12 Eylül 1980 darbesi ve sonrasında oluşan askeri yönetim, her ne kadar toplumsal güçlere yaptığı işkenceyle ve katliamlarla hatırlanıyorsa da, aradan 42 sene geçtikten sonra darbenin kimlerin işine yaradığı, hangi siyasi güçleri yok ettiği ve yarattığı toplumsal sosyoloji genellikle gözden kaçırılıyor.
AKP iktidarının Kenan Evren’le hesaplaşması siyasal İslamın da 12 Eylül’ün mağduru olduğu anlamına gelmiyor. Hesaplaşmanın asıl sebebi 12 Eylül’de payı olan İslamcıların güçlenerek darbenin bütün günahlarını askerlerin üzerine yıkmaları ve kendilerini temize çekme çabaları. Böylelikle İslamcı geleneğin “mağdur edildiği ama direnerek kahramanlaştığı” bir yakın Cumhuriyet tarihi yaratılıyor. Böyle bir yakın geçmiş, AKP gibi Ordu düşmanlığı üzerinden siyaset üreten siyasi söylem açısından bir zorunluluk.
Ancak propagandaya değil olgulara bakıldığında 12 Eylül ve sonrasının Türkiye’nin en gerici iki akımı olan siyasi İslamcılığı ve Kürtçülüğü nasıl güçlendirdiği artık açık biçimde ortadadır.
12 Eylül darbesinin yarattığı en önemli sonuç İslamcılığın ve Kürtçülüğün güçlenmesi olmuştur. Bu durum elbette kimilerinin iddia ettiği gibi “Diyarbekir cezaevlerinde” yaşanan direnişle ilgili değildi. Askeri yönetimin arkasındaki asıl güç olan ABD’nin asıl amacı tüm Cumhuriyet sosyolojisini değiştirmekti.
Böylece toplum ve devlet arasındaki “denge” durumu tamamen değişecek, yeni bir denge kurulacak ve yeni siyasi güçlerin devşirileceği bir toplumsal zemin hazırlanacaktı. Çoğu zaman es geçilse de ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”nin gerçek temellerinin 12 Eylül’le birlikte atıldığını söyleyebiliriz.
AKP’nin kurucu kadrolarına baktığımızda birçoğunun 12 Eylül darbesinden ardından devletin içinde bürokrat olarak görev alması bir tesadüf değildir. Bu dönem AKP’nin bugünkü yöneticileri açısından bir “stajyerlik” dönemi olmuştur.
Diğer taraftan askeri dönem sonrasında oluşan “sivil toplumcu” ve Kemalizm düşmanı hareketin içindeki isimlerin daha sonraları Ergenekon ve Balyoz davalarında Türk Ordusu’nu tasfiye etmeye yönelik operasyondaki isimlerle aynı olması, çoğunun da sonradan Taraf Gazetesi’nde çalışması 12 Eylül darbesinin izlerini ortaya koyuyor.
Ve elbette silahlı bir terör hareketinin yaratılması da projenin diğer bir amacıydı. PKK’ya silah tedariği sağlanmadan ve güçlü bir Kürt hareketi yaratılmadan atılan diğer adımların bir önemi olamazdı.
Yani 12 Eylül söylenildiği gibi asayişi sağlamadı aksine toplumsal güvenliği çok daha büyük boyutlarda tehdit edecek bir terör hareketinin önünü açmış oldu.
Şimdi bu önü açılan güçlerin 12 Eylül’e küfretmeleri hiç kimseyi aldatmamalı. 12 Eylül darbesi Siyasal İslamcılığın ve Kürtçülüğün önünü sonuna kadar açarken, gerçek bir sol ve Atatürkçü anlayışın oluşmasının da önüne geçmiştir. Bugün gerçek bir muhalefetin oluşmamasının, sol ve Atatürk arasında yapay bir makas yaratılmasının temellerini de burada aramak en doğrusu.