Suriyelilere tepkinin ırkçılıkla ilgisi yok
“Suriyelilerin evlerine dönüşü” meselesi artık Türkiye’nin ortak talebi haline gelmiş durumda. Belki de çok uzun zamandır ilk defa Türk siyasi tarihinde geniş kesimler arasında böylesine bir ortak görüş ortaya çıkıyor. Kimileri bunu “Türklerin “ırkçı” olması, bu yüzden de Suriyelileri istemedikleri” gibi temelsiz bir argümanla açıklamaya çalışsa bile, geçtiğimiz günlerde MetroPoll Araştırma Şirketi’nin yayınladığı bir anket sonucuna göre HDP seçmeninde bile görülen ciddi bir rahatsızlık var.
Artan bu tepki, “ırkçılığın” yükselişini değil sosyolojik bir gerçeği gösteriyor. “Mültecilerin Avrupa’ya yığılması korkusu” dolayısıyla Suriyelilerin Türkiye’de kalmasını isteyen “entegrasyoncu” liberaller ve Suriyelilerin Kuzey Suriye’ye dönüp Suriye Kürtlerinin el koyduğu toprakları geri istemesinden endişe duyan “sosyalist” kesimler dışında, “Suriyeliler Türkiye’de kalsın” diyen neredeyse yok.
Bir de Tayyip Erdoğan’ı saymak gerek tabii ki. Erdoğan, Suriyeliler meselesinin siyasi geleceği açısından sıkıntılı olduğunu görse bile, siyasal İslamcılıktan gelen bir refleksle Suriyelileri laik Türkiye yapısına karşı bir dayanak olarak görüyor.
“Ensar” söylemi bu dayanışmanın bir kılıfı. Altında farklı duygular yatıyor. Türkiye’ye Suriyeli göçünün en yoğun yaşandığı dönemin, 2012-2013 olduğu ve bu dönemde iktidara karşı büyük toplumsal eylemlerin gerçekleştiği düşünüldüğünde, Erdoğan’ın Türkiye’ye yönelik büyük göçü “dostların kucaklaşması” olarak gördüğünü söyleyebiliriz. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun sınır geçişleri ilk başladığı dönemde yaptığı “En fazla 100 bin mülteci bekliyoruz,” açıklaması yanlış bir öngörüden kaynaklanmıyordu. AKP iktidarı, sayının çokluğu üzerinden doğabilecek tepkiyi bildiği için, her zaman yaptığı gibi güvenilirliği olmayan rakamlar üzerinden toplumu büyük göçe alıştırdı.
Türkiye, Suriyeli gerçeğinin yeni farkına vardı
Geldiğimiz noktada yalanın boyutu, saklanabilecek düzeyi çok aştığı için, ülkenin gözü açılmış durumda ve tepkinin oluşması da son derece doğal. Süreç uzadıkça toplumun tüm fertleri göçmenlerden kaynaklanan bir sorunu ya görüyor ya da bizzat yaşıyor. Kimi mahallesinde artan Suriyeli nüfusu görüyor, kimi evde otururken sosyal medyadan izlediği videolarla Suriyeli gerçeğiyle tanışıyor. Tüm bu korkular, “milliyetçiliğin” güçlenmesi sonucu ortaya çıkmış değil; aksine bu doğal korkuların sebebi olan büyük göç hareketi örtbas edildiği için Suriyeliler üzerinden yapılan siyasetler güç kazanmaya başlıyor.
Ümit Özdağ gibi senelerdir siyasetin içerisinde olan bir siyasetçinin öne çıkması, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın bir “kanaat önderine” dönüşmesi, Kılıçdaroğlu’nun “Suriyelileri geri göndereceğiz” açıklamaları; bunların tamamı bir toplumsal talebin artık kimsenin kaçamayacağı kadar gün yüzüne çıkmasından kaynaklanıyor. Erdoğan’ın bile geçtiğimiz günlerde söylediği “Suriyelilerin onurlu biçimde geri dönmeleri için elimizden geleni yapacağız” demeci, iktidarın da bu baskıdan etkilendiği ve geleneksel söylemlerinden uzaklaşmak zorunda kaldığı anlamına geliyor.
“Suriyeliler geri döner mi?” tartışması, Suriyelilerde umut yaratıyor
Tabii herkesin kafasındaki soru aynı: “Acaba Suriyeliler geri dönecek mi?” Genellikle tartışma bunun “kolay mı, zor mu” olacağı şeklinde yapılıyor. Ancak bu tartışma yapılacaksa bir ön kabul olarak “Suriyelilerin, Suriye’ye dönmek zorunda oldukları” dile getirilmeli. Toplum ve elbette Suriyeliler buna hazırlanmalı. Sadece Suriyeliler de değil elbette. “Suriyelilerin Türkiye’de kalıcı olabileceklerine dair” yapılan bir tartışma ve iktidarın da buna çanak tutması sadece Suriyeliler için değil, Türkiye’yi bir göç istasyonu olarak gören birçok Pakistanlı ve Afgan’da da “umut yaratıyor”.
Genellikle “Suriyeli” olarak ifade edilse bile, sadece Suriyelilerle sınırlı olmayan büyük bir kayıt dışı göçmen sorunu var artık Türkiye’nin. Rakamlar son derece güvenilmez ve gerçekte kaç göçmen olduğuna dair sadece tahmin yapılabiliyor.
Suriyeliler konusunda rakamlar güvenilir değil
Milli Savunma Bakanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği Plan Subayı Binbaşı Pınar Kara geçtiğimiz Şubat sonunda yaptığı açıklamada 1 milyon Suriyelinin gönüllü olarak evlerine döndüğünü ifade etmişti. Savunma Bakanlığı’nın yaptığı bu açıklama devletin açıkladığı rakamların ne kadar temelsiz olduğunu ispatlıyor. Yine devletin açıkladığı sayıya göre Türkiye’de 4 milyon Suriyeli var. Bu 4 milyonun 1 milyonu gerçekten de Savunma Bakanlığı’nın açıkladığı gibi “dönmüş olsaydı”, çok ciddi bir tersine göç başlamış olacaktı ve şu anda tartışılan konu çok daha farklı olacaktı. Bugün Türkiye bütün tepkilere rağmen, göç veren değil göç alan bir ülke durumunda. Sınırlardan içeri giren mültecilere ait videoların birçoğu hem gerçek hem de güncel.
1 milyon Suriyeli gerçekten dönmüş olsaydı, bu durum “kalmak isteyenler” için de “gelmeye çalışanlar” için de ciddi bir mesaj olurdu. Ancak toplumsal kaygılara bakıldığında bir “azalma” değil, ucu çok farklı yerlere gidebilecek ciddi bir “artış”görülüyor
Her gün mültecilerin yarattığı sıkıntıları gösteren yüzlerce videoyla karşılaşıyoruz. Sanki birileri Suriyelilere yönelik bir provokasyon zemini hazırlayıp, bu provokasyon üzerinden Suriyelilerin kalıcı olmalarını sağlamaya çalışıyormuş gibi.
Bu provokasyonun temelinde ise Suriyelilere kalıcı olacaklarına dair verilen “güvence” yatıyor. Verilen bu sözler ve yardımlar, Suriyelilerin kendilerini daha güçlü hissetmelerine ve uzun vadeli yatırım yapmalarına yol açıyor. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın geçtiğimiz günlerde “Suriyelilerin ticarete atıldıkları, kanunun etrafında dolaşarak mülk edindiklerini ve zenginleştiklerini” vurgulaması “kalıcılaşmanın” boyutlarını göstermesi açısından önemli.
6-7 Eylül mü tezgâhlanıyor?
“Suriyelilerin kalıcı olduğunun düşünülmesi” toplumsal bir endişeye sebep oluyor ve bu durum tehlikeli bir çatışmanın da zemini yaratmış oluyor. Vatandaş böylesine bir durumda savunmasız olduğunu düşünüyor ve mültecilere yönelik tavrını değiştirmeye başlıyor. Bu durum, Türkiye açısından en tehlikeli senaryo.
Devletin dışında hiçbir güç mültecileri geri gönderemez. Ancak 6-7 Eylül olayları gibi bir tepkinin olması, süreci bambaşka bir noktaya götürür ve dünyada en çok mülteciyi barındıran ülke olan Türkiye, bir anda “mültecilere zulmeden baskıcı bir ülkeye” dönüştürülür. Böyle bir olayda kimin haklı ya da haksız olduğunun da bir önemi yok. Bizim amacımız “haklı çıkmak” değil, Türkiye’nin başına örülen bir çoraptan bir şekilde kurtulmak olmalı.
Çatışmalı bir senaryoda kesilecek ceza, “mültecilerin Batı’ya gönderilmesi” değil, “Türkiye’de kalarak siyasi haklarının tanınması” olur. Yani Suriyeliler gitmediği gibi, Batı’nın dayatmasıyla bir Tanzimat Fermanı da Suriyeliler için ilan edilir.
Asıl provokasyon “Suriyeliler gitmez” demek
Toplumun sinir uçlarıyla bu kadar oynanmasının başka bir sebebi olamaz. Örneğin Evrensel gazetesi, Suriyeli gazeteci Sarkis Kassargian’la geçtiğimiz günlerde bir röportaj yaptı. Kassargian röportajında “göndereceğiz söyleminin hakikatle hiç buluşmayan bir söylem olduğunu” dile getiriyor. Türk ülkesinde bir Suriyeli gazetecinin çıkıp açıkça “Suriyelileri gönderemezsiniz” demesi provokasyona zemin hazırlayacak önemli bir açıklama. Daha da kötüsü toplumun artık daha sık duyduğu bu sözlere iktidarın sessiz kalması ve hatta destek olması. En büyük provokasyon da bu zaten.
İktidar bu tahrik edici yaklaşıma bir taraftan sessiz kalıyor diğer taraftan da “ipler Türkiye’nin elinde” görüntüsünü yaratmak için “Suriyelileri onurlu biçimde geri göndermeye çalışacağız” açıklaması yapıyor. Halbuki çok değil daha 2 ay öncesinde muhalefete “Siz isteseniz de onları gönderemezsiniz, mülteciler bizim misafirimizdir,” diyen bir Erdoğan vardı.
Suriyeliler gerçekten geri gönderiliyor mu?
Bu “ikili” politikanın devlet açısından bir anlamı var. Devlet bir taraftan “Suç işleyen mültecileri hemen sınır dışı ediyoruz,” propagandasını yaparak artan tepkinin önüne geçmeye çalışıyor. Son haftalarda büyük illerde bulunan “Geri Gönderme Merkezleri”nin kapılarının gazetecilere açılması, otobüslere bindirilen Suriyelilerin fotoğraflarının servis edilmesi bu düşünceyle yapılıyor. Ancak sınırları ne ölçüde koruyabildiğimiz düşünüldüğünde, “sınır dışı” etmenin çok da inandırıcı olmadığı açık. Kaldı ki devlet daha büyük bir çabayı Suriyelilerin suç oranlarının ne kadar düşük olduğu konusunda toplumu inandırmak için harcıyor.
Diğer taraftan da Suriyelilere tepki gösterenlerin arkasında terör gruplarının olduğu propagandası yapılarak, tepki gösteren kitle terörle iltisaklı gösterilmek isteniyor. Vatandaşın susması ve tepki göstermemesi amaçlanıyor. Yine bu dönemde televizyon dizilerinde Suriyelilere yönelik eylemlerin PKK tarafından organize ediliyormuş gibi gösterilmesi bir tesadüf değil, “devlet aklının” toplumsal öfke kontrolü için giriştiği çocukça önlemler.
Geçtiğimiz günlerde Emniyet Genel Müdürlüğü açıklama yaparak sosyal medyada aslında Suriyeli olmayan bazı hesapların kışkırtıcı bazı paylaşımlar yaptığını, bunun arkasında da “FETÖ” olduğunu açıklaması da benzer bir aklın ürünü.
Suriyeli akınına engel ol(a)mayan devlet, bu sonu gelmek bilmeyen göçe tepki gösterenlere engel olmayı daha kolay buluyor. Peki vatandaş sussa ve tepki göstermeyi bıraksa ne olacak? Toplumsal rahatsızlığın dile getirilmesi ve her şeye rağmen birilerinin iddia ettiği gibi bir “pogrom” hadisesi yaşanmaması, toplumun bu soruna “barışçı” yaklaştığının bir göstergesi.
Ancak bu yaklaşım çok kolay biçimde kullanılabilir ve gerçek bir provokasyona zemin hazırlayabilir. Türkiye, AKP’nin besleyip büyüttüğü bir sorunla boğuşuyor. Herkesin mutlu olmasını sağlayacak “mükemmel” bir çözüm bulunması imkansız. Herkesi memnun edecek bir çözüm arayışının tek sonucu, sorunun daha kalıcı hale gelmesi olacak. Bu bilinçli bir tercih. “Çözümsüzlük” ve “belirsizlik” AKP’nin elinde kullanmaya çalıştığı bir koza dönüşmüş durumda.
Muhalefetin önünde çok ciddi bir sorumluluk var. Bir taraftan toplumsal tepkiyi dile getirmek, diğer taraftan da bu tepkinin bir öfkeye dönüşmesine engel olmak. Bunun için de yapılacak en sağduyulu şey, “Suriyelilerin geri döneceğinin” açıkça ve kesin bir dille söylenmesi.
Bu noktada oluşacak bir tereddüt, sorunu daha büyük bir kangren haline getirir. “Suriyelilerin burada kalıcı olacağını” söylemek kendisini “barışçıl” olarak lanse etse de çok daha büyük bir çatışmanın temelini atar.
Artık AKP’nin “Suriyelilerin varlığını” bir sorun olarak görmediğini, aksine bunu Türkiye’nin nüfus ve sosyal yapısını değiştirmek için kullanmaya çalıştığını herkes görüyor. AKP ve mülteciler arasındaki organik bağı görüp, bunun üzerinden mücadele vermek herkes açısından tek gerçek çözüm olacaktır.