Rus emperyalizminin gölgesindeki 1 Mayıs ve dünya işçileri
2022’nin 1 Mayıs Bayramı, Rus emperyalizminin Ukrayna’yı işgalinin gölgesinde kutlanıyor. Aşırı sağcı, faşist Putin diktatörlüğünün, dünyayı yeni bir Soğuk Savaş’ın içine soktuğu, hatta nükleer çatışmanın eşiğine taşıdığı günlerden geçiyoruz. Üçüncü Dünya Savaşı, çok uzun yıllardan sonra ilk kez bu kadar yakın bir ihtimal olarak tartışılıyor. Ve bu yıl 1 Mayıs’a, Emek ve Dayanışma Günü’ne, İşçi Bayramı’na, kapitalizme ve emperyalizme karşı kavganın coşkuyla kutlandığı bu güne böyle koşullar altında gelmiş bulunuyoruz.
Geçen sayıdaki yazımda, Batı ülkelerindeki işçi sınıfları ve bunların sendikaları, kendi ülkelerinin iktidarlarına, NATO’ya, savaşa, Batı emperyalizmine karşı çıkarken; Rus işçilerinin ve sendikalarının Rus emperyalizmine, Putin faşizmine ve Ukrayna’nın işgaline karşı çıkmamasının nedenlerini ele almıştım. Rus işçi sınıfının, henüz erken ve zor bir dönem olan Çarlık otokrasisi devrinde gelişen mücadeleci-devrimci sendikacılık geleneğinin, nasıl bizzat Bolşevikler ve “işçi devleti” tanımlı SSCB tarafından bitirildiğinin, sendikaların devlet organı haline getirildiğinin ve bu yapının, SSCB sonrasında Putin Rusyası’na da aynen aktarıldığının bir tablosunu çizmeye çalışmıştım.
Bu defa da kutladığımız 1 Mayıs Bayramı vesilesiyle, konunun bir başka boyutuna değineceğim. Hem Rus işçilerine, hem de dünyanın bütün ülkelerinin işçi sınıflarına ve sol hareketlerine hatırlatılması gerekenler ve yapılması şart olan bir çağrı var…
Putin, Lenin’den neden nefret ediyor?
Rus faşist diktatörü, “Neo-Çar” Putin, Ukrayna’nın işgalinden hemen önce yaptığı ulusa seslenişinde özellikle birkaç yerde ismini geçirerek tek bir tarihî isme saldırmıştı: 1917 Ekim Bolşevik Devrimi’nin lideri ve SSCB’nin kurucusu olan Vladimir İlyiç Lenin’e…
Putin, bu konuşmasından aylar önce yayımladığı bir makalesinde de, daha düşük dozda olsa da Lenin’i, özellikle Ukrayna konusunda olup bitenlerden ve olacaklardan sorumlu tutuyordu. Fakat Ukrayna’ya karşı başlatmak üzere olduğu emperyalist saldırının hemen arifesinde yaptığı konuşmada adeta Lenin’e nefret kusmuştu.
Putin’in eleştirisinin temelinde, Lenin’in Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetler için tanıdığı, ayrılma da dâhil olmak üzere ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkı var. Yani Lenin ve Bolşevikler, daha en başta SSCB kurulurken böyle bir haktan hiç bahsetmemiş, bunu ilk bildirgelerine koymamış ve ilk Sovyet Anayasası’na sokmamış olsalardı, bugün öyle ya da böyle bağımsız olan eski Sovyet cumhuriyetleri, Rusya’nın boyunduruğundan asla kurtulamayacaktı. Ve şimdi Putin de tam olarak buna hayıflanıyor. Neden Ukrayna, Kafkasların güneyi, Türkistan Rus sömürgesi değil diye üzülüyor ve dolayısıyla Lenin’e kinleniyor.
Ama açıkça ifade etmese de Putin’in örtülü bir nefret sebebi daha var: Lenin ve Bolşeviklerin, özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında, Rus Çarlığı’nın emperyalistliğini defalarca vurgulayarak, bu savaşın haksızlığını belirtmeleri, kendi ülkelerinin emperyalizmine ve saldırganlığına karşı çıkmış olmaları. Kendini “doğal ve haklı” olarak, gerici ve saldırgan çarlarla özdeşleştiren Putin için bu yaklaşımın tek anlamı olmalı: ihanet!
Putin’in beklediği herhalde Lenin’in ve partisinin, Çarlık yönetiminin yanında saf tutması, otokratik-feodal-militarist emperyalizme biat etmesiydi. Aynı bugünkü Rus işçi sınıfının ve sendikalarının yaptığı gibi…
Ama öyle olmamıştı.
“Sosyalizm ve Savaş”
Lenin, “Sosyalizm ve Savaş – Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin Savaşa Karşı Tutumu”* adlı broşürü, 1915’in Temmuz ve Ağustos ayları arasında yazmıştı. Dünya, tabii Rusya da, savaşın tam ortasındayken ve Rusya, açık bir şekilde emperyalist ve saldırganken, Avrupa’daki Marksistler gibi Rus solunun da ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu.
Avrupa ülkelerinin sosyalistlerinin çoğu, savaş çıkana kadar kendi ülkelerinin emperyalist saldırganlığına karşı çıkacaklarını beyan etmiş olmalarına rağmen, daha ilk silahlar patlarken bu tavırlarından yüz seksen derece dönerek ülkelerinin iktidarlarının safına intikal etmişlerdi. Lenin, bu mesele dolayısıyla dönemin dünya solunun en kıdemli ve prestijli ismi Kautsky’yle ve kendi hocası da sayılabilecek, Rus Marksistlerinin ilklerinden Plehanov ile ağır kavgalarla yollarını ayırmış, daha doğrusu köprüleri atmıştı.
Lenin, “Sosyalizm ve Savaş”ta savaşlar arasında, ilerici/gerici, haklı/haksız savaşlar, saldırgan savaşlar/savunma savaşları ayrımları yapıyordu. İngiltere, Fransa, ABD, Almanya ve Japonya’nın yanı sıra, kendi ülkesi Rusya’yı da büyük emperyalist devletler arasında sayıyor ve bunların giriştikleri savaşların kesinlikle haksız ve saldırgan olduğunun altını çiziyordu. Elbette bu tespiti en çok da içinde bulunulan Dünya Savaşı ile ilgiliydi.
Çarlık Rusyası’nı “ulusların gerçek hapishanesi” olarak tanımladıktan sonra, buradaki gerici ve baskıcı rejimin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndakinden bile “beter” olduğunu vurguluyordu. Ve Rusya’nın savaşa katılmasını haklı gören, Çar’ın yanında saf tutan eski “yoldaşları” için de en az Rus emperyalizmi hakkında konuştuğu kadar sert ifadeler kullanıyordu:
“Bugünkü savaşa katılmayı kim haklı gösteriyorsa, o, ulusların emperyalistlerce ezilmesi savaşına katılıyor demektir. Kim, hükümetlerin içine düştükleri zorluklardan toplumsal bir devrim adına savaşım vermek için yararlanıyorsa, o, ancak sosyalizm altında gerçekleştirilebilecek bütün ulusların gerçek özgürlüğü için savaşım veriyor demektir.”
Bolşevik sabotaj, emperyalist Çarlık ordularını nasıl çökertti?
Lenin’in ve SSCB’nin devrim sonrasında, daha iç savaş döneminden itibaren kendi ilkeleriyle çeliştiği elbette doğru. Her ne kadar bugün Putin’in eleştirilerinin hedefinde olsa da ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesinin dahi gerçekte hiçbir zaman uygulanmadığı da bir gerçek. Fakat işte Birinci Dünya Savaşı esnasında Lenin ve Bolşevikler, Rus Çarlığı’nı gerici, saldırgan bir emperyalizm olarak mahkûm ediyor ve ona karşı mücadele etmeyi savunuyorlardı. Rus devletini ve saldırganlığını savunan solculara ise tek bir isimle hitap ediyorlardı: “Sosyal şoven”…
Lenin, Çarlığın savaştaki amacının; Galiçya’yı ele geçirmek, İstanbul’u almak, Ukraynalıları ezmek gibi emperyalist hırslardan başka bir şey olmadığını ve buna karşı çıkmanın sadece ahlakî bir mesele değil, Rus işçi sınıfının kurtuluşu ve toplumsal bir devrimle Çarlık gericiliğinin yıkılması için de tek yol olduğunu söylüyordu. Yöntem olarak da köylülerden ve işçilerden toplanan askerlerden oluşan Rus Ordusu içinde propaganda ve ajitasyon yapılmasını, askerlerin isyan etmesinin ve ordudan kaçmasının teşvik edilmesini ve doğrudan doğruya sabotajı öneriyordu.
Gerçekten de “Barış, Ekmek, Toprak!” sloganıyla, doğrudan siperlerde yapılan bu Bolşevik sabotaj çalışması, Rus Ordusu’nun tüm cephelerde yüz binlerce asker kaçağı dolayısıyla çökmesine, ardından da 1917’deki Şubat ve Ekim devrimlerine yol açacaktı…
Çarlık’tan Putin devrine:
Değişmeyen emperyalizm ve sabotajdan biat etmeye gerileyen Rus işçi sınıfı
O zamanlardan bugünlere değişmeyen bir şey var: Rus İmparatorluğu’nun emperyalist, yayılmacı, gerici, aşırı sağcı ve saldırgan karakteri. O dönemde de bizzat Lenin’in belirttiği gibi savaşın amaçlarından biri “Ukraynalıları ezmek” olan Rus emperyalizmi, bugün de Putin liderliğinde her şeyden önce bunu amaçlamıyor mu?
Günümüzde Türkiye’de de Lenin’in ilkelerine, ideolojisine çok bağlı olduğunu iddia edenler, bu gerçeği tespit etmekten aciz değiller ama anlaşılan o ki bunları görmek ve buna göre bir politika belirlemek hiç de işlerine gelmiyor. Herhalde Lenin’in gerçekten izinden giden bir sosyalist, Türkleri bir yana bırakalım, bir Rus sosyalisti olsa bile, bugün Putin gibi bir faşist, militarist diktatörün saldırganlığına karşı çıkmalı.
Ama anlaşılan o ki köprünün altından yüz yıl zarfında akan sular, Rus emperyalizminin gerici, saldırgan karakterini değiştiremediyse de Rus işçi sınıfını çok aşındırmış.
1914-1917 arasında Lenin’in ve Bolşeviklerin çağrısına kulak vererek Rus emperyalizmine karşı çıkan, askerden kaçan, subaylarına isyan eden, barış isteyen, Çar Ordusu’nun savaş olanaklarını sabote eden Rus işçi sınıfı, bugün kravatlı, takım elbiseli ve botokslu çar karikatürüne biat etmiş durumda.
Kısacası “Leninistlerin” pek hoşuna gitmeyecek olsa da hakiki bir Leninist tanımlama olan “sosyal-şoven” etiketini, Rus işçi sendikaları başta olmak üzere Rusya’daki tüm sol, proleter vs. görünümlü ama özünde Putinist olan kesimlere ve şahsılara yapıştırma hakkını kendimde buluyorum.
Peki, Rus olmayıp yine de Rus sosyal-şoveni olmayı seçen Türkiye’nin sosyalist, komünist ve/veya Leninistlerine ne isim verilmeli? “Komprador sosyal-şoven” desem bilmem hoşlarına gider mi?
1 Mayıs 2022’nin çağrısı: Bütün ülkelerin işçileri, Putin’e ve Rus emperyalizmine karşı birleşin!
1 Mayıs; sol, sosyalist ve işçi hareketlerinin en önemli günü. Ve 1914’te, 1915’te olduğu gibi bugün de emperyalizm ve emperyalist saldırganlık bu hareketlerin en önemli gündemi…
2022 yılında emperyalizmin en vahşi ve rezil örneği ise halen Ukrayna işgaliyle Rusya ve lideri faşist Putin tarafından veriliyor.
1 Mayıs, sadece bir bayram değil, aynı zamanda halkı, işçileri birlik ve mücadeleye çağıran bir gün. Ve bu yılki 1 Mayıs için de çağrımız yine birliğe ve mücadeleye olmalı:
Bütün ülkelerin işçileri, Putin’e ve Rus emperyalizmine karşı birleşin!
1 Mayıs kutlu olsun!
Rus emperyalizmi yok olsun!
* Vladimir İlyiç LENİN, Sosyalizm ve Savaş, Ankara: Sol Yayınları, 1992.