Yunanistan’da yaşanan tekne kazası sonucu 700 kişiden fazla mültecinin ölmesi büyük bir trajedi. Olay ajanslara “kaza” olarak düşse de, Yunan sahil güvenliğinin teknenin batacağını bildiği halde müdahale etmemesi; ortada bir kaza olmadığını, yaşananın büyük bir katliam olduğunu ispatlıyor.
Yunan Devleti, Avrupa’nın kendisine verdiği “koruma kalkanı” görevini layıkıyla yerine getirmiş, batan teknede canını kurtarmak isteyenleri görmezden gelmiş ve sadık bekçilik görevinde ne kadar acımasız olabileceğini bir kere daha göstermiştir.
Katliamın 8 Haziran kararlarından sonra yaşanması tesadüf değil. AB’nin yaptığı yeni anlaşmaya göre mülteci kabul etmeyen ülkeler, oluşturulan fona kişi başına 20 bin avro para ödeyecek. Yani parasını ödeyenin mülteci almayacağı kirli bir anlaşma yapılmış durumda. Türkiye gibi “güvenli ülkelerden” gelenler derhal “bedelsiz” geri gönderilecek.
Dünyada en çok mülteci barındıran ülke olmamıza rağmen Türkleri “ırkçılıkla” suçlayanlar ise Yunan katliamına karşı sessiz. Gerçek bir ırkçılığın nasıl yapıldığını görmüş olabilirler. Ancak bu tavır Yunanistan’la sınırlı tutulamayacak ortalama bir “Avrupalı” tavrı. İngilizler de en son mültecileri Ruanda’ya göndermenin planlarını yapıyorlardı.
Türkiye açısından en kötüsü ise ülkenin Avrupa’ya geçmeye çalışan mülteciler açısından “güvenli liman” haline gelmiş olması. İnsan kaçakçılığının merkez üssü haline gelmiş durumdayız.
AKP sayesinde dünyanın en kalabalık mülteci istasyonu haline getirildik. Daha batıya geçebilenin geçtiği, geçemeyen ise Türkiye’de kalarak fırsat kolladığı bir coğrafya haline geldik.
Öylesine bir dönemden geçiyoruz ki Taliban, Türk Devletine “ülkeye kaçak yollarla girmiş Afgan mültecileri kabul etme” çağrısında bulunabiliyor.
Ve Yunanistan’da yaşanan katliam bir kez daha ispatlıyor ki; Avrupalı devletler açısından mültecilerin girişine engel olmak en önemli mesele haline gelmiştir.
Seçimlerden sonra batı medyasında yapılan “Erdoğan’ın kazanmasının Avrupa’da sevinçle karşılandığı ve göç anlaşmasının devam edeceği” haberleri abartılı değil.
Avrupalı en çok mülteci akınından korkuyor. Yunanistan’ın cellatlığı kendisine verilen bir misyonun acımasızca yerine getirilmesinden ibarettir.
Diğer taraftan AKP’nin mültecileri bir koz olarak gören tavrı, Yunan Devletinin ve AB’nin bu gayriinsani tavrını cesaretlendiriyor.
Sadece onları değil elbette, mülteciler açısından Türkiye, Avrupa’ya ayak basamasalar bile “geri itilecek” güvenli bir liman haline gelmiş durumda.
“En azından Türkiye’ye geçeriz” düşüncesi sonu olmayan yolculukların sebebi olurken, mülteci kütleler içinde böylesi bir rahatlığın oluşması da AKP’nin Türkiye’yi getirdiği noktayı gösteriyor.
Böylece batının mülteci düşmanlığı ve AKP’nin mülteci seviciliğiyle sonuçlanan Türk düşmanlığı aynı noktada birleşmiş oluyor.
Denizin ortasında yüzlerce çaresiz insanın ölmesini izlemek ne kadar büyük bir ahlaksızlıksa, “ensar” ambalajıyla Türkiye’nin demografik yapısının değişmesinin önünü açmak da o kadar büyük bir ihanettir.