katkılar sağlamıştır. Halkevleri üzerinden köycülük ve halkçılık alanında yetişmiş olan gençlerin bir kısmı daha sonraki aşamalarda Köy Enstitüleri’nde öğretmen ya da öğrenci olarak girmiş ve bu hareketin başarıya ulaşmasında katkı sağlamışlardır. Halkevleri’nin başlatmış olduğu halkçılık çalışmaları, Köy Enstitüleri’nin ortaya çıkıp örgütlenebilmeleri açısından hem elverişli bir ortam yaratmış hem de yetenekli gençler arasında yepyeni kadroların yetişmesi için yararlı olmuştur.
Köy Enstitüleri’nden yetişenler daha sonraki aşamada, Cumhuriyet Türkiye’sinin eğitim ve kültür kadrolarının temel çekirdeğini oluşturmuştur. Halkevleri’nin sağlamış olduğu toplumsal yenilik ortamı, Türkiye için alternatif düşünceler ve programların gündeme getirilmesi açısından yararlı olmuştur. Kıtasal bir ülke konumu ile Türkiye topraklarının her bölgesinin yerel özellikler göstermesi, Türkiye’de her açıdan çok yönlü ve zengin toplumsal çalışmaların ya da araştırmaların geçerli olduğu aşamalara gelinmiştir. Halkevleri böylesine bir durumdan oldukça yararlanan bir kitle örgütü olarak, her il ve ilçede eğitim ve kültürün öncülüğünü üstlenmeye çalışmıştır.
Halkevleri’nin Türkiye Cumhuriyeti tarihi içinde birinci önceliği eğitim ve kültür oluşumları olduğu gibi, ikinci önceliği de yerelleşme ve bölgeselleşmenin toplum merkezleri konumuna gelerek sosyal alanda etkinlikleri yürütmesi olmuştur. Halkevleri’nin bu açılardan Cumhuriyet döneminin önde gelen sosyal ve kültürel örgütleri olarak ortaya çıkmaları, zamanında Atatürk’ün nasıl bir doğru adım attığının göstergesi olarak bugünkü kuşaklara kıyaslama olanağı vermektedir.
Türkiye’de demokrasiye geçilmesi ve demokrasinin bir yaşam biçimi ya da toplum düzeni olarak benimsenmesi gibi olumlu gelişmelerin Türkiye’de gerçekleştirilmesi için verilen özgürlük ve demokrasi mücadelesinde Halkevleri, Türkiye’nin önde gelen demokratik kitle örgütü olarak çok büyük katkılar sağlayan bir kurum olarak özel bir yere sahiptir.
İnişli çıkışlı bir tarihçeye sahip olan Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Halkevleri, her zaman için önde gelen bir yere sahip olmuş ve bu doğrultuda Atatürk döneminden bugünlere Türkiye’nin siyasal ve kültürel birikiminin temsilcisi olmuştur. Ülkeyi sağ hükümetlerin yönettiği ya da asker ağırlıklı ara rejimlerin göreve geldikleri aşamalarda Halkevleri, ya kapatılmış ya yargılanmış ya da hak ve özgürlükler alanından dışlanarak bir köşede tutulmaya çalışılmıştır.
Bugünün Türkiye’sinde ciddi bir demokrasi mücadelesi yapılırken, Atatürkçü ve cumhuriyetçi birikimin örgütü olarak Halkevlerinin tekrar eskisi gibi siyasal ve sosyal ağırlıklarının bulunduğu yeni bir yapılanma sürecine girmesi gerekmektedir.
Siyasi partilerin emperyalizmin işgali altına girdiği, siyaset kadrolarının batının önde gelen emperyalist ülkelerinin desteklediği kadrolar haline gelmesi, Türkiye’deki basın ve medya organlarının tümüyle emperyalist sermayenin denetimi ve yönlendirmesi noktasına gelinmesi her açıdan Türk demokrasisinin çarpık bir duruma sürüklendiğini ortaya koymaktadır.
Bu aşamada gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapıldığı noktada, Türk demokrasisinin içine sürüklendiği çıkmazdan kurtulabilmesinin çok zor olduğu göze çarpmakta, demokrasiyi sırtlayıp götürerek Türk devletinin bugünlere gelmesini sağlayan Türkiye’deki Cumhuriyet birikimi de demokrasinin tekrar eski sağlıklı düzenine dönmesini sağlamak doğrultusunda üzerine düşen sorumlulukların gereklerini yerine getirmesi gerekmektedir.
Kütüphanelerin geçmişten gelen Halkevleri dergileri ve kitapları ile dolu olduğunu, bugünün emperyalizme teslim olmuş Z kuşağı gençliğine yeniden göstermek gerekmektedir.
Yaşanılan olumsuz gelişmeler karşısında iyice pasifleşen Türk gençliği ve Türk halkına gerçekleri gösterecek ve yeniden Türkiye’nin kurucu önder Atatürk’ten kalan çağdaş uygarlık dünyasının onurlu bir üyesi olmak hedefi bugünün koşullarında eskisinden çok daha fazla önem kazanmıştır.
Ben bir eski Halkevci olarak, bugünün Halkevci sessiz kuşaklarının daha aktif ve sesli antiemperyalist mücadelelerde, Atatürk’ün Cumhuriyet rejimini emanet ettiği Türk gençliğinin yeniden Atatürk’ün yoluna yönelerek, tam bağımsız ve gerçekten demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti idealine Türk ulusunun öncelikle kavuşmasını, yeni bir hedef olarak belirlenmesi gerektiğini, bu noktada Halkevleri’nin cumhuriyetçi çizgisi açısından vurgulamayı ulusal bir görev biliyorum.