2024 yılının bugün hariç geriye kalan son dört gününde, şayet bir yerlere göktaşı düşmeyecekse, genel resim ortaya çıkmış ve önümüzdedir…
Özetle ifade etmek gerekirse; içte ve dışta insanlık adına olumlu sayılabilecek en ufak bir gelişme ya da bir heyecan kıpırtısı kaydedilmedi.
●●●
İçte CHP, 31 Mart seçimleriyle çok iyi başladı. Zafer o kadar net ve sarsıcıydı ki, yalnızca iktidar cenahı değil muhalefette de bazıları ilk birkaç gün şoku atlatamadı. 2019’daki seçimler ve tekrarlanan İstanbul seçimlerinin psikolojik mirası elbette yadsınamaz fakat bu son seçimde hiç tahmin bile edilemeyecek yerlerde parti tek başına yarıştı ve silip süpürdü. CHP, bazı bölgelerde kent ittifakı adını verdikleri taban ittifakıyla bir bütün muhalefet olarak yirmi ikinci yılında istibdat rejimine karşı özellikle de metropollerde sarih bir üstünlük sağlamış ve yine ilk defa parti oyları sıralamasında birinciliğe yerleşerek yerelde iktidar olmuştu. Aslında siyaset sosyolojisi açısından bu sonuçlar, 14-28 Mayıs 2023 sonuçlarını yırtıp çöpe atan sonuçlardır fakat CHP liderliği her nedense bu psikolojik üstünlüğü bir ay bile taşıyamadı. Güçlü bir erken seçim talebini daha da yükseltmek yerine pasif hamlelerle ve son olarak 1 Mayıs günü yaşattığı hayal kırıklığıyla Bozdoğan Kemeri’nde kendi kendini boğdu.
Bugün ise Türkiye halen çalışan nüfusunun çok büyük bir bölümünü doğrudan ilgilendiren asgari ücret mevzusunu o traji-komik rakamlar seviyelerinde tartışıp öylece karara bağlıyor. Yine bu bağlamda hatırlatmak yerinde olacaktır; umutlarınızı kırmak gibi olmasın ama çeşitli kaynaklardan takip ederek yazılarıma alıntıladığım projeksiyonların hemen hepsinde Türkiye 2050’li yıllarda bile nominal milli gelir bazında yerinde sayıyor maalesef. Yani elindeki potansiyeli liyakat ölçüsünde en verimli biçimde kullanacak yerde nitelikli iş gücünü ve genç beyinleri kaçırtan bağnaz rejimin marifetiyle önümüzdeki 25 yılda da aynı zorlukları çekmeye devam edeceğiz! Hatta sıralamada değilse bile genel değerlendirmede bence daha kötü olma ihtimali de söz konusu zira genel çürümenin etkisiyle gelir adaletsizliğindeki uçurum günden güne artmakta.
CHP’nin beceriksizliği ve baskıcı iktidarın siyasi ömrünü uzatmak uğruna her yola başvurduğu Türkiye’deki genel tablonun resmettiği yoksulluk, yolsuzluk, şiddet ve ihanet en iğrenç haliyle gözler önündedir.
●●●
2024 yılı Türkiye’de olduğu gibi dünyanın birçok yerindeki iki yüzlü ve halk düşmanı iktidarların hayatta kalma çabalarıyla geçti. Önümüzdeki yıllar da belki bu çabalar ve bunlara bağlı komplikasyonlarla geçecek. Bu açıdan dünya halklarına sabır ve selamet dilerim.
Bismarck’a atfedilen o özlü söz ne kadar da yerinde; “Sosis imalatı ve politika umuma açık yapılmaz!”
Bu yıl İsrail’deki saldırgan Siyonist rejim için altın bir yıl oldu. Şu gün itibarıyla ortaya İslam ve insanlık adına korkunç bir manzara çıktı ama ne yazık ki, yaygın olarak Müslüman ülke halklarının bu durumun farkındalığında olduğu söylenemez. Hiç kimse Ekim 2023’teki terörist eylem yüzünden tek başına Hamas‘ı suçlamaya kalkmasın. O eylem olmasa başka bir eylem yaptırılacak ya da bir bahaneyle operasyonlar başlatılacak ve yine başta Gazze olmak üzere Müslüman veya mazlum halka ait ne varsa dümdüz edilecekti. Çünkü ilk düğme yanlış iliklendi. Genel görüşün aksine ilk düğme 1948’de değil, daha yakın bir tarihte, Arap Baharı yıllarında iliklendi.
Müslümanların bugün içinde bulunduğu durum içler acısıdır ve tüm dönemlerdekinden daha umutsuz bir haldedir.
Büyük ölçüde halen ABD’nin boyunduruğu altındaki Avrupa için de aslında 2022 ve 2023 ile kıyaslandığında 2024 fena bir yıl olmadı. Elbette buradan Batı’nın güçlü bir ittifak halinde Doğu’ya karşı verdiği önleyici savaşta Avrupa’daki entelijansiyanın topyekûn NATO’cu bir konseptte politik okuma yaptığı anlamı çıkmaz; ancak şurası da çok açık ki, öcü olarak gösterilen Rusya’nın Ukrayna’da bir türlü işin içinde çıkamaması ve Suriye’deki çözülme Batı ittifakının bu gelişmiş ülkelerinde büyük ölçüde olumlu karşılanmıştır. Avrupa’nın baş etmek zorunda olduğu bir takım sosyal sorunları elbette halen ciddi boyutlarda fakat bunlar Türkiye’deki rejim medyasının anlamsız bir memnuniyet eşliğinde servis ettiği felaket haberleri boyutunda değil henüz. Daha önce de birkaç defa ifade ettiğim haliyle; Avrupa Birliği, Otuz Yıl Savaşları ile başlayan ve son olarak İkinci Dünya Savaşı‘nın ortaya çıkarttığı durumun zorunlu kıldığı bir tarihi gerçekliktir. Geçen hafta Berlin yakınlarındaki bir kentte (Magdeburg) yaşanan menfur saldırıyı hariç tutacak olursak bu yerlerdeki halk önceki yıllarda olduğu gibi sakin bir Noel’i geride bırakarak biraz daha umutlu bir bakışla yeni yıla hazırlanmaktadır. Hükümetin düşüp düşmediğiyle birçoğu ilgilenmez çünkü kamu düzeni aylarca süren hükümetsiz zamanlarda bile muntazam şekilde işlemektedir.
Oysa, Türkiye’deki besleme basın tüm bunları bildiği halde utanmadan halkı manipüle etmeye devam etmektedir.
Benzer manipülasyonun daha tehlikelisi son on iki yılda Suriye İç Savaşı üzerinden Türkiye’nin yanlış Orta Doğu siyasetinde de yapılmaktaydı. Yılın son ayında sürpriz bir biçimde Şam’ın düşmesiyle bu manipülatörlerin daha büyük bir şevkle bunu sürdürmekte olduklarına şahit oluyoruz. Bu yaklaşımın Türkiye’nin yararına olmadığı zaten açıktır ve lakin çok uzak olmayan bir gelecekte günü kurtarma ve iktidarı koruyabilme telaşındaki rejimin de yararına olmadığı anlaşılacaktır. Yaklaşan İsrail tehdidini dahi görmezden gelerek yalnızca Suriye’deki sahte devrimin ve Batı’nın gazıyla terörün ve savaşın gönüllü paratoneri haline gelen Türkiye’deki iktidar, 2025 yılına yalancı bir baharın ferahlığıyla giriyor. Ancak şu saatten sonra daha itidalli hareket edilmesi, Rusya’dan ziyade bilhassa İran’daki politik gelişmelere karşı çok dikkatli olunması yerinde olur. İran, siyasal İslamcıların paranoya haline getirdiği kadar değil belki ama son gelişmeler ışığında artık Türkiye için bir tehdit unsuru haline getirilmiştir. Tam net olarak görünmese de, İran’ın durumu kurtarmak adına daha agresif saha çalışmalarına girişeceğine, Kürt kartı da dahil olmak üzere son kertede yeni açılımlarla dengeleri yeniden kendi lehine çevirmeye çalışacağına dair bir takım işaretler var. Bu işaretler resmi daha net hale getirdiğinde şartlar bir Türkiye-İran savaşını da önümüze çıkarabilir. Elbette bir sıcak çatışma değil belki ama iki ülke rejiminin ortak egemenlik iddiasında bulunduğu yerlerde vekiller üzerinden yürüyecek bir savaş!
Türkiye’deki rejimin yoğun irredantist hevesleri yüzünden saplanılan bataklıktan bir çıkış planı da olmadığı için önümüzdeki yıllarda bir iktidar değişimi olsa bile sorunlar aynen devam edecektir. Suriye’de geçici hükümet olarak sunulan kravatlı terörist çetelerle deniz yetki alanları için bile anlaşma zemini yoklayan bir Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin nasıl bir kör düğüm bırakacağı belirsizdir. Şimdiye kadar bir hayrını görmemiş bile olsa iyi kötü NATO üyesi olan ülkenin iktidarı bunun verdiği rahatlıkla ve köhne bir zihniyetle adeta Batı’nın bir koruyucu siperi gibi ve çağdaş dönemin fütuhatını yapıyormuşçasına bir genişleme hevesindedir. Ancak unutmamak gerekir ki, genişleme hevesi büsbütün sarsıntıları ve terör riskini de arttıracak ve neticede bir takım kronik sorunlar ortaya çıkaracaktır. Artık Şam’da veya Halep’te bir sinek kanat çırpsa bu kaçınılmaz bir biçimde Ankara’da rüzgar etkisi yapacaktır. Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluştaki şiarı bellidir: Yurtta sulh cihanda sulh!
Bir kutup yıldızını takip eder gibi bu takip edilmelidir; aksi takdirde bataklıktan kurtulabilmek pek mümkün değildir.
●●●
Son birkaç günde bir parça vakit bulabildik ve sinema keyfi yapalım dedik. Daha önceleri seyretme fırsatı bulamadığım, biraz da eski sayılabilecek bir film seçtim: 1941 Baharı
Filmi seyrederken aklıma İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Türk dış politikası ve pek tabii İsmet İnönü geldi. Her fırsatta eleştiri dozunu kaçırıp hakkında iftiraya varan söylenceler ürettiğimiz Batı Cephesi Orduları Komutanı ve İstiklal Savaşı kahramanı İsmet Paşa… Bugünün savaş heveslisi, barış zamanının kantin subaylarıyla o yıllarda sonumuz ne olurdu düşünemiyorum bile. Ama şurası açık; savaş bir oyun değildir ve bunu en iyi de askerler bilir. Bu vesileyle, İsmet İnönü’yü de vefatının elli birinci yıldönümünde rahmetle anıyorum.
●●●
Ne olursa olsun en karanlık tabloda bile ümitvar olmak, mücadeleyi bırakmamak ve artık önümüze bakmak durumundayız. Henüz her şey bitmiş değildir. Öyle ya, sonuçta hayatta kalmak da bir tür mücadele… Bu vesileyle 2025 yılının kavgadan uzak gönlünüzce geçireceğiniz bir yıl olmasını umar, esenlikler dilerim.