Şöyle bir haber metni yazmışlar:
“Şanlıurfa’da ahırda asılı bulunan 12 yaşındaki Abdulbaki Dakak’ın eğitim gördüğü kaçak medrese kapatıldı. Medresede görevli imam açığa alındı.”
Her şeyden önce şunu bilelim; AKP devrinde bir konu ayyuka çıkmışsa, basına yansımamış ve hasıraltı edilmiş çok sayıda benzeri de olup bitmiştir. Dolayısıyla bu artık Türkiye’de olağan bir cümle. Ama 21 yılda vardığımız noktanın çeşitli boyutlarını gözler önüne sermesi bakımından önemli.
Bu arada Şanlıurfa dediği, Eyyübiye ilçesi oluyor. Her seçim kanın gövdeyi götürdüğü –bu seçimde CHP’li milletvekili darp edildi– vatandaşların yerine toplu halde oy doldurulup göz göre göre millet iradesine kast edilen bir yer burası. Edilgen cümle kurduğuma bakmayın siz. Buralar Menzil’den soruluyor.
Aslında tarikat yapılanmaları, tüm ülkede Eyyübiye gibi çok sayıda ilçe ve mahallede sessiz sedasız devleti ortadan kaldırmış. Savcılık makamında oturan her kimse, intihar deyip geçmiş. 12 yaşındaki çocuğun intiharı hiçbir yerde intihar değildir. Ya intihar süsü verip öldürdüler ya da dosdoğru intihara sürüklediler.
Hem kaçak medrese ne demek? 12 yaşındaki çocuk, yasak ve kaçak olan bir medresede neyin eğitimini görecek? Kendini asma eğitimi mi?
Peki, medresede görevli imamın açığa alınması? Diyanet kurumu zaten çeşitli hilelerle Millî Eğitim’in alanını fazlasıyla istila etmiş durumda. Yetmiyor, devletin imam diye maaş verdiği adam bir de kaçak yoldan çocuklara dokunuyor.
Sonuç? Çocuğun ölüsünü kaçak medresenin hemen yanı başındaki ahırda buluyorlar.
Ama şaşıracak bir şey yok. Zira aile şikâyetçi değil. “Gavs” şikâyetçi ol derse, olur. Olma demiş, olmuyorlar. Bu kadar da net.
Ailelerin şikâyetçi olmaması, buralarda devletin yok edildiğinin bir başka göstergesi. Burası Gökçe Fırat’ın sıkça yinelediği gibi gerçekten de sosyolojinin sınırları dışında. Bildiğimiz anlamıyla insan burada yok. Artık antropolojinin hüküm sürdüğü bölgedeyiz.
Evladının, canının, yavrusunun hesabını sormuyor diyeceğim ama bu kelimelerin anlamı “baba” olarak tanıtılan adamın zihnine belli ki işlenmemiş. Çocuğun dünyasını daha baştan karartmışlar. 12 yaşındaki Abdülbaki, hiç istemediği bu tarikat tezgâhına ailesinin zoruyla devam etmiş. Bundan sonra intihar da cinayet de her türlü istismar da ân meselesi. Yani ortada aile falan yok. Sadece bir nüfus kütüğü var.
Ama daha önemli sonucu şu: Siyasal İslam’ın “kutsal aile” söylemi baştan aşağı iğrenç bir yalan. Zira devletin teminatını yok edip ailenin mahremiyetine dokunan, aileleri paramparça edip köleleştiren en başta kendileri. “Önce kadınlar ve çocuklar” modern toplumda ilk kurtarılacakları ifade ediyor ama vampirlikten ibaret tarikat/cemaat dünyasında ilk kanı emilecekler demek.
Biliyorsunuz AKP, zaten içini boşalttığı Millî Eğitim’e şimdi bir de Diyanet’ten din görevlisi almaya başladı. İşte, Abdülbaki Dakak’ın ölümünde açığa alınan imam da 100 bin tane pırıl pırıl öğretmen adayı beklerken atananlardan biri. Yani çocukları öldüren, öldürmese de yaşarken öldüren bu pis düzen, şimdi AKP iktidarı eliyle tüm MEB okullarına sirayet edecek.
Yanılmak istiyorum ama görünen köy kılavuz istemez. Abdülbaki Dakak’ın ölümü, önümüzdeki günlerde ülkenin her yerinde yaşanacakların bir demosu gibi.
Sorumlu anne babalar, çocuklarını öğretmenlerinden başka kimseye emanet etmemeli ve ne idüğü belirsiz tiplerin yaklaşmasına izin vermemeli. Bu, en temel aile görevidir. Buna ne okul müdürü engel olabilir, ne polis, ne de AKP’nin feriştahı!
Ailemizi, çoluk çocuğumuzu korumadan vatanı da koruyamayız, cumhuriyeti de… Gövdemizi siper edip bu hayâsızca akını durdurmak zorundayız.