Gezi’den depreme sarı baret
Sabah saatlerinde Antakya’ya giriş yaptık. Antakya diyorum ama en son 2017’de geldiğim, tarihi sokaklarında yürüdüğüm, harika lezzetlerini tattığım, üstüne de mutlaka künefe yediğim Antakya değil burası…
Gezi’de, Taksim’den sonra direnişin merkeziydi Antakya.
O gün Antakya sokaklarında sarı baretiyle direnen koca bir halka; bugün Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen sarı baretliler umut olmaya çalışıyor.
Depremin 5. günü!
Hala ses gelir mi diye enkazda dolaşan ekipler, etrafta umutla bekleyen yakınları…
İlk gün kendi haline bırakıldı Hatay!
Sonraki gün ve daha sonrası da!
Vinç istediler, kepçe istediler. “Ses geliyor, yardıma gelin” dediler.
Anadolu’nun her yerinden vatandaşlar akın akın geldi kendi çabalarıyla.
Ama AFAD gelmedi!
“Susuz ve açız” dedi Antakya!
Halk, su ve ekmek taşıdı.
Ama“Devlet” ulaşamadı!
Ses var, susun!
Enkaz başında bekleyenleri umutlandıran en müthiş cümle: “Ses var, susun!”
Ve o saniye, herkes susuyor. İş makinaları duruyor, araçlar kontak kapıyor. Sanki gözlerini bile kırpmıyor insanlar…
İste bugün, 100. saati aşmamıza rağmen, birçok enkazda aynı anons. Aynı bekleyişler, sevinç gözyaşları ve uzun bekleyiş sonrası açılan yaşam koridoru…
Ve şimdi gözlerim yine doluyor. Bugün o yaşam koridorunun bir parçası olduk biz de. Enkazdan ambulansa giden o direnişte el uzattık İkra’ya…
Ambulans sireni, normalde ne kadar ürkütücüdür. Ama bugün duyduğumuz her siren mutlu etti Antakya’yı. Her siren sesi “yaşıyorum” çığlığıydı.
Elveda Antakya!
Evet, şimdi Gaziantep’e doğru yola çıktık. Bir daha ne zaman gelirim bilemiyorum. Ama bildiğim tek şey, artık Antakya da Antakyalılar da eskisi gibi olmayacak.
Ama eminim ki; nüfus azalsa da “sarı baret”liler hep artacak!
İslâhiye ve Nurdağı’nın %60’ı Yok!
Fatma Şahin’in, %60’ı yok dediği İslâhiye ve Nurdağı’ndayız.
Bölgeye varmadan önce epey tedirgindim. Antakya kalmamıştı! Ya buralar? Aynı manzarayla karşılaşmamak için yol boyu dua ettim.
Yoldaki yarıklar, bir şekilde onarılmış. Yer yer küçük çatlaklar var ama trafik ilerleyebiliyor.
Ve yine enkazlar!
Ama Antakya gibi savaş alanına dönmemiş. Tamamen yıkılmış bina çok fazla. Kalanlar da neredeyse ağır hasarlı ya da hasarlı. İnsanların evlerine dönmesi imkânsız.
Depremin 6.günü!
Enkaz başları umutsuz bakışlarla dolu. Dün, yine umut edenler vardı, bugün “cesetlerini bulalım bari” diyen bakışlar…
Kimi enkaza hiç dokunulmamış!
Yolda bir kadın yolumuzu çevirdi “ne olur yardım edin, çadırımız yok” diye. Hemen anlatmaya başlad: “Deprem başlar başlamaz evlatlarıma koştum. Onların üzerine kapandım. Eşim yanımıza koşarken ev yıkıldı.”
Komşular kurtarmış, onu ve 2 çocuğunu. O da elleriyle kazıya kazıya eşini kurtarmış 14 saat sonra.
“Kimse yoktu ki” diyor.
Evet, “kimse” yoktu!
Olması gerekenler, hiçbir yerde yoktu!
O sokakları dolaşırken, el değmemiş enkazları görünce iyice öfkeleniyor insan. Zamanında müdahale edilseydi, tüm bölgeye ulaşılsaydı. Kim bilir kaç kişi hayatta olacaktı bugün.
Gaziantep
İslâhiye ve Nurdağı’ndan sonra Gaziantep’e geçtik. Günler sonra nefes alabildik. Koca koca binalar, hepsi yerinde. Sadece bir bölge sıkıntılı ama Antep ayakta.
Antep ayakta ama Antepliler yok. Kent sessiz! Yollar boş! Sadece hastane çevresi kalabalık. Günler sonra elektrik var, marketler açık.
Yarın Kahramanmaraş’a doğru yola çıkacağız. Umarım iyi haberlerle döneriz.
“Seçim günü 6 Şubat’ı unutmadık, yazacağız!”
Sabah saatlerinde Adıyaman’ın depremden en çok etkilenen ilçesi Gölbaşı’ndaydık. Nüfusu 50 bin olan kentte sokaklar, diğer bölgeler gibi bomboş.
İnsan sesi yerini iş makinalarına bırakmış. İlk iki gün gelmeyen iş makinaları, şimdi enkaz temizlemeye çalışıyor.
Adım adım sokakları dolaşırken, bir vatandaşımız koşa koşa geldi. “Gökçe abi” diyerek sarıldı Gökçe’ye. “Ben sizi yıllardır takip ediyorum. Şimdi bizi yalnız bırakmamış olmanız çok duygulandırdı” diye. Yaşadıklarına o kadar öfkeliydi ki! 2. gün akşamına kadar, hiç kimse uğramamış Gölbaşı’na. Enkaz altında kalanlarla konuşup, umut vermeye çalışıyormuş ama birileri gelene kadar, enkazdan gelen sesler yavaş yavaş kesilmiş!
Hepimize sıkı sıkı sarıldı. “İnanamıyorum ya; Tayyip gelmedi, Türk Solu ve Gökçe Fırat geldi” diyerek, ayrıldı yanımızdan.
Yine sokakları dolaşmaya devam ediyoruz. İki kadın, ağır hasarlı evlerine girip, soba almışlar. Evi görseniz, altından bile geçmezsiniz. Onlar da korkuyor tabii. Ama üşüyorlar. Ve sobaları yok. Çadırları da yok. Küçücük bir berber dükkanında 30 kişi kalıyorlar.
Başka bir kadın, bir ayağında çorap, diğeri çıplak.
Gölbaşı, acil su tankerleri istiyor!
Şimdi yemek bolluğu var bölgede. Hatta fazlalığı.
Olmayan şey; SU!
İnsanlar depremden ölmedik, ya soğuktan ya da hastalıktan öleceğiz diyor!
Tankerlerle su taşınması gerek. Hem de bol bol.
Depremin üzerinden 7 gün geçti. 2 gün ortada yoktu kimse. Sonraki günler, vatandaştan gelen yardımlarla açlık ve susuzluktan kurtuldular.
Haklı olarak “Devlet nerede, bize niye bakmıyor, unuttu mu Gölbaşı’nı?” diyorlar.
Ve ekliyorlar: “Biz de seçim günü 6 Şubat’ı unutmadık, yazacağız pusulaya!”
Hatay’ın CHP’li Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın gizlediği AKP’li geçmişi
Antakya’da karşılaştığımız manzara, günlerdir gözümün önünden gitmiyor. Yaşanan bu dehşete sebep olan her kim ya da kimler ise bir an önce hesap vermeli diye düşünürken Lütfü Savaş’ın yaptığı açıklamalar, Hatay’ın bu hale gelmesinde ne kadar fazla insanın sorumlu olduğunu gözler önüne seriyor: “Ne belediye ne mevzuat ne bu işi yapan insanlar çok sorgulanırsa onlara yazık etmiş oluruz.” Yaklaşık bin kişinin yaşadığı, tamamen yıkılan Rönesans Rezidans’ı yapan kişi için ise; “bu arkadaşımız gerçekten idealist bir arkadaşımız. Büyük ihtimal şartlarına uygun yapmıştır” ifadesini kullanıyor.
Bu nasıl bir idealizm! Büyük ihtimal ne demek!
Daha da devam ediyor açıklamaları: “Ben Büyükşehir Belediye Başkanıyım. Ruhsatı ilçeler veriyor. Ben Belediye Başkanı olarak konuşuyorum ama binaların ruhsatını ilçeler veriyor, onlar takip ediyor. O nedenle rahat konuşuyorum.”
Peki şimdi bu kadar “rahat” konuşan Lütfü Savaş kimdir?
2009 yerel seçimlerinde AKP’den Antakya Belediye Başkanı seçiliyor. O dönemde Asi nehrini temizlemekle övünen Lütfü Savaş, 2014 yılında AKP’den aday gösterilmeyince CHP’den Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı seçiliyor. İşte Rönesans Rezidans da, Lütfü Savaş Antakya Belediye Başkanı iken, 2012 yılında açılıyor. Hatta açılışta Savaş da yer alıyor.
“Rahat” konuşan Savaş, o inşaattaki sorumluluğunu mu gizlemek istiyor?
Cennetten bir köşe sunan idealist arkadaşıyla arasında çok daha büyük bir “duygusal” ilişki var mıdır?
Antakya’nın bugünkü Belediye Başkanı ise İzzettin Yılmaz. AKP’li. Depremin üzerinden günler geçti. Sesini duyan yok!
2014’te Lütfü Savaş’ın yerine gelen İsmail Kimyeci AKP’li. Kendisi KTÜ Mimarlık Fakültesini birincilikle bitirmiş!
2009-2014 yılları az önce de bahsettiğimiz gibi Lütfü Savaş AKP’li!
2004’te ise yine AKP’li Mehmet Yeloğlu!
İşte Antakya’yı bu hale getirenler bunlar.
Hepsi de tek tek hesap vermeli. Kimler, neleri gizlemeye çalışıyorsa hepsi ortaya çıkarılmalı. Ucu kime dokunuyorsa dokunsun, korkmadan üzerine gidilmeli.
FİLİZ ÇAKIR