17 Ağustos depreminin üzerinden 24 sene geçti. Ders çıkarabilmiş olsaydık 6 Şubat depremlerini çok daha az bir kayıpla atlatacaktık.
6 Şubat depremleri için “kader planı” demek de, “yüzyılın felaketi” diyerek sorumluluğu unutturmaya çalışmak da, yıkılan binaların 2000 yılından önce yapıldığını söyleyerek kabahati vatandaşta bulmak da, imar affında “oluşabilecek hasarlardan dolayı devlet sorumlu tutulamaz” imzası almak da politik bir tercihin sonuçlarıydı.
Halkçı ve kamucu bir iktidar, 17 Ağustos enkazının altından “güvenli konut”u bir insan hakkı olarak tanıyıp, yaşananlardan ders çıkartarak olabilecek daha büyük felaketlerin önüne geçebilirdi.
Böyle bir adımın maliyetini yüksek bularak bundan kaçınanlar şu anda çok daha büyük bir faturayla karşı karşıya.
Ancak şehirlerin haritadan silindiği bir ortamda, yaşanan insan kaybı çok daha önemli.
17 Ağustos “eski Türkiye”nin, 6 Şubat AKP’nin inşa ettiği “yeni Türkiye”nin depremidir. Maalesef iki depremde de Türkiye çaresiz kaldı. İki depremde de ölen, kayıtlara “kayıp” olarak geçen ve bir mezarı bile olmayan Türk milletiydi.
Meclisten geçirilen imar afları, denetleme mevzuatının kâğıt üzerinde kalması, belediyeler ve müteahhitler arasındaki yakın ilişkiler ders alınmadığını gösteriyor.
6 Şubat depremi sonrasında “müteahhit avı”na çıkılmış ancak bunlara onay veren belediyeler hakkında hiçbir işlem yapılmamıştı.
Şimdi bu müteahhitlerin birçoğunun çok az ceza aldığını ve birçoğunun da tahliye edildiğini görüyoruz.
Tıpkı 17 Ağustos’un sembol isimlerinden Veli Göçer’in bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye olup inşaat işine geri dönmesi gibi.
Dünyanın her ülkesinde bu tür afetler, iktidarın hesap vermesine vesile olurken; AKP’nin faturayı “eski Türkiye”ye kesmesi, bunun da karşılık bulması dünya tarihine geçecek türden bir olay.
Belli ki sorumluluktan kaçma konusunda bir ders çıkartılmış.
Ancak 17 Ağustos’un enkazı üzerinde var olmuş bir siyasi hareketin yapılan birçok uyarıya rağmen tedbir almaması ibretliktir.
Üstelik “hızlı hareket etme” gerekçesiyle hayata geçirilmiş bir başkanlık sisteminin böylesi bir kaos anında nasıl hareketsiz kaldığı ve çöktüğü de ortaya çıktı.
17 Ağustos depremi, Türkiye’nin düzeninin değişmesi açısından önemli bir ders olabilecekken tam tersi biçimde yeni depremlerde yeni çaresizliklerin zemini hazırladı.
24 sene sonra daha “büyük” bir Türkiye var. Ama depreme daha hazırlıklı diyemiyoruz.
Deprem bölgesinde yaşayan tüm vatandaşlar Rus ruleti oynarcasına sıranın kendisine gelmesini bekliyor.
6 Şubat’ta izleyip gözyaşı döktüğümüz insanlar, çok kısa bir süre sonra belki bizler için gözyaşı dökecek.
Günlük çözümler üzerinden ilerleyen bir toplumsal yapının afetler karşısındaki acziyeti her seferinde biraz daha belirginleşiyor.