“anadolu’yu sevmek cesaret ister,
adım başında yoksulluk,
adım başında keder,
ve kelepçe
adım başında…”
O cesareti gösterenlerden biriydi.
O, sevdi, sevildi.
O, unutturulmak istenen ama unutturulamayandı.
O, ayaklarına zincir, bileklerine kelepçe takılandı.
O, hücrelere atılan ama yılmayan adamdı.
İsmi Arif Damar. Nam-ı diğer Arif BARİKAT.
1940 Kuşağı’nın belki de en farklı şairlerinden biriydi. Gerek şiire bakış açısı gerekse toplumculuk anlayışı yönünden diğerlerinden ayrılıyordu biraz.
“Toplumcuyum, gerçekçiyim ama toplumcu gerçekçi değilim” diyordu. Toplumculuğu, çağına tanıklık etmesinden; gerçekçiliğiyse, şiirde sürekli yeniliğin peşinden koşmasından geliyordu.
Bundan dolayıdır ki, 40 Kuşağı şairlerinin Garip akımına bakışı yoktu Arif Damar’da. Yıllar sonra İkinci Yeni şiire yönelmesi biraz da bu yüzdendi.
Arif Damar’dan “Barikat”a
Arif Damar, yazın dünyasında kader ortaklığı yaptığı birçok arkadaşı gibi aynı alınyazısına sahipti sanki.
1925 yılında Gelibolu’nun Karainebeyli köyünde doğan Arif Damar, dört yaşında babasını, on yaşında annesini kaybetti. Enver Gökçe, Ahmed Arif, Şükran Kurdakul,
Hasan İzzettin Dinamo gibi Arif Damar da yetim ve öksüz bir çocukluk dönemi geçirdi.
Lise yıllarında “Harika Çocuk” imzasıyla dergilerde şiirleri yayımlanırken okulla ilişiğini kesmişlerdi. Dönemin ünlü aydınlarından Hasan İzzettin Dinamo’nun bizzat tanışmak için okuluna geldiği bu “Harika Çocuk”, lise ikiden terktir artık. Bu durum onu hiç üzmediği gibi, aksine mutlu etmişti. Yıl 1943, 18 yaşında zıpkın gibi bir delikanlıydı ve dağlar çok cezbetmekteydi onu.
“köroğlu’na kale olan
benim de bakıp bakıp
köroğlu olasım geldiği
dağlarımız vardır.”
Dünyayı kasıp kavuran Hitler Almanya’sının Trakya’ya kadar dayandığı günlerdi.
Arif Damar’ın da dağlara çıkıp faşizme karşı savaşmak istediği günlerdi.
“Harika Çocuk”tan “Barikat”ın doğuşunun habercisi olan günlerdi.
Barikat…
Biz solcular severiz böyle isimleri.
Peki, neydi barikat, ne demekti? Hem Arif Damar için hem bizler için ne anlam ifade ediyordu?
Alelade alınmış bir takma ad mıydı sadece, yoksa altında yatan bir anlam mı vardı?
Toplumculuğunu, solculuğunu vurgulamak için miydi yoksa?
Çok daha fazlasıydı elbette. Arif Damar’ın hayata karşı duruşunu temsil ediyordu “barikat” ismi. Son derece bilinçli almış ve ömrünün sonuna kadar bu ismin hakkını vermiş biriydi. Doğduğu gün kazınmıştı sanki ruhuna. Babası Hacı Hüsnü Efendi, Arif’le birlikte “barikat”ı da okumuştu sanki kulağına.
“biz ki Arif Barikat’tık zaman-ı evailde
bakındık sadece”
1956’dan sonraki şiirlerinde bu mahlası bıraksa da ruhundan çıkarmadı barikatı.
Annesiyle babasını çocukken kaybetmişti, çocukluğunu yaşayamadan bir günde büyümüştü; yıkılmadı barikatı. Hapislere attılar, işkence ettiler ona; barikatı yine yıkılmadı. Aç kaldı, işsizdi; yine yıkılmadı barikatı.
Barikat, bir felsefeydi onun yaşamında.
“en karanlık gecede
beyaz gül
daha beyaz”
dizelerini yazdıran bir direniş, bir vazgeçmeme felsefesiydi.
İlk kitabı çıkamamış şair
İlk kitabı çıkamamış şairlerden biriydi Arif Damar.
40’lı yılların siyasi ortamında kitap çıkartmak hiç kolay iş değildi. Buna ekonomik sıkıntılar da eklenince mümkün olmayan bir şeydi kitap çıkartmak.
İlk kitabı “Dost” 1945 yılında hazırdı aslında. Aziz Nesin’in çıkardığı Cumartesi isimli dergide tanıtımı dahi yapılmıştı fakat kitap için 150 Lira gibi bir ücret gerekliydi.
Yine aynı dönem Enver Gökçe, Sefer Aytekin gibi isimlerle Ant dergisini çıkardıkları dönemdi.
Nâzım’ın cezaevinde takip ettiği, Kemal Tahir’e bir mektubunda: “Ant dergisi yazarlarını pek beğeniyorum. Aşk olsun delikanlılara…” dediği dergi.
Dergiyi kendi imkanlarıyla ayakta tutmaya çalıştıkları dönemde kendi adına kitap çıkartmanın, devrimci ahlâka uymadığı dönemdi.
Ant dergisi, dönemin solcu aydınlarının seslerini duyurabildiği en önemli yayın organıydı. Hitler’e tavır alabilen, savaş karşıtı ve antifaşist çizgide yayım yapan bir derginin varlığı kitap çıkartmaktan daha önemliydi ona göre.
Barikatta aşk
“bir aşk şarkısı yazmak isterdim senin için
unutulmasın ebediyete kadar
sensiz geçen anılarım gibi hazin
ve aşkımızla yüklü olsun mısralar
bir aşk şarkısı yazmak isterdim senin için
sığdırsın içine bütün güzellikleri
semanın maviliğini ve sonsuzluğunu sevgimizin
Ve bitsin ‘seni seviyorum’la cümleleri”
“Nâzım eğer aşk şiiri yazmamış olsaydı, biz toplumcular buna cesaret edemezdik” diyor, Arif Damar.
Cesaret edebilirler miydi, edemezler miydi bu ayrı konu fakat toplumcular da insandır. Onlar da sever, onlar da özler, onlar da ağlar, onlar da yaşar. Evet, yaşar. Yani insana ait her şeyi yaşar.
Nedendir bilinmez, solcuların kendilerini robotlaştırıldığı bir dönem varmış. Bir şairin aşk şiiri yazmasının, şairin toplumcu özünden kopuşu gibi görüldüğü bir anlayış biraz hakimmiş. Oysa ki, yaşamak sevmekten ibaret değil midir?
Barikatta özgürlük ve isyan
O, özgürlüğü sadece kendi ülkesi için istemedi. Ezilen dünya ve insanlıktan yanaydı her zaman. Onun amacı insanlığın kurtuluşuydu ve insanın kurtuluşu da ancak böyle sağlanabilirdi. Dünyanın neresinde bir zulüm varsa, kalemindeki yürek orası için atmalıydı. Zulüm bitmeden kalemi tükenmemeliydi.
Yeri gelir Franco’nun İspanya’sındaki insanlar için atmıştı yüreği:
“pirene dağlarında açan bir çiçek var,
kuytuda, onu kana boyayamadılar,
bu çiçek yakın bir sabahta,
hürriyet için açacak.
ve “nısf-ı leyl’de”
hürriyetin kudretli rüzgarı vuruyor
görünmez yumruğuyla penceresine.
demirden bir el sıkıyor boğazını,
bağırarak fırlıyor yatağından
ve gövdesi ağır geliyor
ince bacaklarını tutan eller kırılalı…
mücadelenin bittiği yalan
yakın kurtuluş günün
talihsiz İspanya.”
Yeri gelir Endonezya, Vietnam, Kongo için…
Lumumba’nın ardından yakar ağıdını:
“elleri yaprakları araladı
oralarda karanlık çok bulunur
oralarda ölüm çok bulunur
öldü elleri Lumumba’nın”
“Vietnam için şiir yazılmaz, Vietnam için döğüşülür, Vietnam için ölünür” diyordu, şair.
Ve çocukların daha doğmadan öldürüldüğü bir ülkede acıların en acısını “git Vietnam’da ana ol” diyerek gösteriyordu bizlere.
Çağına tanık olmak sanık olmaktan geçer
“ve sen göz bebeğim
sen erkek sesinle
‘işsiz kalmasın insanlar, öldürmeyelim birbirimizi’ dersin
milyonların içinden
milyonlardan ve gün ışığından uzağa götürülür,
işkence görür,
hapis yatar,
sürgün edilirsin,
sevilecek şeyler değilse de bunlar
DAYANILIR…
halbuki günden güne yaşanacak hale gelen yeryüzünde
toprağın ve insanoğlunun ümitle yarattığı her şey
çatlayan tohum, akan su,
ana şefkati, çocuk iştahı, insan tahammülü,
hayatı öven şiir,
kardeşliği söyleyen şarkı
mücadele eden resim
ve emekçinin yüreği, elleri, hasreti
harbe ve ölüme karşıdır
DAYANILMAZ…”
Evet, yine 51, yine 142…
Bugünleri yaşayan bizler için matematikte iki sayı sadece. Oysa ki, 1940 Kuşağı’nı kaderi olan, kaderini çizen acı gerçeklik.
142. Madde’den yargılanıp “51 tevkifatı”nda içeri alınmak…
Sanki önceden yazılmış ve değişmesi mümkün olmayan yaşam…
“dostlar sürgün
dostların asabı bozuk
ben onların ortasında
tek başına kalan değil.”
Bazen bir mektuptur bahanesi, bazen bir kitap, bazen bir dize. Dedik ya, yaşanılacak olandan kaçılmaz. İlle de yaşayacaksın o kaderi, ille de yaşatacaklar sana.
“Dayanılmaz” şiiri, önceden belli olan bir yazgının, Arif Damar’a da iki yıl yaşatılmasının bahanesidir.
Tutuklandığına sevinmiş, çıktığında ise üzülmüştü. Ruhu zaten özgürdü fakat bedeni özgürlüğüne kavuşamamıştı ki. Polis her daim takipteydi, fişlenmişti. Ve üstelik aç bir insan olarak çıkmıştı cezaevinden. Nesine sevinsindi böyle “özgürlüğün”?
“ay, ay may yoktu Arif Barikat, açtın aç” dizesi, bir dizeden ziyade iç çekişi, bir feryadı, bir dönemin tarihini anlatmıyor mu?
Bugün bile öyle değil mi?
Ekmek bulamayan bir insana güzelliklerden bahsedebilir misiniz? O bunu görebilir mi?
Olanlara sessiz kalmamanın, tepki koymayın, insanlara doğruları anlatmanın; yani çağına tanıklık etmenin sonucu, sanık sandalyesine oturmaktır bu ülkenin yazılmış kaderinde.
Değişir mi?
Elbette değişir, değişmeli…
Ya da:
“ille görmek için mi beklenir güzel günler
beklemek de güzel”
***
Yakın zamana kadar 1940 Kuşağı’nın yaşayan son şairiydi. 20 Ekim 2010’da onun ölümüyle beraber bir kuşağın hikâyesi de bitmiş oldu.
Büyük bir miras, öğrenilmesi gereken bir tarih ve dibi olmayan şiir kuyusu bıraktılar arkalarında.